Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

28 Şubat 2014 Cuma

Bir Ağacı İlk Adıyla


Sen ki ipek örtüler gibi kımıldıyorsun içimde
garsonların, aktarların ellerindeki yaz güneşleriyle
durgun sularımsın, aksın mı akmasın mı bir türlü
çevrilmiş iskemleleriyle kır kahvelerinin
ıslak kilimler gibi günler geceler
yabansı bir koku almış yürümüş
yüzünün en güzel yalnızlığından,
oysa yılın ilk çıtırtıları içindeyiz
dün yağmur yağdı, yarın yine yağar
her yerde bir sümbül sesi, masmavi
bir zar gibi kaplamış dünyayı
dünya dediysem, bir yalnızlık seninle sen arasında

biz bu yalnızlığı aldık, çarşılar pazarlar gezdirdik
örtük kapılarla sıkı sıkıya
sözgelimi bir sandal ölüsüne doluşan bir tutam gökyüzü
bir bulutun gecikmesi, bir adamın dalgınlığı
bir atın sürçmesi, sonra vurulması
sonra o uzaklık, korkuluklar gibi dikilmiş bahçelere
sonra yüzün yarıya inmiş bir bayrak, bir dilim gün ışığı
bir elma gibi tutuyorum aklımda seni
bazen yeşil, bazen göz alabildiğine sarı
işte, ağır ağır büyüyorsun da nedir öyleyse bu kamaşma
bir ağacı ilk adıyla çağırmaklık, nedir öyleyse bu karanfil
patlaması

aşksa aşk, her yengeç kendi suyunda sevgilim


Sessizliğin lehçesi


Kelimeler zihnimdeki denizde köpüren baloncuklar gibi uçuşurken, otağımı herkesten soyutladığım bir kalderanın ortasına kurmayı seviyorum. 

Sebep mi?

"Bazı insanlar ses çıkarmadan da konuşurlar" ve bazı duygular sessizliğin lehçesiyle yazılır da ondan...

27 Şubat 2014 Perşembe

Başka arzunuz var mı efendim?



-En makbul erkek en az düşünen erkektir, değil mi?
-Bilemiyorum, dedim.
-Öyledir öyledir, dedi Şenay, kadınlar onların yerine de düşünür, erkekler davransın yeter, düşünme işini kadınlara bıraksınlar.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Başka türlü


İçimde büyüyen ve gözü bir an önce yaşlanıp huysuz bir ihtiyara dönüşmekte olan canavar, aşkın gençlere bırakılması gereken bir ayrıntı olduğunu iddia ediyordu. İnsan yaşadıkça öyle şeylere tanık oluyordu ki, âşık olması halinde kurtulması gereken çekingenliğine ve güvensizliğine daha bir sarılıyor, karanlık bir ara sokakta kıstırılmış gibi sırtını belirsizliğe iyice yaslıyordu. Âşık olmak için tasasız olmak gerekiyordu. Başka türlüsü de olurdu tabii; kurşunların altında, kolera günlerinde, doksan yaşından sonra da aşk olurdu ama o zaman da film ya da roman olurdu.

Bana Baktığın Gibi Bakma


Bazen bütün dünya, ne bütün dünyası, bütün evren, bir tek zavallı insana karşı cephe alır. Elini kolunu bağlar, işlerini tersine çevirir, elini attığı her şeyi çamura bular. Bazen de insanın her işi yolunda gider, hayat gül bahçesine dönüşür, her kapıdan kazandınız, diye bağıran hostes kızlar fırlar. Ama bazen de insanlar işleri öyle zorlaştırır, en basit ve açık her işareti anlamlı kılabilmek için öyle çok uğraşıp tadını kaçırır ki, ne evrenin elinden bir şey gelebilir ne kederin. Ne de benim.

24 Şubat 2014 Pazartesi

İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına


ben çıplağım, çıplağım, çıplak
sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve aşktandır tüm yaralarım benim
aşktan, aşktan, aşktan.

Furuğ Ferruhzad

Dağ Silsilesi



5.
Sırtı vadilere gömülü
bir güvercinle buluşuyoruz gizlice: Evimiz
kurumuş bir nehir yatağı
Pembe bir akşam oluyor biz öpüştükçe...
Ah! Günbatımı
                 bir komplodur bazen
Aşk'sa kaydolmaktır hayat'a
Biliyor musun sen de ne yap? Git!
Bir dağ silsilesi ile arkadaş ol!
Kuşlarla birlikte yargılan
Çünkü bir kuş
                 çekmez sesini kenara
çarpışmamak için Bahar'la

Sessizlik Sancısı


Erkek sessiz kalıyorsa utangaç birisidir.

20 Şubat 2014 Perşembe

dede tespihlerinden bir oğul


önümde eğilmiş dalların
sarılmış dumanları gibi mi kederli başım
su bana bazen her şeyi anlatır
ben onun içindeki oğula
ninemden haber sorarım

kaldım ateş ucunda gölge odaların
inanmak için tuza ve kutsala
gittim ayna dibinde sır oldum
her şeyi unutmaya

bir zaman göze gelen evlerin
yakılmış pencerelerinde
ağacını kuyuya gömmüş
dede tespihleri bir oğul olarak buldum kendimi

yol bilmez akıyor fırat suyu
buğdaylara dokunarak sürdürüyorum kalbimi

A.Barış Ağır

Mistik Düşünce Geleneği


İslam mistizmi şeklinde değerlendirebileceğimiz tasavvuf, kişi temelinde yaşanan dinî tecrübeyi en içsel noktadan yakalayarak bunu, düşünce estetik zevk ve ahlâkla bütünleştirmeye gayret eden bir tavra işaret eder.

Fakat o, daha önceki bahislerde, felsefe için ifade edildiği şekliyle, "kendisini akılsal nedenlerle meşrulaştırabilme, haklı çıkarma iddiasında olan entelektüel bir faaliyet biçimi" değildir. Hatta felsefede cevaplardan çok sorulara dayalı olarak gelişen mesafeli yaklaşım, tasavvufta yerini, verilmiş olanla daha bir kucaklaşmayı ve onun iç anlamlarında daha bir derinleşmeyi sağlayan bir kabullenişe bırakmıştır. Sadece, içten kavranabilecek olan özüyle bireysel coşkunun egemen olduğu bir buluşmayı özlemesi, Tasavvuf'un sistematik düzeyde kendini kanıtlama ihtiyacında olmadığını bize göstermektedir. Bütün mistik tavırlarda olduğu gibi, böyle bir yöneliş, (felsefenin istemiş olabileceği gibi) akıl yürütmelerle sürdürülen ve neden-sonuç ilişkilerinin sağladığı bir açıklama çabası değil, içinde veya karşı karşıya bulunulan Varlık (ya da Hakikat) alanına bir nüfuz ediş, onda kendini fark ediş ve bu yolla yine kendini bir "sır" halinde öznel olarak yakalamayı arzulayıştır.

Boğaziçi'nde Târih


İşte kendi hakîkatiyle âşinâlık kurabilendir ki, kendini kendi aynasında görür. Kendini kendi aynasında görendir ki, kendinin Hakk'ın aynasında görür. Kendini Hakk'ın aynasında görendir ki, kendini cümle âlemin aynasında görür.

Özgürlüğüm Merhaba

Gereğinden çok birlikte yürüdük sizlerle
Atamadığım saframdınız ölümcül kederim
Yorgunluğuma neden yükünüz yüreğimdeki
Yüzümde konaklayan bulut sisin göklerinizden

Söndürmüştünüz ateşini içimdeki külhanın
Köz küllenmişti anlamsızdı tükenmişti söz
Nerede unutmuştuk güzelim dilini sevginin
Her gün biraz daha azaltarak birbirimizi
Yürüyorduk safran sarısı bir beraberliği

Çıkardım üzerimden sonunda o eskil yalnızlığı
Ey bedeli pahalıya ödenmiş özgürlüğüm merhaba

Görünmeyen, Okuma Notları


Türkçeye Seçkin Selvi tarafından çevrilen, Paul Auster'in okumayı yeni bitirdiğim "Görünmeyen"i için birden fazla günâhın kitabı diyebilirim. Hele kitabın kahramanı Adam Walker ile kendinden bir yaş büyük ablası Gwyn'in ensest ilişkilerinin yer aldığı II.Bölüm affedilmesi mümkün olmayan bir suçu anlatıyor. Bu ilişki insanın ar duygularını kabartıyor ve okuma sürecinde adeta öfkeden çatlayacak hâle geliyorsunuz.

Kitabın son bölümünde; yayıncıyla yaptığı konuşmada, Gwyn bu ilişkiyi reddediyor. Kardeşinin yazdıklarının bir fantezi olabileceği tahmininde bulunuyor ama bu açıklama hem anlatıcının hem okurun belleğindeki soru işaretlerinin dağılmasına yetmiyor. 

Matruşka bebekler gibi içiçe geçen bölümlerde- özellikle- ilk üç bölümde- Walker'in yaşadığı cinsel açlık, 84.sayfada zirve yapıyor ki buraya eklediğim kısa alıntı Walker'in ruhsal yapısıyla ilgili size bir fikir verecektir.

"Bir kuluçka makinesine hapsedilmişsin gibi geliyor ve yavaş yavaş kütüphanenin sadece tek bir şeye cinsel fanteziler kurmaya yaradığını anlıyorsun. Bunun neden başına geldiğini kestiremiyorsun: ama soluk alınamaz havada ne kadar uzun kalırsan, kafan o kadar çok çıplak kadın hayaliyle doluyor (ve bu bağlamda düşünmek sözcüğü uygun düşer mi bilmiyorum ama) düşünebildiğin tek şey güzel, çıplak kadınlar oluyor. Bir kadının duygularına hitap edecek tarzda döşenmiş yatak odasında değil, sessiz sakin bir çayırda değil, şuracıkta, kitaplığın zemininde, milyonlarca kitaptan havalanan toz zerreciklerinin arasında kan ter içinde yuvarlanarak Hedy Lamarr'ı beceriyorsun. İngrid Bergman'ı beceriyorsun, Gene Tierney'i beceriyorsun. Sarışınlar ve esmerlerle, kara derililerle ve Çinli kadınlarla, şimdiye kadar aklına düşmüş ne kadar kadın varsa hepsiyle düzüşüyorsun, teker teker, ikişer ikişer, üçer üçer. Saatler ağır ağır ilerliyor"

Kitap bittiğinde kurguda eksik kalan parçaların nasıl tamamlanması gerektiğini sorgulamadan edemiyorsunuz. Örneğin Walker'in odasına uyuşturucuyu kimin yerleştirdiği netleşmiyor. Cedric Williams cinayeti faili meçhul izlenimi vermeyi kitap boyunca sürdürüyor ve cinayeti işleyen gerçek suçlu ya da suçlular net değil.

Daha uzun bir değerlendirme yapabilirdim belki. Fakat yine de bu kısa açıklama şimdilik yeterli olur sanırım.

Ve kitap için notum, on üzerinden altı.

Özlemenin Kuralı Yok


Onu hâlâ özlüyorsun, değil mi?
Artık özlemiyorum. Bugün bana anlattıklarından sonra özlemiyorum.
Ama daha önce özlüyordun.
Evet. Özlemek istemiyordum ama  yine de özlüyordum.
Adam manyağın teki, biliyorsun.
Doğru. Ama manyaklara âşık olunmaz diye bir yasa mı var?

Ürperti

Sisini kendi yaratan gemi
Kayıp gidiyor ayaklarımın altından
Çırpıyor kanatlarını zıpkın kuşu
Sisin içinde
Denizde zaman yok.

Yanmış bal kokuları getiriyor rüzgâr
Kıyıdaki camlardan
Döl tozlarıyla.

Ben de bir tohumum burada
Uyarılmış bir tohum
Beni kıyıya
Bırakan bana
Denizde zaman yok.

Saflığın ve güzelliğin 
Büyük zamanı...

19 Şubat 2014 Çarşamba

Bozkırkurdu


Bugünün pek az şeyle yetinen basit ve rahat dünyası için fazla iddialı ve açsın, seni kendi içinden tükürüp atıyor bu dünya. Günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek iş, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz.




Seriler Kitabı


Ben sizin bende görmek istediğiniz biçimlerin arasına koyduğunuz mesafeyim.



18 Şubat 2014 Salı

İçinde aşk olmalı, aşk.


Seks sekstir Adam, iki taraf da istediği sürece her türlü seks iyidir. Bedenler dokunulmaktan, öpülmekten hoşlanır, gözlerini kaparsan kimin dokunduğu, öpenin kim olduğu önemli değildir.


Masalını Yitiren Dev


Çocukluk bir dev masalıdır. Masalı bozulmuş çocukluk ne ise, masalını yitiren dev de odur. İkisi de şaşkın, güçsüz ve umarsızdır. Birbirlerini yitirdiklerinde, çocukluk devin, dev çocukluğun büyüsünü bozar. Büyü bozulunca, çocuk yaşamı boyunca, masalını arayan bir dev gibi çırpınıp durur.






Sabır İçin İlahi


Çağrılı geldim uzunca eğlendim
Sonsuz duracakmış gibi güldükçe insanlar
Gidecekmiş gibi gülümsüyorum

Yüreğimde kıldan testere
Bir yanartaşı yürüyorum döne döne
Hayatın dilvermez karıncasıyım

Günle yarışan bedenime dokunsam
Acıyor mu vurdukları yer eskisi kadar
Belki de alıştım

Ses vermiyor özlediğim, susturmuşlar
Yok, sevgiden yandım
Savatlı gümüşüm, eskimezdim
Sabrı deniyorum.


Paltomda Unutulmuş Çiçekler


Bir hatıra eğer yaşandığı gibi hatırlanmıyorsa artık hatıra değildir.

The Winner Takes It All


17 Şubat 2014 Pazartesi

104.Sone


Doğum bekleyen çağ, bak korkum değil nafile:
Güzelliğin yazı sen doğmadan  ölmüş bile.

Çavdar Tarlasında Çocuklar

"Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."

16 Şubat 2014 Pazar

Görünmeyen


Margot makyajsızken, etrafındakilere sergilediği o çarpıcı dişi objeden çok daha yumuşak, çok daha ayağı yerde görünüyordu. Margot çıplakken, yeniyetme göğüsleri, ince kalçaları, çırpı gibi kolları ve bacaklarıyla zayıf, hatta çelimsiz görünüyordu. Dolgun dudaklı ağzı , göbek noktası hafifçe çıkık düz karnı, yumuşak elleri, kasıklarında sık tüyleri, eti sıkı kalçaları ve o zamana kadar dokunduğum bütün ciltlerden çok daha yumuşak teni vardı. Bir bedenin parçaları, önemsiz, değerli ayrıntılar. Başlangıçta biraz çekingendim, ne bekleyeceğimi bilmiyordum; benden çok daha deneyimli  bir kadının yanında bulunmaktan , işini bilen birinin kollarındaki acemi olmaktan, o güne kadar hep karanlıkta, tercihan yorgan altında ve hep kendisi kadar utangaç ve toy kızlarla sevişmiş olan ve çıplaklığından utanıp sıkılan bir beceriksiz durumuna düşmekten korkuyordum. Ama Margot öylesine rahattı, ısırmak, yalamak, öpmek sanatlarında öylesine bilgiydi ki beni elleriyle ve diliyle keşfetmeye, atağa geçmeye, baygın düşmeye öylesine coşkulu , kendini hiç çekinmeden ve utanmadan vermeye öylesine hazırdı ki, çok geçmeden ben de kendimi kapıp koyverdim. Margot, bir noktada , Eğer iyi geliyorsa iyidir, dedi ve o beş gece boyunca bana verdiği armağan bu oldu. Artık kendimden korkmamayı öğretti bana.

İçgüdü


Bir kadının ilk aşkı içgüdüseldir

Çölde Yalnız

çöl saydamdır, güz de...

herşey o kadar üstüste
ki yalnızlık kime bindi bilmiyoruz!
kimine kat kat kumaş ve biniş.
çöl bir imâ idi, güz bir serzeniş;
  ve önümüzde
geçen aşklar, duran aşklar!
onlar da üstüste top top ve belki
bir aşkı mı taşıyordur öteki?
öyle ki, var Zaman, her sözümüzde...

bak a yalnızlık, kim bu teni
  sana ısmarladı?
bu harap kumaşla böyle nereye?
âh, kağşamış bu teni sen
  hangi divâneye
giydirdin de yüzünü açtı aynalar?
  ve yüzümüzde
hangi aynanın izi kaldı; -ve niye?

âh, sır bitti, sır bitti, eriye eriye!

15 Şubat 2014 Cumartesi

Aidiyet


İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir.

Yalnız Kadın


nasıl yağmur yağarsa yalnızlığına şehrin
öyle mahzun ve yalnız kadınlar tanıdım
denizler ortasında geniş ve derin...


13 Şubat 2014 Perşembe

Graffiti


Yarısı Yenmiş Ruhlar İçin Ağıt



Buradan uzaklaşacaksın madem yol hazırlığı niyetine duymazdan gelme olur mu söylediklerimi/öyle bir an gelir bir heceye tutunabilir insan tüm yaşamı boyunca/kime ne kadarı ulaşır belli değil ama...

Neye inanıyorsan ona yemin edeyim
Dört yanımız heybetli bir tuz gölü
Yaralara iyi gelen mi, nerde
Kurutan, kendine katan

Acıklı bir filmken iyiydik
Yersiz bir romana düşünce kötü
Konuşmalarımızı elinde tutan yazara
Biz ne söylesek aslı astarı yok

Aslında bir de iyi yanından bakalım
(Diyelim ki faydacı bir görüşe inanıyoruz)
Hibrit yanlarımızı bıçakla kazıyıp
Gelecek nesillere aktarabiliriz
(Slogansız konuşmalara kimse inanmaz)

Yine de uzaklaşmak iç açıcıdır/eğer dönüş yolu hiçbir kayba yol açmıyorsa/merkezin dışına çıkan her noktaya saygı duymalıdır çember/ "iyi değilim" itiraf değil de tespitse korkuya yakın durmalı/iki göz bir kalp hangi yarıçapa sığar ki zaten/oldum olası seyyahlara meyyaldir aklım/uzak dur/ güzergâhım tuzaktır

Seval Koçoğlu


Kitaplar ve Sigaralar



Entelektüel özgürlüğün yok edilmesi gazeteciyi, sosyoloji yazarını, tarihçiyi, romancıyı, eleştirmeni ve şairi -bu sırayla- kötürüm bırakır ve düşünce özgürlüğünün ortadan kalktığı yerde yazının ölüme mahkum olduğu kesindir. 

Totaliter bir çağda düzyazı yazarının suskunluk ve ölüm dışında bir seçeneği yoktur.


Güz'e Düş Şu Kuşları

"Kuşları unut, bir temmuz gecesinde tüm sevi umunanlar için kumsallarda aynı şiir okunur göğün yüzüne. Ve masal kahramanları bundan pay almayı bilir. Su kuşu, hepsinden uzak olduğu için uçamadığı tüm kumsalları aynı adla öter. Sen gecenin birinde şiir yazmaya kalkarsın ama bir şeyler izin vermez -sözgelimi Kadıköy'deki kaldırım taşları- Sen, şiir yazdırmıyorlar diye onlara kızamazsın. Aynaya bakıp, kendine niye kızar insan?"

Güne Yorgun Uyanmak

Ne çok şey yüklüyorum senin sessizliğine
Üzgün dizeler geçiyor gecenin içinden
Gecenin ilmiklerinden üzgün desenler
Düşünmek acı veriyor eski fotoğrafları
Yüzümü saklamak için dikenli bohçalar:
Aklım sana karışıyor, sessizliğine...

Ne çok şey yüklüyorum senin sessizliğine
Çocukken, karanlık bastığında,
Usulca ağaçlanan kaybolma korkuları
Geçse de o korkular
En çok gözyaşı dönüyor dünya yerine
Ağlayan bir küçük kız, suya dökülen bir ay
Küçük sevinçler filan
Benzemiyor ilk öpüşte duyulan ürpertiye...

Ne çok şey yüklüyorum senin sessizliğine
Tırnaklarım kanıyorsa kayaya gül ekmekten
Nergis Aşılamaktan keder fidanlarına
Yaşadığını söyle: "Yarın diye bir şey yok!"
Demek var, bir rüyada eğilip gözlerine...

Ruhun yaralarını süzen gözlerin bilir
Onaran gözlerin bilir, bir yaprak
Sarmazsan, kanayan atlarımın yeleleri de soğur
Bir yaprak, o nergisten ürperen yerlerine



Otopsisiz Çürümek

"Aşk cürüm işlemek için teşekkül oluşturmaktır
bir bedene tutunup raksedelim şimdilerde"

Marlene


Acıyor

"Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun
sevgim acıyor"


Yaşamımdan Anılar

"Geçmiş; çürük dişin dibine yapılan bir anestezi iğnesi gibi uyuşturup yarı uyanık bırakıyordu beni"


Birdenbire

"Arzu, hissedildiğinde bir hayal değildir, vardır"

Umberto Eco

Bu

"Ve insan durduğu yerde kaybeder sevgilim"

Semi Hü Polat