Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

3 Temmuz 2015 Cuma

Deniz Fenerindeki Işık


Gündemi takip edenler hemen anımsayacaktır. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri de LGBT'lilerdi. Face Mahallesinde profil fotoğrafını gökkuşağı renklerine boyayanlar ve LGBT hareketine destek verenler dikkatleri LGBT'lilerin yaşam algılarına çekmeyi başardılar.

Tesadüf bu ya İrlandalı yazar Colm Toibin'in "Deniz Fenerindeki Işık" isimli kitabını okumaya başlamam o günlere denk gelmişti. Dünya Edebiyatına James Joyce gibi bir ismi kazandıran İrlanda Edebiyatını merak duygusu beni sahafın raflarında gördüğüm Colm Toibin'in romanına yöneltmişti.

"Deniz Fenerindeki Işık" yalın ve sade anlatımıyla AIDS hastalığını kurgunun merkezine alarak aile bağları kopmuş üç kadının hayatlarına odaklanıyor. Kitabı okudukça ailedeki kopuk ilişkilerin sebepleri birer birer aydınlanıyor ve bu durum okuru gayri ihtiyari kendi aile ilişkileri üzerinde düşünmeye sevk ediyor.

Kitabın arka kapak tanıtımında şöyle denilmiş. 

"Üç kuşaktan üç kadın: Dora, kızı Lily ve torunu Helen. Yıllarca birbirinden kopuk yaşayan, bir türlü uzlaşamayan ve hayata farklı açılardan bakan bu üç kadını, Helen'in erkek kardeşi Declan'ın ölümcül bir hastalığa yakalanması bir araya getirir. Büyükanne Dora'nın bir kıyı kasabasındaki evine toplanan aileye, Declan'ın iki eşcinsel arkadaşı da katılır. Genç adamın hastalığının en ağır dönemine tanık olan bu insanlar, onu rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlarken, bir yandan da kendi ilişkileri ve geçmişleri üzerine düşünürler. Kocası ve iki oğluyla düzenli bir hayat süren Helen, kardeşinin gizli kalmış kimliğini nasıl karşılayacaktır? Annesiyle ilişkisi geçmişin gölgesinden kurtulabilecek midir? Yıllar sonra kızı ve oğluyla sağlam bir ilişki kurmaya çalışan Lily, kişiliğinden ödün verebilecek midir? Declan, teselliyi ailesinde mi, yoksa kendi özel dünyasında ve bu arkadaşlarında mı bulacaktır? 90'lı yılların İrlanda'sında geçen Deniz Fenerindeki Işık, ölüm, ahlak ve kişilik çatışmaları üzerine yazılmış bir roman. Kahramanlarının her birinin kendi kişisel tarihiyle yüzleştiği, sevginin ve 'aile' nin doğasına unutulmaz açılar açan, şaşırtıcı derecede zekice yazılmış, etkileyici bir yapıt. İnsan hayatının anlamlılığını cesaretle, tutkuyla dile getiren Deniz Fenerindeki Işık, bir yandan da çağımızın en korkunç hastalığı AIDS'e bireysel ilişkiler açısından farklı bir pencere açıyor. İrlandalı yazar Colm Toibin'den çağdaş ve unutulmaz bir roman."

Kitabı merak edecekler için 125 ve 126. sayfalardan kısa bir bölüm seçtim.

Keyifli okumalar diliyorum...

"Yıllardır annesine karşı bir şey hissetmemeye çalışmış olmasına, onun kendisini bir daha asla kışkırtamayacağına inanmasına rağmen, öfke duyuyordu ona. Günler boyu  dışa vurmadığı bir öfke taşıyordu içinde. Hiçbir şey yokmuş gibi davranırken  Hugh onu izledi, sonunda Helen  ne olduğunu ona söylemesi gerektiğini anladı. Öfkesinin nedenini öğrenen Hugh şaşırdı, işin içinde başka bir şey var mı diye merak etti.

Hugh ona bu işi ancak üzerinde konuşarak çözebileceğini söyledi; o, yumuşatıcı ve uzlaştırıcı bir dilden hoşlanıyordu. Erken yattılar; Helen saatlerce  konuştu, Hugh  da ona sarılıp dinledi. Anlamaya çalıştı, ama uzlaşmazlıklar çok şiddetliydi, Hugh'nun bulup yüzeye çıkaramayacağı kadar derinde yatıyordu. Helen, bir şeyin sona erdiğini bilerek eski evin odalarını, imgeleminde bile olsa, yeniden dolaşması gerektiğini hissetti. Bu odalar artık onun odaları değildi; artık Hugh ve çocuklar ile paylaştığı evin odaları kendi odalarıydı.

Birkaç gün sonra okuldan arabayla eve dönerken birden aklına gelen bir düşünce arabayı kenara çekip durmasına, arabada oturup her şeyin üstünden yeniden geçmesine neden oldu. O düşünce şuydu: Evi de, evin satılışını da aklından çıkaramıyordu, çünkü günün birinde oraya geri döneceğine inanıyordu, orasının kendisine bir sığınak olduğuna, annesinin, her şeye rağmen orada kendisini bekleyeceğine, onu içeri alıp koruyacağına, kucak açacağına inanıyordu. Bu düşünce daha önce hiç aklına gelmemişti; şimdi, bunun mantıksız ve temelsiz olduğunu biliyordu, ama yine de, arabada otururken bunun gerçek olduğunu  ve her şeyi açıkladığını anladı.

İçinde, korkuların keşfedilmeden, uzlaşmazlıkların  da çözülmeden barındığı  bir yerde, Hugh'yla kurduğu hayatın bir gün kendisini yüzüstü bırakacağı inancı yatıyordu; Hugh'nun kendisini terk edeceğini düşünmüyordu, ama günün birinde gidip annesinin kapısını çalıp eve girmek isteyeceğini, af dileyeceğini düşünüyordu; annesi de odasının her zaman hazır olduğunu, istediği kadar orada kalabileceğini söyleyecekti. Bu senaryoda çocuklar yer almıyordu, Helen'in, annesinin yeni evine sığınabilme olasılığı da; Helen bunun bir fantezi, üzerinde düşünülmemesi gereken bir şey olduğunun farkındaydı. Bununla birlikte apansız midesi bulanmış gibi oluyordu; Hugh'ya bundan söz edemeyeceğinin farkındaydı Helen; o, bu düşünceyi çok sevimsiz ve haince bulurdu, bu düşünce Helen'i korkuttuğundan çok daha fazla korkuturdu onu.

İşte şimdi açığa çıkarmıştı bu düşünceyi Helen -haklı olduğuna emindi-, bu düşünceyle sessizce savaşmak zorunda kalacaktı; annesinin kapısını bu biçimde çalmasına ya da avutucu sözlerini dinleyerek eski odasında yatmasına hiçbir zaman gerek olmayacağına kendisini inandırması gerekecekti. O ev yok artık, diye düşündü. Benim yeni bir evim var."

4 yorum:

dilekce54.blogpot.com dedi ki...

Okuma listeme ekledim kitabı. Farkındalık yaratabileceğini düşündüğüm kitapları çok seviyorum.

Ece Evren dedi ki...

Merhabalar.Sırf bir deneme kitabım yayımlandı diye girdiğim bu ortamda,bir blog açarak,belki kitabım merak edilir ve gereken eleştirilerle kendimi bir yerler getiririmi amaçlamıştım.Fakat amatörce yazılanları ve sürekli çırpınışları farkedip sıkılarak arkama bakmadan kaçmak istediğim günler oldu.İçlerinde değerli bulduklarımı okuyup kendimi geliştiririm düşüncesi sabretmem gerektiği yönündeydi.Kitabı okumak için temin etmeli ve yorum katmalıydım belki.Fakat aslolan ne biliyormusunuz?İmitasyonların içinde bir mücevher olmanız.Saygılarımla.Ece Evren.

mabelard dedi ki...

"Deniz Fenerindeki Işık" bireylerin iç dünyasına tutulan bir fener belki de. İçeriği empati yapılarak okunduğunda yazarın varmak istediği noktaya da ulaşmak daha kolay oluyor. İyilikle kalın Dilek...

Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Yazmak insanın kendini yaşadığı evrene kaydetmesidir bir yerde. Hasan Ali Toptaş "yazmak bildiğini okumaktır" diyor. Kitabınızı edinebilirsem okumayı düşünüyorum Ece Evren.

Selamlar.

Ece Evren dedi ki...


Bu isteğiniz beni Sevindirdi,bloğumda kitabımla ilgili açıkLama getiremedim daha.Sizin gibi üstlerde düşünebilenler,,,ve fondaki müzik zaten değerinizi sessizce anlatıyor.Size hediye etmek isterdim,ama elimde basılı yok.Bir yerden başladım.Oluşmak ,daha iyiye gitmek için süreç gerek bunu biliyorum.Hiç bir okuduğum kitaptan fazla etkilenmek istemiyorum,zira beğendiğim karakterin içinden çıkmam günlerimi alıyor.Babam hakimdi ve bize çok küçük yaşlarda klasikleri okutur,çocuk aklımızla yorumlar yapmamızı isterdi.Ben hayatımı kaleme almak ve aslında bu yükten kurtulmak istiyorum.Beni üzen yaşadıklarım,başkasını ne kadar üzebilir ki,diye tamamiyle yaşadıklarımı hilafsız anlattım.Eğer biraz ışık görseydim,hikayenin ikincisi olan romanım da hazır.Fakat umudum biraz kırık.Saygılarımla hoşcakalın diyorum.