Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

7 Ekim 2014 Salı

Şiirin Hikâyesi


"Şiirin hikâyesi" dediğimiz şey bir bakıma şiirin tarihidir. Yani etkilenmelerdir, insanlığın  ve şiirin gelişimi içerisinde ortaya çıkan geçişlerdir.

Başka nedir?
-Ülkeler arasındaki kültür farkıdır
-Şiiri yaratan insanların yani şairlerin hayatı yaşarken ve yorumlarken kullana geldikleri “yorum farkıdır”
-Şairin öznel yaşamıdır
-Şairin genetik özellikleridir. Vb.şeylerdir.

Bizde daha tanzimat şiiri bile oluşmadan Fransa’da modern şiir, yolu yarılamıştı bile. Belki bu nedenle olacak bizim şair insanlarımız ortaya çıkışından neredeyse yüzyıl sonra kapitalizmin doğal bir tezahürü olan modern şiirin farkına varmışlardır ve “etkilenmeler”, “geçişler” ancak 1950’li yıllarda başlamıştır.

Bu eylemin bir başka komik yanı vardır: Bizim adı “büyük şaire” çıkan insanlarımızın çoğu Alaysois Bertrand’ı bilmedikleri, tanımadıkları için; başkalarına örneğin Rimbaud’a, Mallerme’ye ve  daha çok da Baudelaira’a sarılmışlardır, oralardan şiir çıkarmaya çalışmışlardır.

Oysa sanatın her alanında özellikle de şiirde “eş zamanlılık” kuralı işlemiyorsa; orada gerçek anlamda yaratıcılıktan  da söz edilemez. Bu dediğimi sadece sanatla, sanatsal üretimle sınırlamak doğru değildir. Aynı “eş zamanlılık” felsefede, ekonomide de olmalı. Olmalı ki; “edebi” üretimin bütün düşünsel ve maddi koşulları yerine gelmiş olsun. Aksi durumlarda “altı kaval, üstü şişhane” bile denilebilecek aykırılıklar ortaya çıkar. Çünkü yazan, yazmak isteyen insanı “yazar” yapan, ”şair” yapan toplumsal tutarlılıktır. Böyle bir durum yoksa, sağlanmamışsa; çevremizde bir yığın kendini şair sanan insanlar olacaktır ama; gerçek anlamda yazar ve şairler belki hiç olmayacaktır.

Her çeşit sanatın ve edebiyatın “tetikçisi” sonuçta hayattır çünkü. Ve hayata yön veren, onu biçimlendiren insani ilişkileridir. Ve elbette tarihtir.

“Tarih” derken elbette savaşları falan kast etmiyorum. Çok açık ve net bir biçimde edebiyat tarihini kast ediyorum. Hem ülkemiz için geçerli olanı hem de başka ülkelerde gelişen sanatsal eylemleri ve o hayata yön veren yaşama biçimlerini…

Örneğin A.Hamdi Tanpınar’ın “19.Asır Türk edebiyatı Tarihi” bu anlamda söylenebilir. Bu kitapta A.Hamdi Tanpınar benim yukardan beri söylediklerimi kendi dünya görüşünden yola çıkarak elbette etraflıca anlatır.

Fakat A.Hamdi’nin de içinde bulunduğu birçok edebiyatçı, şair, edebiyat tarihçisi bana göre temel bir yanlıştan kendilerini kurtaramamışlardır.

O da şudur:

Ülkeler arasında hemen her zaman görülen  ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki eşitsizlik anlaşılmadan bir ülkenin başka bir ülkenin düzeyine ulaşma çabaları da anlaşılamaz. Ve o zaman da “batılılaşma” ve “modernleşme” derken gelinen yerin tek bir karşılığı vardır: Taklitçilik. Bizde de hem kültürel anlamda hem de ekonomik anlamda “batı’ya açılma” girişimleri aynı çıkmaz sokağa gelip dayanmıştır.

“Kapitalizmin eşit olmayan yasası”nın doğal bir sonucudur bu.

O zaman ne yapmak gerekir?

Kendi ulusal kimliğimizi yitirmeden başka ülkelerde olanları büyük bir ciddiyetle izlemek ve oralarda meydana gelen olumlu şeyleri kendimize, kendi yaşamımıza dahil etmektir. Bu duruş sabır ve tahammül gerektirir  belki ama, başka yapacak bir şey yoktur.

İngiltere’ye 19.yüzyılın başlarında kapitalizm adım atmışsa, Fransa’da Baudelaira “Kötülük Çiçekleri” ni 1857 yılında yayımlamışsa; ve bizler henüz kapitalizmin ülke bütününde gerekliliğini, ne de “Kötülük Çiçekleri” nin önemini kavrayamamışsak ve dürüstsek, namusluysak; tek çıkar yolumuz budur.

Yazının başında dedim ki:
“Şiirin hikâyesi” biraz da “şiirin tarihidir”
“Şiirin tarihi” ise doğrudan doğruya insanlığın ve insan olmanın tarihidir.
Bu “tarih” içinde insanın sevgileri de vardır, öfkeleri ve hatta nefreti de.
İyi şair mi olmak istiyoruz?
O zaman lütfen nefretimize sahip çıkalım!

Metin Güven
Onaltıkırkbeş/Temmuz 2009