Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

18 Mart 2015 Çarşamba

Söyleşi/Ayşe Keskin



1- Uzun süredir şiir, deneme ve öyküler yazıyorsunuz. İlk şiir kitabınız "Kayıp Dağ" geçtiğimiz yıl yayımlandı. İlk kitabın, yeni doğmuş bir bebeğe kavuşmanın sevincine benzediği söylenir. Bu konuda siz neler söylemek istersiniz?

Evet yaklaşık otuz, otuz beş senedir şiirle kâh muhabbet kâh çekişme içindeyiz. İlk şiirim İsmet İnönü'nün vefatı üzerine yazılmıştı. Orta ikideydim. İdarece beğenildi ve bir arkadaşım okumuştu okul bahçesindeki törende benim demeye çekindiğim bu şiiri. O gün bugün devam ede gelen bu yolculukta gençlik şiirlerimi de hâlâ saklarım bir çeyiz gibi ceviz sandığımda.

Öykülerimi ise;  bilinmezliğin çetrefilli yolculuğunda, varlığından mutluluk duyduğum, güven duyduğum, belki şiir dizelerine giremeyen pek çok şeyi paylaştığım öz kardeşim olarak görürüm. Ve yazmak eylemi başlı başına hayatımın merkezi olur.

İlk şiir kitabım Kayıp Dağ ise sizin de dediğiniz gibi 2009 Şubat ayında Kül Sanat Yayınları'ndan çıktı. Doğrudur ilk bebek ilk göz ağrısıdır. Bebeğin doğmasının sevinci kadar tatlı sıkıntılarına da göğüs germek durumunda kalırsınız. Sorumluluklar artar. Daha şefkatle, daha dikkatle, bir başka bakarsınız çevrenize. Daha bir koruyup kollarsınız. Üstüne titrersiniz. Size ait olan sizden bir parça olan sizden çıkmıştır ve hayatın kollarındadır artık. Bir anlamda ne kadar yakınsanız bir o kadar da kendi başınadır ve ayakta durmak durumundadır. Ve sizin göreviniz onu takip etmektir.

2- "Kayıp Dağ" için "sorulardan sıkılmış bir Ayşe Masalı"nın yanıtlarıdır diyebilir miyiz?

Aslında yanıtlardan ziyade tam olarak soruların o dağa ulaşmasıdır diyebiliriz. 


3- Dağa seslendiğimizde, karşıdan boşluğa savurduğumuz sesimizin yankısını duyarız. "Kim", "İçime İçime" başlıklı şiirlerinizde harflerle oluşturulmuş bir boşluk, bir uçurum var gibi. Burada aklıma Behçet Necatigil'in "Modern şiir biraz da okur tarafından doldurulması gereken boşluklar taşıması gerekir" cümlesi geliyor. Bu bağlamda Ayşe Keskin'in izleği modern şiirden yana mıdır?

Dağa seslenmek için önce dağa çıkmak gerekir ki seslendiğinizde karşı bir ses gelir. Tecrübeyle sabit, size dönen bir cevaptır. Bir cevap ki "Sesim sesim" diye bağıran, kendi sesinin tonunu, rengini, duygusunu anlamaya çalışır. Acı çığlığınız kahkahayla geri dönmez size. Kahkahanız ise sancılı bir nar gibi saçılmaz yere. Ses ne ise, o döner size. Farklı bir cevap korkutur, çünkü dağ, dağ değildir o zaman. Başka bir şeydir. Sadece o sesin kendi sesiniz olduğuna inandığınız zaman özgün sesinizi tanırsınız. Kendi sesinizi tanımak kadar mutluluk veren bir şey yoktur ve dilini çözmüşsünüzdür dağın. Dağı konuşturmak, içinizi konuşturmaktır. Ve devindiğiniz zamanı kayıt etmek... Dağın ucunda uçurumlar, dağın içinde kaynayan narsınızdır!

İzleğim sadece şiirdir. Geldiği gibi… Bu, kendi yolculuğumun izleği aslında. Kâh kanı üstünde, kâh hâlâ çıplak, kâh yıkanmış mis gibi kundaklanmış, kâh ilk nefesle canı yanmış ve ama ilk çığlıkla sevindirmiş, bazen nefesi tıkanmış kalmış. Kendi boşluğumu doldurmaya çalışırken yepyeni boşluklara da imzasını atıyorsam farkında olmadan. Bu yaşadığım zamanla ilgiliyse evet modern şiire daha yakın duruyor şiirlerim.

4-Şiirlerinizde imge yoğunluğu oldukça derin ifadelerle kıvamını bulmuş. Keza şiirlerdeki biçimsel düzenlemeler de dikkat çekiyor. Şiirde imge, anlam, biçim uyumu konusunda düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Bu görüşünüz için teşekkür ederim. İzleğim sadece şiir demiştim. Sadece bana verileni geri vermek. Şu kalıp, şu şekil, şu görüntü olsun diye hiç düşünmeden. Kendini nasıl doğduruyorsa öyle. Kendi şekliyle, kendi bedeniyle, sesiyle… Sadece kendi olarak. Zorlama olmadan. Nasıl akıyorsa.

Elbette şiirin işçiliği de var. Sakın yanlış anlaşılmasın. Doğumdan sonraki dinlenme süreci, dönüp dönüp okuma süreci. Düşünceyse düşünce, duyguysa duygunun tam olarak kendini ifade etmesini sağlayıcı dokunuşlar. Ve demlenmenin sonucunda ele avuca gelmesi.

5-Kitapta yer alan şiirlerin büyük çoğunluğunda başlığın ilk dize gibi oluşturulduğunu görüyoruz. Başlığın şiirin ilk dizesi olduğu görüşüne katılır mısınız?

Elbette şiir başlığı ilk göze çarpan, sandığın kilidini açan ilk anahtar. Kayıp Dağ'da yer almayan yeni bir şiirimde ( Vav) "Bütün anahtarları kendi kilidinde döndürür zaman" demiştim. Yanlış bir anahtar doğru bir kilidi açamayacağına göre, sonrasında şiirin hangi dizesini okursak okuyalım, hangi dizesini seversek, vurulursak vurulalım, hatta pek çok kilit pek çok anahtar bulursak bulalım, ilk anahtara dönüp bakma ihtiyacı duyarız. Bu anahtarla şiiri hafızamıza tekrar kilitleriz. Dolayısıyla önemli bir açış dizesi olarak görüyorum şiir başlıklarını.


6-"uzaklaşan denizdim soyunup kıyıdan, aşılmaz zaman…içerlerim…/ horonla tepinen Karadeniz masalı/derin" diyorsunuz. Karadeniz kültürünün derinliğindeki ana etken nedir?

Karadeniz, pek çok medeniyeti barındırmış olmasının birikimiyle kültürünü de derinleştirmiştir. Rum'u Ermeni'si, Gürcü'sü, Laz'ı bu toprakların üstünde yaşamış dolayısıyla yaşayan her halk kendinden pek çok izler bırakmış bu topraklara.  Yaşanmış aşklar, birlikteliklerden doğanlar. Kalanlarla gidenlerin birbirine kazandırdığı diller, dinler, tavırlar, yeme içme alışkanlıkları vs. pek çok etkileşimi de sağlamıştır. Çok basit bir örnektir ama burada köy kadınlarının bellerine taktıkları peştamal bile renk renktir. Bir köyden diğer köye farklılık gösterir. Başlarına örttükleri örtünün bile bağlama çeşidi ayrıdır. Her köyün, her sınırın kendine özgü rengi, sesi ritmi ve havası vardır. Yöresel oyunlarda bile bu fark göze çarpar.

"Bedel Derin" şiiri; değişen zaman, değişen kültürel, sosyolojik, yapısal yozlaşmaların neticesinde ucuz, günü kurtarma amaçlı eylemlerin getirdiği derinliği, deryadan uzaklaşan bir kentin, deryayla bağı kesilen bir kentin kıyılarında hamsinin tohumunun da sakıza bulanıp ezileceğini, ezildiğini, recm edildiğini işaret eder.
                            
7-Güldünya başlıklı şiir, kadınlara uygulanan töre baskılarının sonuçlarını sorguluyor gibi. Kadına uygulanan şiddet ve ayrımcılığın önlenmesinde toplumun eksikliği sizce hangi sebeplerden kaynaklanıyor?

Elbette, öncelikle “Güldünya”nın töre baskısıyla katledilmesinin verdiği üzüntüyle içselleştirdiğim bir şiir bu. Bir ucu kırsala, bir ucu merkeze bağlı bir vahşetin şiiri... Çalışan, düşünen, üreten kadınların da aynı şiddete ve ayrımcılığa maruz kaldığını, kendini ifade aşamasında susturulmaya çalışıldığını da sorguluyorum. Ezberi bozmak zaten başlı başına sindirilmesi gereken eylemler olarak görülür ki toplumlarda kalıplaşmış erklerin bu sindirmeyle, tepeledikleri şeyin aslında kendi eksiklerini, gediklerini çıkaracak yeni düşüncelerin yere yığılmasını istemeleri olduğunu düşünüyorum. Kendi alanlarını daraltacak ne kadar eylem, düşünce, duygu varsa bunlara baskı yapmak iktidar sahiplerinin güçlerini koruma adına bir stratejisi sanki.  Aydınlanmayan her karanlık korkutur aslında. Karanlığı aydınlatmak yerine galiba karanlığa kurşun sıkmak da bu korkunun sonucu oluyor. Gelmiş geçmiş tarihlere baktığımızda çok da değişen bir şey yok gibi. Kısır bir döngü kendini yineleyip duruyor. Eksiklik giderildikçe, yeni eksiklikler doğuyor. Sebep sonuç ilişkileri de çözülmeyen denklemler olarak kalıyor elimizde avucumuzda. Ve başvurulan hiç bir kaynak nedense bu elleri tutturamıyor.

8-Şiir kitaplarının okura ulaşma, dağıtım sürecinde zorluk yaşanıyor mu? Ve "Seyir Defteri" ne kayıtlı yeni bir dosya hazırlığınız var mı?

Zorluk olmaz olur mu? Hele ki şiir kitapları… Bu çok uzun, bir o kadar da üzücü bir konu. Öyle ki şiir kitabı çıkaran pek çok kişinin doğan yeni bebeğinin sevincini yaşayamadığını da düşünüyorum.

Evet "Seyir Defteri"nde mevcut dosyalar var. Hem şiir, hem öykü, hem de deneysel metinlerden oluşan dosyalar... Kolay kitap çıkaran biri değilim galiba. Onlar da sandıktan çıkacakları günü bekliyorlar.

-Ayşe Hanım söyleşi için teşekkür ediyorum
-Ben teşekkür ederim Fatih Bey. Başarılarla dolu ve uzun ömürlü bir yazın hayatı diliyorum. 

Hiç yorum yok: