Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dünü ve Bugünü ile Toplumumuzda Ramazan


Ramazan, gufran ayı, mağfiret ayı, rahmet tecellilerinin sağanak sağanak, kulların üzerine yağdığı ay. Açlığı, susuzluğu kendi nefsinde hissedenlerin fakirlere, yoksullara, hasta, dul ve yetimlere daha merhametli davrandığı günler.

Fani nimetlerin bir gün insanın elinden alınabileceğini de gösteren oruç ibadeti aslında bir sabır imtihanı. O yüzden ramazan’ın bir ismi de şehr-i sabır, yani sabır ayı. Ramazan’ın kelime manası “yanmak”. Bu ayda oruç tutup tövbe edenlerin günahları yanıyor. Günahlar erirken kişi ruhen yüceliyor. Sabır ve iradesini kullanmaya alışan insan bir ahlak güzelliğine erişiyor. Kendi arzusu ile sırf Allah rızası için bütün nimetlerden uzaklaşan insan, nefsi ile çetin bir mücadele içindedir. Sabır ve sebatını, irade ve azmini kullanan insan elbet mükafatını da görecektir. Nitekim şair bunu şöyle anlatıyor:

“Ramazan gele, açıla cennet kapısı”

Ramazan, dini hayatın sadece ferdi olarak değil, toplum olarak da yaşandığı bir ay olduğu için, tesiri bütün toplumda görülmektedir. Mukabeleler, teravihler, fitre ve zekat vermeler insanları birbirleri ile daha çok kaynaştırır. Oruçlu orucunun sevabını kaybetmemek için, ”ben oruçluyum” der ve münakaşayı terk eder, gıybet etmez, kalp kırmaz, hak yemez. Nitekim istatistikler, Ramazan ayında suç oranlarının azaldığını göstermektedir.

On bir ay daha çok madde ile uğraşan insan, Ramazan’ın gelmesi ile kendisini bir mana ikliminin içinde bulur. Erdiği ruhi huzur etrafına da yansır. Onu, başkalarını daha çok düşünmeye sevk eder. Bu ayın gelmesi ile yardımlaşmalar, gözle görülür bir şekilde artmaktadır. Herkes bir pide ile olsun oruçlu kardeşine bir şeyler ikram etmeye çabalar.

İftar vakti, oruçlunun sevinç zamanıdır. Bu sevinç fırsatını kaçıranlar da etrafa sinen ruhani havadan etkilenir. Nitekim Rahmetli Yahya Kemal, bunu mısralarında itiraf etmiş. Şair, “Üsküdar’da Ramazan” şiirinin son mısralarında duygularını şu şekilde anlatıyor:

Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Ya Rab, nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz.

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntülüdür.

Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür”

İstanbul’un “Dersaadet” olduğu günlerde Ramazan büyük hazırlıklarla karşılanırdı. Saraydan en fakir eve, şeyhülislâmdan kadı efendiye kadar herkes mutlu bir telâş içinde olurdu. Minarelere mahyalar, sokak aralarında dolaşan davulcular ve onların okudukları değişik manilerle renkli bir yaşam başlardı.

Âlem bu gece nur oldu,
Kalbimize sürur doldu
Ey benim ağam efendim
Kalkın vakt-i sahur oldu

Ramazan davulcusunun bu manisinin duyulması ile ahşap evlerin kafeslerinden ışıklar sızmaya başlar, yer sofrasındaki kalaylı bakır sininin etrafına ev halkı dizilir, hoşaflar, söğüşler, börek ve pilavlardan oluşan sahur yemeği yenilirdi. Bazen bu sahur yemeğinden davulcu ve elinde feneri ile dolaşan bekçi baba da hissesini alırdı:

Yeni cami direk ister,
Söylemeye yürek ister.
Beni karnım toktur amma,
Arkadaşım börek ister

Diye mâni okuyan bu davulcu, elbette ikramsız bırakılmaz, paketlenmiş sahur yemekleri, kapı aralığından uzatılırdı. Ramazan’ın sonuna doğru, bahşiş hatırlatılırdı.

Davulum sırma telli,
Arkadaşım ince belli,
Bahşişimi isterim,
Küçük hanım nazik elli.

Önceden hazırlanan çil paralar, bir mintan veya mendil ile birlikte davulcuya hediye edilirdi.

Osmanlı saray geleneğinde, padişahlar Kadir gecesini Ayasofya Camisinde ihya ederlerdi. Büyük alaylarla, meş’alelerle, fenerler ve kandillerle donatılan yollardan geçen padişah ve harem arabalarını halkın izledikleri, kaynaklarda anlatılmaktadır.

Sarayda; Ramazan’da, “huzur dersleri” yapılırdı. Büyük âlimlerin iştiraki ile padişahın huzurunda sualli, cevaplı yapılan bu toplantılarda âyet ve hadisler açıklanır, tam bir ilmî hava taşıyan toplantıya padişahın işareti ile son verilir, dua edildikten sonra, gelenler Hakk-ı huzur denilen hediyelerle taltif edilirdi.

Ramazan’ın yirmisinden sonra, Beyazıt Yangın Kulesinde, kule iftarları verilirdi. Zengin konaklarından sini sini yemekler kuleye gider, gelenler ışıklandırılmış minareleri, mahyalardan yüksekten seyr ederek iftar ederlerdi.

Devir değişti. Ramazan gene sevinçle karşılanıyor, ruhlara huzur veriyor, dostlukları pekiştiriyor. İlâhi feyzin coştuğu bu günlerin bereketinden çok kişi istifadeye çalışıyor.

Ramazanlar İman Aşısı Yaparlar

Halit Fahri Ozansoy, çocukluğunun Ramazan’larını şöyle anlatıyor:

“Ramazan’a bir hafta kala Terazi sokağının iki numaralı evinde bir şenlik havası esmeye başlardı. Bir taraftan ev baştan aşağıya gıcır gıcır yıkanır, tencereler, sahanlar kalaycıya yollanır, çatal kaşık bıçaklar ovulur, sofra bezi ve peçeteler ütülenirdi.”

Böyle hummalı bir şekilde Ramazan beklenirken, yüksek bir yerden hilali ilk gören bir gözcü, iki şahit önünde, kadının huzurunda hilali gördüğünü ispat eder ve ramazan davulu ile rûyet-i hilâl şehre ilan edilirdi.

Ondan sonra iftarı, sahuru, teravihi, hayr-u  hasenatı ile yoğun bir ibadet ayı başlardı. Cenab-ı Hakkın kullarına lûtfettiği bu mübarek ay, toplumun büyük kesimi tarafından güzel değerlendirilirdi. Büyük camilerin minareleri arasına “Hoş geldin ya şehr-i Ramazan” yazan mahyalar kurulurdu.

Erkekler namazlarını kalabalık bir cemaat ile camilerde kılarlar, sonra güzel sesli hafızlardan mukabele dinlerlerdi. Akşama doğru, renkli uçurtma kâğıtlarına sarılı pidelerini alanlar evlerine gelir, zaten hazır olan iftar sofrasına bütün ev halkı beraber oturur, topun atılışı beklenirdi.

Top atılır atılmaz oruç zemzem veya hurma ile açılır, sonra da yemeğe başlamadan bir tepsiye dizilmiş iftariyeliklerden biraz yenilirdi. Her evde akşam, iftara misafir geleceği hesaplanarak, yemekler bolca tutulur, artanlar da fakir fukaraya dağıtılırdı.

İftardan sonra sofralar toplanır, seccadeler serilir, bir hafız efendi ev halkına ve iftara gelenlere teravih kıldırırdı. Tabi bu teravihten sonra sohbet faslı başlar, hizmetkârlar gelen misafirlere, kış ise yanında leblebi ile boza, yaz ise limonata ve değişik şerbetler ikram ederlerdi.

Ramazan Sohbetleri

Hanımlar da, evin harem bölümünde, kendi aralarında iftarlar tertiplerdi. Küçük çocuklarını da getiren hanımlar için oruçlar açılıp namazlar kılındıktan sonra eğlence faslı başlardı. Önce masallar anlatılır, sonra bilmeceler sorulur, sonra yüzük oyunu oynanırdı. Bu sohbetler, bazen sahur davulunun duyulmasına kadar sürer, davul sesi ile herkes evine dağılırdı.

Bir de sadrazam ve şeyhülislam konaklarında verilen iftarlar vardı. Burada bütün Ramazan boyunca büyük bir cömertlikle kapılar herkese,bilhassa fakir fukaraya açık olurdu.

Böyle konaklara bazen padişahın da habersiz iftara gittiği olmuştur. Ondokuzuncu Asır başlarında Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendinin Üsküdar, Doğancılar’daki konağına devrin Padişahı İkinci Mahmut, epey bir kalabalıkla iftara gelmişti. Dürrüzade ile iftar etmiş, bilhassa yemeklerin getirildiği zarif tabakları pek beğenmişti. Arkadan gelen hoşaf kâselerinde o zarafeti göremeyince, ev sahibi izah etmişti: Efendim, hoşafın tadı bozulmasın diye buzu içine atmıyorlar, buzdan yapılmış kaselere koyuyorlar mutfakta. “Ne zaman Dürrüzade’den  bahis edilse, İkinci Mahmut, “Zarif adamdır” dermiş.”

Ramazan gecelerinde mahyalarda sadece yazı değil, gül, şebboy, kız kulesi, gemi resimleri görmek de mümkündü.Adeta ışıktan çizilen bu resimleri meydana getirmek büyük ustalık isterdi. Kadir ve arefe gecelerinde, minareler külahından şerefenin altına kadar aydınlatılır ve buna “minareye kaftan giydirmek” denilirdi.

Ramazan ayında Müslüman Türk ailesi büyük sahabe Eyup Sultan’ı mutlaka ziyaret ederdi. Bu ziyaretlere götürülen çocuklar, Eyüp’ün meşhur oyuncaklarından, kuş lokumlarından alınarak sevindirilirlerdi.

Halûk Sena Arı 
Osmanlıda Aile Hayatı, Syf: 71-77