Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

25 Nisan 2020 Cumartesi

Kötülüğün Şeffaflığı


İtki ve Tepkime

İdeal bir sentez ve protez evreni içinde devrelerin homojenleştirilmesi, olumlu, uzlaşımsal, eşzamanlı ve edimsel bir evren; tüm bunlar kabul edilemez bir dünya oluşturmaktadır. Her tür nakil organ ve yapay ikame biçimine yalnızca beden isyan etmez, yalnızca hayvani zihinler başkaldırmaz, zihnin kendisi de kendine dayatılan organlararası işbirliğine sayısız (synergie) alerji türleriyle başkaldırır. Ani tepki, ret, ve alerji özel bir enerji biçimidir. Olumsuzluğun ve eleştirel başkaldırının yerini almış olan bu bilinçdışı enerjiden zamanımızın en benzersiz olayları doğruruyor: Virüs patolojileri, terörizm, uyuşturucu, suç hatta olumlu diye kabul edilen bazı etkinlikler; herhangi bir şey yaratma itkisinden ziyade bir şeyden kurtulma atılımıyla ilişkili olan performans kültü ve toplu üretim histerisi gibi… Bugün gerçek anlamda itkiye değil, daha ziyade dışarı atma ve tepkimeye doğru ilerliyoruz. Doğal felaketler de bir alerjiye, insanın işlemsel nüfuzunun doğa tarafından reddi biçimine benziyor. Nerede olumsuzluk can çekişiyorsa orada doğal felaketler altedilemez bir şiddet göstergesi, değerli ve doğaüstü bir yadsıma göstergesi oluşturur. Zehirlilikleri de zaten genellikle bulaşma yoluyla toplumsal düzensizliği de beraberinde getirir.

Olumlu, seçmeli, ve çekici büyük itki ya da dürtüler yok oldu. Artık yalnızca belli belirsiz arzuluyoruz, beğenilerimiz giderek daha az belirli. Beğeni ve istek öbekleri de iradeninki gibi dağılmaya uğratıldı; ama hangi gizemli etkiyle, meçhul. Buna karşın, kötü niyet, tepkime ve tiksinmeninkiler güçlendi. Yeni bir enerji, ters bir enerji, isteğimizin yerine geçen bir güç, dünyamızın, bedenimizin, ve cinselliğimizin yerine geçen şeye dair yaşamsal ve ani tepki buradan geliyor sanki. Günümüzde yalnızca tiksinti belirli, beğeniler değil. Yalnızca reddedişler şiddetli, tasarılar değil. Eylemlerimizde, girişimlerimizde, hastalıklarımızda giderek daha az “nesnel” güdümler var; bunlar çoğunlukla kendimize duyduğumuz gizli bir tiksintiden, bizi enerjimizden herhangi bir biçimde kurtulmaya iten gizli bir sahipsiz kalma halinden, yani istençli bir eylem biçiminden ziyade bir cinleri kovma biçiminden kaynaklanıyorlar. Burada Kötülük ilkesinin, bilindiği gibi hareket merkezi tam da cin kovmak olan büyüye yakın yeni bir biçimi mi söz konusu yoksa?

Simmel, “Olumsuzlama dünyanın en basit şeyidir. Bu yüzden kişileri bir hedefte anlaşamayan büyük kitleler burada buluşurlar.” diyordu. Kitleleleri olumsuz görüş ya da eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ya da niyetleri yoktur: ayrışmamış bir güçleri vardır yalnızca, bir reddetme güçleri. Yalnızca dışladıklarıyla, yadsıdıklarıyla güçlüdürler ve öncelikle kendilerini aşan her tür tasarıyı, kendilerinden üstün olan her tür sınıf ya da zekâyı dışlayarak güçlü olurlar. Burada, en yırtıcı deneyimden, hayvanların ve köylülerin deneyiminden çıkma kurnaz bir felsefeden bir şeyler vardır: “Bunu bir daha bize yapamayacaklar, bize ne özveri ne de güzel yarınlar yutturulacak bir daha.” Politik düzenden aşırı tiksinme, filanca politik görüşle rahatlıkla bir arada bulunabilir. İktidarın iddialı bir şekilde ortaya çıkmasından ve aşkınlığından, politikanın kaçınılmazlığından ve iğrençliğinden tiksinme. Geçmişte politik tutkular vardı, günümüzde her tür politikadan tamamen tiksinmeye özgü bir şiddet vardır.

İktidar da büyük ölçüde tiksinti üzerine kuruludur. Tüm reklamlar ve politik söylem, akla ve mantığa açıkça hakarettir, ama bu hakaretten kazançlı çıkan biziz; iğrenç bir sessiz etkileşim girişimidir bu hakaret. Örtbas etme teknikleri sona erdi, günümüzde açık şantajlarla yönetiliyoruz. Bunun prototipi, “beni paranız ilgilendirmiyor,” diyen vampir suratlı ünlü bankacıdır. On yıl oldu bile. Müstehcenlik, yönetim stratejisi olarak geleneklere girdi. Şöyle dendi: İşte, saldırgan boşboğazlığıyla oldukça kötü bir reklam. Ama tersine, tam da tiksintiye, dünyevi isteklere ve tecavüze yöneldiği için toplumsal ilişkilerin tüm geleceğini üstlenmiş, kâhince bir reklamdı bu. Pornografik reklamlar ya da yiyecek reklamları da böyledir: Bir tecavüz ve huzursuzluk stratejisi uyarınca utanmazlığa ve şehvetperestliğe yönelirler. Günümüzde bir kadına, “amınız ilgimi çekiyor” diyerek onu baştan çıkartabilirsiniz. Bu iffetsiz biçim sanatta da galip geliyor. Sanatta karşılaşılan kabalıklar yığını şu tip bir açıklamayla aynı değerdedir: “Geri zekâlılığınız, zevksizliğiniz ilgimi çekiyor. ”Ve bu toplu şantaja, bu kurnazca kötü niyet şırıngalanmasına teslim oluyoruz.

Artık hiçbir şeyin bizi hakikaten tiksindirmediği de doğru. Tüm diğer kültürlerin bozulmasıyla ve iç içe girmesiyle örtüşen eklektik kültürümüzde kabul edilemeyecek hiçbir şey yok, tiksinti bunun için büyüyor; bu izdihamı, en berbat şey karşısındaki bu umursamazlığı, karşıtların bu yapışkanlığını kusma arzusu bu yüzden var. Her şeyi toptan reddetmenin alerjik çekiciliği, yavaşça zehirlenme, yavaşça aşırı beslenme, hoşgörü, güçbirliği ve uzlaşma şantajı.

Bağışıklık, antikor, nakil organ ve reddin bu kadar söz konusu olması bir rastlantı değildir. Kıtlık evresinde yutma ve sindirmeyle uğraşılır. Bolluk evresinde sorun, atmak ve kovmaktır. Genelleşmiş iletişim ve enformasyon fazlası insanın tüm savunmalarını tehdit ediyor. Simgesel alanı, zihnin muhakeme alanının koruyan hiçbir şey yok artık. Neyin güzel neyin çirkin olduğuna, neyin orjinal neyinse orjinal olmadığına ben karar veremediğim gibi biyolojik organizma da kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremiyor artık. Bu durumda her şey kötü nesne olur ve yegâne savunma, ani tepki veya reddetmedir.

Gülmek de sıklıkla, bir iç içe girme ya da korkunç izdiham durumunun bizde uyandırdığı tiksintiye yönelik yaşamsal ve ani tepkidir. Farksızlığı kusuyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi büyülüyor. Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi büyülüyor. Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda da bizi iğrendiriyor bu. Organizmanın, yaşamı pahasına da olsa simgesel bütünlüğünü koruduğu yaşamsal tepki (kalp naklinin reddi). Bedenler, organların ve hücrelerin rasgele değiş tokuşuna neden direnmesin? Peki bu organ ve hücreler kanserde kendilerine yüklenen işlevi neden reddediyorlar?

Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Syf. 70, 73.
Çeviri: Işık Ergüden


ben senden gidemeyenim...


"ışığın kenarına bırak beni
ben senden gidemeyenim"

Engin Turgut

14 Nisan 2020 Salı

İnsan gerçekten "alçak" mı yoksa?




                                                                                                   "Çin seddi bittiği zaman
                                                                               Duvarcılar nereye gittiler"
                                                                                                    B.Brecht

Selahattin Hilav: "fiili olarak bakıldığındaysa alçak bir yaratık insan."  diyor.

Bu ülkenin yetiştirdiği en önemli aydınlardandır Selahattin Hilav.

Ve ekliyor sonra: "Sırpların yaptıklarına bakın, Afganistan'da olanlara bakın, yani iş yok insanda."

Bu anlamda Socrat daha iyimserdir: "Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz, cahil olduğu için kötülük yapar, toplumsal koşullar değişirse insan iyi olur."

Bana öyle gelir ki; insan en büyük kötülüğü, kendi ürettiği bilgiye, kültüre, emeğe, ürüne yabancılaşarak kendisine yapar. Yaşamımızda ne varsa insan tarafından üretilmiştir ama her şey, zaman içinde insanın sorunu haline gelir, zira insan ürettiği şeyden uzaklaşır ya da uzaklaştırılır. Bunun adı yanılsama mıdır, kandırılma mıdır bilemem ama şunu çok iyi biliyorum; insan ürettiklerine yabancılaşarak kendisini küçültür, yok eder.

İşbölümünün, malın malla değişiminin ve zaman içersinde paranın ortaya çıkmasıyla insan kendi ürettiği her şeyin "esiri" olmuş ve toplumlar bu "esaret" üzerine varlıklarını inşa etmişlerdir. Ve böylece insan tarafından şekillendirilen hayat, insanı ezen, bitiren bir mekanizma haline gelmiştir. Ve insan; kendi gücünü ve yeteneğini düşlere ve düşsel varlıklara bırakır olmuştur.

Ve sonra korkular,
Ve sonra yenilgiler,
Ve sonra savaşlar,
Ve şimdi; savaşın bütün imkanlarını yaratan insan; anti militarist olmayı erdem saymaktadır.

Dünya başka türlü olabilir miydi?

Sanmıyorum.

İki temel nedeni var bunun: İnsanın içindeki vahşet ve kapitalizmin eşit olmayan yasası.

"Kötü ama "gerçek" dedikleri bu olsa gerek!

Bir başka şey: Dünya aylardır üretim dışında kullanılan paranın manipülasyonunda yaşanan "kriz"i tartıştı, tartışıyor.

Bu, doğrudan yoksulların sorunu muydu? Hayır.

Ama gün gelecek bu "kriz"in faturasını yoksul insanlar mı ödeyecekti? Evet.

Peki bu "kriz"i çıkartan kimlerdi?

Üretimden kaçan, korkan, para babaları.

İşte böyle.

Sistem ve sistemi yöneten "insanlar" öylesine acımasız ki, sıradan insanlar hayat karşısında şeyleşiyor. Yabancılaşma denilen belanın en kötü şekli de budur. İnsanın kendi yarattığı şeyler karşısında "şeyleşmesi."

Bu durumda yapacak hiçbir şey yok mu?

Olmaz olur mu? Var elbette.

İnsanın hayatın hemen her alanında saldırıya uğradığı bir çağda yaşıyoruz. Bu bunalım bence insanın estetik bilincini geliştirecek ve insanlık kültürün bütün biçimlerinde yeni sıçramalar yaşayacaktır.

Bütün bu "alçaklığın" ve "kötülüğün" karşısında onuruyla, sağduyusuyla karşı koyacak potansiyel yine insandadır.

Ben iyimserim, siz de iyimser olun lütfen!

Metin Güven
Onaltıkırkbeş, Aralık 2008, Sayı: 25