Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

24 Nisan 2014 Perşembe

İki otel ve iç yangınları


7 aylık doğdu, acelesi vardı.  Sanki, sabırsızlıkla yaşama katılma arzusu içindeydi. Zümrüt kadar değerli olmayan bir mücevherin adı verildi O’na. İsmini Zebercet koydular.

Anayurt Oteli, edebiyatta Yusuf Atılgan, sinemada da Yönetmen ve  Senarist Ömer Kavur ile can bulan bir eser. Bir romanın sinemaya uyarlanışının başarılı örneklerinden biri.  Bekleyişin, umudu kaybetmenin, ölümün hikayesi. 
 
Otel metaforu eserin başat öğelerinden. Hikâyenin büyük bir kısmı Zebercet’in hem iş yeri hem de evi olan otelde geçiyor. Orada yaşamın durağanlığı, insanların göçebeliği, Zebercet’in gecikmeli Ankara treni ile bir kez otele gelen ve bir daha hiç gelmeyen kadını umutsuzca bekleyişi var; bir de ölen akrabalarının fotoğrafları ve onlarla ilgili anılar.

Edip Cansever, Otel şiirini Zebercet için yazmış sanki…O’nun iç dünyasını, kışını anlatıyor:
 
“Ölüler dirilirdi. Çıkamazdım ki otelden / Ben otelden hiç çıkamazdım ki / Her şeyi bilen bir adam gibi gelip geçerdi / Kış / Ve hayaletler halinde kuş sürüleri /Gündüz ve gece / Gece desem gece, gündüz desem gündüz / Ve desem ki, sonuncu günü / Dünyanın insan eliyle yaratılmasının/ Sonuncu günü / Koridorlardan geçerdim.” *

Zebercet de kendi otelini kendi içinde, kendi elleriyle kuruyor. Şizoid  kişilik özelliğine sahip olan Zebercet, iki otelde birden yaşıyor. Biri fiziki varoluşunu sürdürdüğü Anayurt Oteli,  ikincisiyse onun izdüşümü olan  daha kalabalık ve renkli, geçmişe ait olan oteli. Her iki otelle de bütünleşik bir yaşam sürüyor Zebercet.

İçerisindeki otelde yaşarken, kendi dünyasıyla baş başa kalmayı, kendisiyle konuşmayı seviyor.  İç dünyasında çoğalıyor. Merdivenlerde, hep en olmadık zamanlarda ayağının altında  beliren kedi, Zebercet’i içerisindeki otelden uzaklaştırıyor.

Kedinin sahibi ise, otelin temizlik işlerini yapan kadın. O’da otelde kalıyor. Ortalıkçı kadın, oteli-hayatını reddedercesine sürekli uyuyor, sanki bu dünyadan uzaklaşma, kaçma isteği var. Yüzü hep asık. Zebercet’in cinsel arzuyla odasına girdiği zamanlarda bile gözlerini kendiliğinden açmıyor. Hiçbir şeyden zevk almama haline, yaşama karşı duyarsızlığına rağmen, bir yandan uzun süredir ziyaretine gelmeyen dayısını bekliyor. Hayatla bağı kedi ve dayısı ile sınırlı. Zebercet’e hayat vermiyor. Zebercet’e “Ağam” dese de diyologları bir zorunluluktan öteye varmıyor. O’nu geçmişine uzanan dar koridorlar, katları birbirine bağlayan bitimsiz merdivenler ve hiç durmayan içindeki ölülerin sesleriyle dolu oteline yönelterek, Otel şiirine eklemliyor:

“Koridorlar ki uzun desem uzun, kısa desem kısa /Aslında bana göre bir şekil/ Bir monolog da diyebilirim buna, içinde bir konuşma ürpertisinin  yer aldığı / Kelimeleri olmayan bir yazı türü belki de/ Koridor / Ve benim çağrışımsız sesleri düşüren ellerime / Meyhanelerden gelen ve bir daha gelmeyen / Ölü sesleri / Sokaklarda karşıma çıkan ve bir daha çıkmayan/ Ölü sesleri / Masa örtülerinin altına saklanan ve bir daha saklanmayan / Resim ve para sesleri/ Ölülerin / Merdivenleri inerdim.
Merdivenleri inmek kolay desem kolay, kolay demesem gene kolay /Bir diyalog olduğu için değil, zaten bir diyalogdur merdivenler/ İçinde insan uğultularının yer aldığı /Ve kimsenin kimseye bir şey sormadığı.”

Zebercet,  bu iki otel arasında savruluyor sürekli. Bir içerisindeki otele bir Anayurt Oteli’ne geçiyor. Orada da ancak alışkanlıklarıyla sürdürüyor yaşamasını. Mesela her sabah saat 6’da çalan saatin sesiyle uyanıyor. Otelin girişinde, merdiven altındaki masasına kuruluyor, sonra gazeteleri geliyor. Haftada bir doldurduğu müşteri fişlerini gazeteci çocukla karakola  gönderiyor. 
Zebercet bir gün yine koridorlarda dolaşırken, otele kalmaya gelen evli bir çiftin kapısını dinliyor. Kadın erkeğine “nasıl da seninim!” derken daha önce hiç bilmediği bir duygu içinde canlanıyor, ürperiyor. Aralarındaki bağdan etkileniyor. Kendisiyle uzlaşamıyor  bir kez daha içerisindeki otele, dar koridorlara  ve merdivenlere yöneliyor:

“O ben ki seviyordum beni yargılayan/ Bir otel diye seviyordum oteli/ Kendi yasalarıyla/ Aslına bakılırsa  kendimi dolaştırıyordum bir bir /Sokakları olmayan bir şehir için/ Yaralı ayaklarımla/ Alanları,  parkları ve afişleri/ Olmayan bir şehir için.”

Zebercet, otelin kendisini yargılamasından, oteli bu yüzden sevmekten, orada sürekli kendini dolaştırmasından, sokakları, parkları ve afişleri olmayan bir şehirde yaşamaktan yoruluyor. Gerçek hayatla bir bağ kurmasına yardım edecek birisini arıyor; gecikmeli Ankara treni ile bir kez otele gelen kadını bekliyor. Ama umudunu yitirmesi ve ısrarla beklenenin geri dönmeyeceğini idrak etmesi ve hüsran;  ortalığı yangın yerine çeviriyor:

“Ben onun yanından geçerken/O benim yanımdan geçerken /O döner dönmez köşeyi /Ben yere eğilir eğilmez /O dönüp bakarken gizlice /Ben cebime sokarken elimi /O gözetlerken beni köşeden /Ben başımı çevirirken ansızın /Bir anahtar sesi /Bir sigara gürültüsü /Yere düşen bir çakmak/Kırmızı bir benzin istasyonu belirtisi.”

Adını  bile bilmediği o kadın, yeniden gelseydi, Zebercet oteller arasında savrulmayı bırakıp, gerçek hayatla gerçek bir bağ kurabilirdi belki de…Ama o kadın ve ona benzettiği diğer kadınlar hiç geri gelmiyor. Bekleyişi her gün daha da azalan Zebercet’in her iki oteli de batışa yöneliyor böylece:

“Silik bir izlenim gibi kalıyordum kendimde/ Elimle filan bir şeyler yaptığımı görüyordum/Seyrek de olsa konuşuyordum, örneğin/ Eski bir efsaneyi anlatıyordum birilerine/ Ya da bir yerleri tarif ediyordum yüzümü buruşturarak/İçki de içiyordum, hem de sert içkiler içiyordum/ Bazen bir iki bardak/ Bazen de sabahtan akşama kadar/ Durmadan içiyordum/ Canım elbette, diyordum, nasılsa/ Otel batacak, otel batacak.”

Zebercet kapısına “kapalı” tabelası astığı Anayurt Oteli’nde Ankara Treni ile gelen gizemli kadının odasında kendini asıyor. Ve bütün otelleri batıyor. Geriye ise, edebiyatta Yusuf Atılgan’ın, sinemada ise, Ömer Kavur’un büyük yapıtı “Anayurt Oteli” kalıyor.  Edip Cansever’in Türk edebiyatının en güzel şiirlerinden “Otel” de bu yapıtları çağrıştırıyor.

Birçok yönlü

Anayurt Oteli, modern Türk edebiyatı içerisinde, Freudcu yaklaşım, yabancılaşma başta olmak üzere psikolojik, sosyolojik ve felsefi gibi birçok çerçeveden ele alınabilen çok yönlü bir eser.

Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2 adlı kitabında, yapıtı; insanın hayatta istediği ahengi yakalamak için gerçeğin dışında kendi dünyasını kurarak, kendisini aldatmasına dayanan Saçma Kuramına bağlıyor. Zebercet’in dış ve iç dünyası arasında bir bağın olmadığını anladığında ise kendisini kandırmaktan vazgeçtiğini ve  eserin bu şekilde tamamlandığını belirtiyor. [1]

Anayurt Oteli neden filme uyarlandı?

Ömer Kavur’un vefat ettiği 2005 yılında yayınlanan, Ertekin Akpınar’ın Sinema Söyleşileri kitabında, Ömer Kavur’un son röportajlarından biri de yer alıyor. Kavur, söyleşirken bir roman ve bir sinema eseri ilişkisi hakkında çok önemli tespitlerini de sıralıyor.  Edebiyatın, sinemamızın temel taşlarından biri olduğunu ve edebiyattan koptuğumuz için sinemamızda gerileme olduğunu[2] savunuyor.

Bazı klasik kitap uyarlamalarının başarısızlığının nedenini, eserlerin popülaritesinden yararlanmak için, onlara birer meta olarak ticari amaçla yaklaşılması olarak görüyor. Kavur için bir uyarlamanın başarılı olabilmesi, metni yazan ve metni sinemaya uyarlayacak kişinin ruhlarının örtüşmesine bağlı.  Anayurt Oteli’nin başarısını da Yusuf Atılgan’a duyduğu yakınlıkla: “Romanı okuduğum vakit o kadar kendime ait bir şey buldum ki. Eğer bir yazar olsaydım ona çok benzer bir metni yazmayı arzu ederdim” sözleriyle açıklıyor. [3]

Kavur’un başarısının bir başka sırrı ise filmlerini aşkla çekmesi. Kavur bu tutkusunu ise şöyle ifade ediyor: “Benim gözümde her film bitmiş bir aşk gibidir. Ama hala o filmle ilgili içimde yaşayan bir şey vardır. Onlarla yüzleşmek istemiyorum. Bende hüzün yaratıyor. Türkiye’nin birçok yerinde film çektim, bir daha o mekanlara gitmedim. Hatta o şehirlere bile gitmedim. Bu çok kişisel bir şey. Bunun benim için anlaşılır bir açıklaması da yok.”[4]

Regiman Deniz

KUTU-
ANAYURT OTELİ FİLMİ
Yönetmen : Ömer Kavur
Senaryo : Ömer Kavur, Yusuf Atılgan (kitap)
Görüntü Yönetmeni. : Orhan Oğuz
Kurgu : Mevlüt Koçak
Müzik : Atilla Özdemiroğlu
Oyuncular : Macit Koper, Şahika Tekand, Sera Yılmaz, Orhan Çağman
Yapımcı : Cengiz Ergun, Ömer Kavur
Yapım Yılı : 1986
Süre : 110 Dakika



[1] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, 5. Basım, İstanbul: İletişim yy. 1997, ss.233-234
[2] Ertekin Akpınar, 10 Yönetmen ve Türk Sineması, 2. Basım, İstanbul:Hayalet Kitaplığı, 2009, s.18
[3] Akpınar, ss.19-20
[4] Akpınar, s.31
*Metinde bölüm bölüm yer alan Edip Cansever’in Otel Şiiri , Kirli Ağustos Kitabı’nda.

Hiç yorum yok: