Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

25 Mart 2014 Salı

Gönülçelen


"Ödlek olmak hiç de hoş değil. Belki büsbütün ödlek sayılmam. Bilmiyorum. Belki de yarı yarıya ödlek, yarı yarıya da eldivenlerimin çalınmasını umursamayan bir insanım. Kusurlarımdan biri de budur, neyimi kaybedersem edeyim hiç aldırmam. Küçükken bu huyuma çok tutulurdu annem. Kimileri bir şeyi kaybettiler mi, ardına düşer, günlerce ararlar. Kaybolması bana üzüntü verecek bir şeyim yok benim. Belki de ödlekliğim bir bakıma bundan ileri geliyordur. Hoş, bu da bir savunma yolu değil ya. İnsan dediğin ödlek olmayacak. Durum, bir hergelenin suratına bir tane patlatmayı gerektiriyorsa, bu isteği içten de duyuyorsanız, koyuvermelisiniz kendinizi. Ama besbelli, benim yiyebileceğim halt değil bu. Bir insanın suratına yumruğunu indirmektense, onu tutup pencereden savurmak ya da kellesini uçurmak daha kolay gelir bana. Yumruk yumruğa girişmekten hoşlanmam. Can acıtmaktan çekindiğimi sanmayın -hoş can acıtmayı da ayrıca sevmem ya- bu gibi kavgalarda beni en çok ürküten karşımdakinin yüzüdür. Herifin suratını görmeye katlanamam, elim kolum da bu yüzden bağlanır. Hani gözlerimizi karşılıklı bağlasak da öyle saldırsak birbirimize mesele kalmayacak. Böyle düşündünüz mü, bildiğiniz ödlekliğe benzemiyor benim kisi, matrak bir şey oluyor, ama gene de ödleklik işte. Kendi kendini aldatmanın anlamı var mı?"

J.D. Salinger/Gönülçelen syf.101-102

Hiç yorum yok: