Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat
30 Haziran 2017 Cuma
28 Haziran 2017 Çarşamba
Zamana Dokunmak
Gözlerimizi
aralayıp da bizi kalabalıklardan soyutlayan perdelerimizi kaldırdığımızda,
ardına saklanacak yeni örtüler buluyoruz kendimize. Bir sokağa, bir parka yahut
bir sınıfa adım attığımızda altına sığınacağımız banklar, masalar, sıralar
arıyoruz. Hepimizin her gün özenle parlattığı, yüzeylerine toz kondurmadığı
maskeleri var. Bütün tozu sahte yüzlerimiz elverdiğince ciğerlerimize çekiyor,
gerçekleri içimize sıkı sıkı bastırıyoruz. Günlük yaşamın kırılmak bilmez
monotonluğunda bizimle birlikte gizlenen duygularımız var. Nereden mi
biliyorum? Çünkü benim de, sizlerin olduğu gibi, söylenmemiş sözlerim var; asla
söylemeyecek olduklarım ve söylemek için doğru zamanı beklediklerim. Sesim
yalnızca filtrelenmiş gerçeklere hayat veriyor. Kıyafetlerim ütülü, seyirciler
için seçtiğim ifadelerim hatalardan arınmış, dudaklarım yer çekimine düz bir
çizgide direniyor. Beni neyin mutlu edeceğini düşünmeden önce başkalarının ne
düşüneceğini sorguluyorum defalarca. Sizlerde de kendimdeki bu yoksunluğun,
gizlenmişliğin emarelerini görüyorum. Peki ya maskelerim, maskelerimiz,
gerçekten kalktığında kimim ben, kimiz biz? Bizi biz yapan hislerimizi,
insanlığın şiddetten ve sahtelikten uzak saf anlamını unuttuk mu?
Size ve
maskelerimden birinin hâlâ konakladığı yüzüme bir ayna tutuyorum. Gözlerinize
bakıyorum çünkü biliyorum ki her şey o parlak kürelerde gizli. Yaşam ile ölüm
oradan yansıyan ışıkta ayırılıyor, duygular orada, irislerinizin hemen ardına
zincirlenmiş, dışa vurulmak için çığlık atıyor. Kendi gözlerimde bastırılmış
düşünceler görüyorum. Eğer kelimelerimin düğümünü çözsem ruhumun senfonisini
duyacağım. Zincirlerimizden kurtulduğumuzda dünya kocaman bir konser sahnesine
dönüşecek, biliyorum. Yalnızca benim kulaklarımda yankılanan kendi senfonimi
sizler için çalıyorum bu sebeple.
Senfonimin
duyulmayı arzulayan belli belirsiz melodisi hayatın akışında yitip gidiyor
sonunda. Zaman, nihayetinde bütün ölümlü ruhları yutuyor. Öyleyse neden yaşarken
de ona dokunamıyoruz? Oluşturduğu nehrin sonsuz akışına kapılıp ilerlemek
yerine yüreğine uzanıp oraya parmak izlerimizi bırakamıyoruz? Ben, birçoğumuz
gibi, hatırlanmak istiyorum. Dünyanın rengârenk yüzeyine ismimi
kazıyamayacaksam, çağları kapatan bir isim olamayacaksam bile ölümümün kendi
hikâyemdeki bir noktadan ibaret olmasını istemiyorum. Parlak kürelerim sönüp
göğüs kafesim ölü ciğerlerime mezar olduğunda bile varlığımın bir parçasının
zamana tutunmasını istiyorum. Çünkü zaman, canlı ya da cansız her şeyin
yüzeyini, tıpkı suyun yaptığı gibi, aşındırırken kendimizi hatırlanabilir
kılmak için tek atımlık kurşunumuz var. Kaygılarımızın, maskelerimizin arasında
bu gerçeği hızlıca kaybediyoruz: En iyi ihtimallerle bile, yaşamakta olduğumuz
an ikinci bir defa önümüze sürülmeyecek. Çocukluğumuz, gençliğimiz, başkalarını
düşünerek almaktan vazgeçtiğimiz kararlarımız geri dönmeyecek. Biz bugünde
yaşıyoruz ama kendimizi baskıladığımız her günün sonunda o “bugün”ü
yitiriyoruz. Gerisi belli: Kaçırılacak yeni bir “bugün”, solup gitmeye yüz
tutmuş fırsatlar, değeri bilinmemiş yüzlerce başka an.
Neyi bekliyoruz?
Kimse yüzümüzdeki maskeleri ve yataklarımızın altında sakladığımız onlarcasını
bizim için kırmayacak. Küçük bir çocukken yatağımın altında saklandığından
korktuğum canavarların o maskelerim olduğunu benim için söylemeyecek kimse. Her
birimiz maskelerimizi, yaşadığımız toplumun, içerisinde doğduğumuz ailenin ve
belki de kendi seçimimiz olan arkadaşlarımızın beklentileriyle şekillendirdik.
Dışlanma ve küçük görülme korkularıyla dışlarını boyadık ama en nihayetinde
hepsini kendi ellerimizle yaptık: Bizim suçlu el işçiliklerimiz ama gerçek bizi
asla tanımlamayan imzalarımız… Ben artık bir başkasının beklentileriyle
yoğurulmuş geleceği yaşamak değil, içinde bulunduğum anı yaşamak istiyorum. Bir
yerlerde saklanmaktansa bir masanın üzerine tırmanıp yaşadığımı haykırmayı
arzuluyorum. Ardına saklandığım porselen yüzlerimi parçalayıp dudaklarımdan
dökülememiş bütün sözleri kafeslerinden teker teker çıkarmam, ciğerlerimdeki
tozu atmam gerekli. Gerçek beni önünüze serip sizleri tanımalıyım, bu sefer yüz
yüze değil, ruh ruha. Bırakın kırışık kalsın kıyafetleriniz, bırakın canlılığın
sağlıklı kırmızısıyla dolsun yüzleriniz ve dudaklarınızın kenarları ne
tebessümlere ne de tarifsiz hüzünlere dirensin.
Ruhlarımızdan
oluşmuş bir orkestrayı dinleyelim düşüncelerimiz tanışırken.
Selen Özkan
Kaynakça Haft,
Steven (Yapımcı), Schulman, Tom. (Senarist) ve Weir, Peter. (Yönetmen). (1989).
Ölü Ozanlar Derneği [Film]. ABD: Touchstone Pictures.
Etiketler:
Carpe Diem,
Ölü Ozanlar Derneği,
Selen Özkan,
Zamana Dokunmak
24 Haziran 2017 Cumartesi
Delirium Nöbetleri
1-Kendimi hazırdan tüketen karınca gibi hissediyorum. Çalışkanım, tutumluyum, azla yetinmesini biliyorum ama şimdi itiraf zamanı. Yalan değil. Ağustos Böceğine imreniyorum.
2-Herkes başkasının gök’yüzünde arıyor yitik zaman şehrini.
3-Giden gitmiştir gitmesine de gideni
kim gül gibi saklar? Kim uzak tutar içindeki recm ateşinden?
4-Bir dargın bir barışık. Tekrara
düşmekten korkmuyoruz. Kar, yağmur, sıcak ne gam! Mart kedileri gibiyiz
çatılara tırmandıkça.
5-Omurgası kırılmış bir yüzyılın
ortasından yürüdüm. Roma’nın, Konstantiniyye’nin fethi gerçekti. Sana yara
bandı gibi sarıldığım, bana büyülü rüzgârlar bağışladığın da gerçek.
6-Bilmiyorsun; karanlık mahzene
kilitlenip bir küpün içinde yıllarca bekleyen şarabın sabrını. Üzüm nasıl gözyaşı döker teveğinden
koparılınca, bilmiyorsun.
7-Sarhoş muyum ayık mı? İpini kırmış
uçurtmayım. Düşersem, badem ağacına dönüşür gizli gizli büyürüm engin toprağında.
8-Bir sesinin buğusuyla kucaklayan
insanlar vardır bir de sessizliğin cevheriyle sarılanlar. Sessizliği tercih ediyorum.
Mânânın derinliğini. Ey benim en güzel, en acı yenilgim. Seni nar
rengini giyinmiş şafağın gölgesinde kucaklıyorum.
9-Muazzam ve muazzez ruh okyanusunda
küçük bir damlayım. Düşüncelerim sonsuz gerçekliğin dalgalarına dokunuyor.
Şarklıyım. Eflatunlar giymişim. Durup kalbimi yokluyorum. İçimin eyvanındasın. Âh!
Zihnimi geceler sıcak tutuyor, gövdemi içinden nehirler geçen şehirler.
10-Gevrek bir ağaç dalı nasılsa öyleyim.
İnce, naif ve kırılgan, adını kumların üstüne yazıyorum. Yüreğimin dili coşkuyla
titriyor. Kum sonsuz. Düş sınırsız. Parmaklarım ölümlü. Anımsa. Özlemek kumdur
demiştim. Kum saklı cennettir, geçmişe dokunduğumuz sürece…
11-Kehaneti bıraktım. Artık geleceği
görmüyorum. Geçmiş acı ve tatlısıyla orada duruyor. Sahip olduğum tek şey nefes
aldığım ânın büyüsü. Carpe, carpe, carpe
diem!
12-En zengin, en cömert hâllerin aklımda. Vadideki zambaklar gibi boy veriyorsun içimin Z Bölgesinde.
13-Hayatın gazozuna anason karıştırıp
onu serseme çevirmeyi öyle çok isterdim ki! Serseme dönmüş bir hayat, çakırkeyf
olmuş bir hayatın içinden koşarak geçmek. Bazen uçmak, dağlara doğru bağırmak, bazen kuş gibi deli devre
şakımak. Evet, delice şakımak. Fena
olmazdı. Eğlenceli, hatta çılgınca olurdu. “Hayat
sevilince sevince güzel” denir bir şarkıda. Yanlış! Hayat delirdikçe ve çılgınlaştıkça güzel.
14-Kimin yüreğine girmek istesem
anahtarsız kapılar. Bazı kapılar yalnızca içerden açılırdı. Unutmuşum. Ya evde yoksan?
15-Günlerin uzunluğu canımı yakıyor. Duvarların
arasına hapsolmak sabrımın çeperini yaralıyor. Bekledikçe zaman kavramını, zamana
dokunma arzumu yitiriyorum. Belleğimde yanıp küle dönüşen ormandan kurtardığım
zeytin ağaçlarını gülüşünün coğrafyasına miras bıraktım. Elimden ormana üzülmekten başka bir şey gelmiyor. Benden uzaklaşan her şeyin gerçekte bana ne kadar yakın
durduğunu keşfettiğimden ândan beri –ne tuhaf- şizofreninin sıcaklığına teslim
ettim ruhumu.
16-Bütün varlığım işgâl altında. Bütün
kalelerim zaptedilmiş. Mut şehrine çıkış kapalı. Bir bakış, insancıl bir gülümsemenin
tozudur belki de aradığım anahtar ve biliyorum sadakat ülkesinden, gök’yüzünden
gelecek beklediğim özgürlüğün müjdesi o bergüzar.
17-Elbet birgün zamanın alevi söner. Olan
biten her şeyi sessizlik kuşatır. Gümüş nehirler akar insanlığın özüne ve dünyanın
hüneri biter. Aşk kalır geriye. Aşk bakidir. Albahardır. Aşk gümüş suların
gizine akar.
18-Yokluğu kusurlarımdan bildim varlığı kenz-i mahfiden. Hiçbir hayalim yok desem de nihayetinde âdemoğlusun, duramıyor, bağlanıyorsun işte. Bağlanıyorsun; yaşamak, sonsuza değin kuş gibi yaşamak tutkusuna.
19-Doğdum, yaşadım, ölüyorum. Hiçbir şey anlamadım hiçbir şey. İyileşmeyen, nasırlı bir yara gibi ağrıyan şu koskoca dünyadan.
20-Köprücük kemiğindeki çukura gömülmek
istiyorum.
fy
3 Haziran 2017 Cumartesi
Uyu uyu uyan yarim...
"Düşler kapısı, ardına kadar açık,
Kuş sütü havuzunda mısın şimdi?
Seni, morların en güzeli çağırıyor
Çıkacaksan anadan doğma çık"
Mustafa Necati Karaer
Etiketler:
Merve Yavuz,
Müzik,
uyu uyu uyan yarim,
Video
Düşler kapısı, ardına kadar açık...
Etiketler:
dize,
Mustafa Necati Karaer,
parmak uçları,
Sonbahar Değirmeni,
Şiir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)