Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

24 Mart 2014 Pazartesi

İnsan, Edebiyat Ve Hukuk Üçgenine Bakış


İnsan sürekli değişen, kendini yenileyen bir varlık yapısına sahip. İnsanın doğumundan, ölümüne kadar geçirdiği her gün; her evre, onun fiziksel, zihinsel, sosyo kültürel gelişimine yenilik olarak yansıyor ve yaşadığı toplumda birbirinden farklı bireylerle sürekli olarak kurduğu iletişim, insanın yaşamını sürdürmesinde önemli bir eşik vazifesi görüyor ki bir yazın sanatı olan edebiyatı da bu kapsam içinde kayda değer bir eşik olarak değerlendirebiliriz.

Çok bilinen tanımıyla; kendine özge bir duygunun, düşüncenin, bireysel ya da evrensel bir olgunun, kısaca insanın kendisi ve çevresiyle ilgili olabilecek her şeyin, insanda heyecan ve güzellik duygusu uyandıracak nitelikteki bir dil yardımıyla, sözlü ve yazılı olarak, estetik bir biçimde ortaya konulması diye tarif edilen edebiyat kavramını, Sadık Tural: "Hayatın yer yer çelişir görünen gerçeklerini idrak ettikten ve onların içinden birtakım ayıklamalar, seçmeler; değiştirmeler ve eklemeler yaptıktan sonra lisânın imkânlarından faydalanarak, yeni bir bütünlük, özel bir yapı hâline getirmek, seviyesi yüksek bir haberleşme vasıtası kılmak üzere yapılan çalışmaların sonunda ortaya konan kompozisyondur." Diye ifade etmektedir. (Sadık Tural, 1993, Edebiyat Bilimine Katkılar, Ecdât Yayınları syf.57)

Bu niteliklere haiz bir kompozisyon hiç kuşku yok ki içerisinde soyut ve somut disiplinleri de barındırır ve edebiyatın kendisinden uzakmış gibi görünen farklı bilimlerle etkileşimi, insanın olduğu her alanda birbirinden farklı bilimlerle etkileşimi, insanın olduğu her alanda birbirinden farklı disiplinlerle yollarının kesişmesi olağan görülmelidir.

Arapça "hak" kelimesinin çoğulu olarak dilimize geçmiş olan hukuk, insanların doğuştan sahip oldukları hak ve hürriyetleri tam, eşit, sürekli güvenlik içinde kullanmalarını, insanın doğuştan sahip olduğu hakları kullanırken de " adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzeniyle" (yasemin Işıktaç, Bir Hukuk tanımı vermenin Zorunluluğu) ilgilenir ve konusu gereği "hayatın gerçeklerinin idrakinde" edebiyatla aynı kompozisyonda örtüşür.

Niçin ve nasıl örtüşür?

Çünkü; "Hukuk insanı ve ona ait her şeyi tanıma, tanıyabilme sanatıdır. Bize insanı tanıtacak en önemli alanlardan biri de kuşkusuz edebiyatın da dâhil olduğu sanatın tâ kendisidir. Sanat değişik alanları ile bizde sadece estetik bir duygunun gelişimini sağlamaz; insanı tanımamızı ve onu anlamamazı da kolaylaştırır." (Dç.Dr. Sezgin Seymen Çebi, Sanatsız Ve Edebiyatsız Hukuk Yumurtasız Omlete Benzer)

Bu sebepledir ki Dostoyevski'nin Raskolnikov, Kafka'nın Josef K., Stendhal'ın Julien Sorel, Victor Hugo'nun Jean Valjean karekterleri okuyucuların zihninde kurmaca bir anlatıdan çok, gerçekte yaşanmış gibi algılanarak insan yaşamını suç, ceza, ahlak, erdem, adalet, iyilik, yanılgı, pişmanlık, kuşatılmışlık vb. gibi kavramları sorgulayan vicdanı bir ayna işlevi görür.

Kurmaca da olsa yaşamın gerçekleri değişmez. Roman kahramanının suçlanması, yargılama ve cezalandırma süreçlerinin sonunda, yazarın kahramanı ölüme mahkûm etmesi, mevcut sistemin, çürümeye yüz tutmuş değer yargılarının görünmeyen, karanlık yüzünü aydınlatır.

Örneğin, Dünya Edebiyatı'nın klasikleri arasında bir başyapıt sayılan Kırmızı ve Siyah'ın kahramanı Julien Sorel yasaların kimi zaman gücü korumak için bilenmiş bir kılıç gibi kullanıldığını okurlarına şu sözleriyle duyumsatır:

"Aşağı sınıftan doğup fakirlikle az çok ezilmiş olmalarına rağmen gene iyi bir terbiye görmek saadetine ererek yüksek cemiyet dedikleri yere girebilmiş gençleri benim şahsımda cezalandırarak cüretlerini kırmak isterler. İşte baylar, benim asıl suçum; burada benim hakkımda hüküm verecek olanlar benim sınıfımdan olmadığı için göreceğim ceza elbette daha ağır olacaktır. Bakıyorum jüri üyeleri arasında zenginleşmiş hiçbir köylü göremiyor, ancak bu cüretle öfkelenmiş burjuvalar görüyorum..."

Belki ilk bakışta ilgisi yokmuş gibi gözükse de bu sözler, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Fransızca'dan çevirdiği ve içeriği itibariyle Fransız Devrimi'ni irdeleyen "Edebiyat Ve Hukuk" isimli makalenin yayımlandığı Servet-i Fünun dergisinin toplatılmasının gerekçelerini, herkesin birbirinden korktuğu o dönemin koşullarını, dolaylı da olsa bizlere tekrar düşündürüyor.

İnsan, hep umutla korku arasında değil mi zaten?

Albert Camus, “Edebiyatın olduğu her yerde umut vardır.”  Diyordu.

Umudumuzu korumak dileğiyle...

İyilikle kalın.

Hiç yorum yok: