Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

30 Ağustos 2014 Cumartesi

E.S. Posthumus/Nara


Yaşam Ve Yazgı


"Kendisi de sonsuza dek sürecek, ancak hiçbir zaman iyiliği alt edemeyecek olan kötülük tarafından yenilmeyecek iyiliğin doğduğu bir yerde çocuklar ve yaşlılar ölecek, kan akacaktır (...) İnsanın tarihi, kötülüğü yenmek isteyen iyiliğin savaşı değildi. İnsanın tarihi, insanca olan şeylerin tohumunu ezip öğütmek isteyen büyük kötülüğün savaşıydı. (...)

Ama insanın iyiliğinden kuşkulanınca, iyiliğe olan güvenimi de yitirdim. İyiliğin güçsüzlüğüne üzülüyorum! Ne çare ki iyilik bulaşıcı değil.

İyiliğin, güzel bir çiy tanesi kadar güçsüz olduğunu düşündüm."

Yaşam ve Yazgı/Vasili Grossman syf.122,123

22 Ağustos 2014 Cuma

Who will take my dreams away/Marianne Faithfull


İşgüzar


"Otobüsteydi. Gözünü dalıp gittiği yoldan, yan koltukta oturan Özcan’ın okuduğu gazeteye kaydırdı. “Ne olacak bu milli takımın durumu kardeşim. Yılların tecrübeli oyuncuları varken yenilerle cümle âleme rezil oluruz. Hava toplarında şansımız iyice zayıfladı. Takım deneme tahtasına döndü. Bu hocanın yaptığı tam bir işgüzarlık” dedi.

“Futbolda genç ve çabuk oyunculara fırsat vermeli. Onlara güvenmeli. Hoca geleceğin takımını kurmaktan bahsediyor ağabey” diye cevapladı Özcan.

Elini sallayıp umursamaz bir şekilde omzunu silkti. Oturduğu koltuğun penceresinden dışarı baktı. İçinde bulundukları servis aracı dağlık ormanlarda kesilen çam kütüklerinin sele kapılarak sürüklenmesi gibi hızla akıp giden trafiğe kapılmış, üç şeritli yolda kıvrıla kıvrıla ilerliyordu.

Havalandırmadan vuran rüzgârla üşüdüğünü hissetti. Sonbahar geliyordu. Ağaçlar yapraklarını döküyor, yaşam güz libasını giyinmeye hazırlanıyordu. Sıcak iklimlere göç hazırlığında olan kuş sürülerinin uçuşlarını gözden kayboluncaya kadar izledi. Her şey yavaş yavaş değişiyordu. Mevsimler gelip geçiyor, her gün gidip geldikleri güzergâh, üç şeritli yolun kenarındaki akasyaların uzayan ince dallarının zaman zaman aracın metal gövdesini yalayan öpüşü bile değişiyordu. Radyo haberleri, şarkılar, dünyayı omuzlayan insanın yaşam koşulları, çevresindeki tanıdık yüzler birer birer eskiyordu.

Yola paralel uzanan üç beş katlı eski, ahşap, kâgir binalar hızla yıkılıp yerine büyük, ışıltılı plazalar yapılıyordu. Birkaç ay önce gelinciklerin, mor sümbüllerin, papatyaların öbek öbek, renk renk açtığı, ne zaman dikildiği bilinmeyen ulu ağaçların dikenlerine örülen kozalardan çıkıp nazlı nazlı uçan kelebeklerin savrulduğu geniş araziden şimdi eser yoktu. İş makinelerinin köstebek gibi delik deşik ettiği arsaya, inşaat malzemeleri yığılmış, temeli atılan yeni iş merkezinin bir üst katının kalıpları çakılıyordu. Kalıpçı ustalarının çıkardığı gürültüye kulak kabarttı. Çivilere vuran keser darbelerinin sesi tıpkı bir orkestra gibiydi. Tak… Tik… Tak… Tik… Taki tiki tak… Taki tiki tak…"

fy

21 Ağustos 2014 Perşembe

Denizlerin ötesine geçmek fikri.


"Beatrix'i sevmekte artık özgür değildim. Böylece artık onu sevmediğimi fark ettim. Kabuk bağlamış bir yara gibiydi, onu görmek ben de heyecan değil, boş anılar uyandırıyordu, acı çekmeden yanında kalabileceğimi, acı duymadan uzaklaşabileceğimi düşündüm. Belki artık tam anlamıyla olgunlaşmıştım ve gençliğin ateşi küllenmişti. Bundan üzüntü değil, yalnızca hafif bir hüzün duyuyordum. Kendimi, kendini tutamadan aşk zamanı kuğurdayan bir güvercin gibi hissediyordum, ama aşk mevsimi sona ermişti. Harekete geçmek, denizlerin ötesine geçmek gerekiyordu."

"Artık bir güvercin değildin, bir kırlangıç olmuştun."
"Ya da bir turna kuşu."

Umberto Eco/Baudolino, syf.217

20 Ağustos 2014 Çarşamba

bir bin yemin


güldün, bir çocuğun iç çekişi...
ve âh ve ey
ömrümün eriyiği...

kuş uçmaz kervan geçmez bir
düzlük..yüzüm;
-"yüzümle
kimin yüzü gibiyim"
bütün o yeminlere yemin olsun ki
bir kere de senin yerine bilindim aynalara...

sabaha yemin olsun
bütün o şiirlerdeki gül'e,
incire ve zeytine ve nara...
yemin! fesleğene ve ağzımda
kekre her ne ise...

bir kere de senin için sevdim dünyayı
yaşamak yerine...

Merve Akbaydoğan, Ayna İnsan Dergisi, Yıl 2014, Sayı: 11

19 Ağustos 2014 Salı

I've Never Been To Me/Randy Crawford


Öyküler, Ödüller vs.


Yazdığım öykülerden kısa kısa kupleler ekliyorum bloğuma. Okuyanlar hatırlayacaktır. Önceden yazdığım öykülerden birkaçını bütün olarak eklemiştim. Öykülerimi biri hariç edebiyat dergileriyle paylaşmadım henüz. Şimdilik paylaşmayı da düşünmüyorum. Aslında edebiyat dergilerinden giderek uzaklaştım. Sürekli birbirinin sırtını sıvazlayan, ideolojik gruplaşmaların yoğun olduğu, çete zihniyetinin, burnundan kıl aldırmayanların fink attığı bir ortamda yazarak neyi değiştirebiliriz ki?

Öykülerden biri hariç demiştim. Geçtiğimiz yıllarda yazdığım öykülerdendi, "İşgüzar." İşgüzar'ı paylaştığım dergiler o öyküde hangi eksikliği buldularsa yayımlamadılar. Sebebini bilemem. Aslında biliyorum galiba. Yavşaklık, yalakalık yapmıyorum da ondan. Uzak durdum. Ve hâlâ uzak duruyorum benden böylesi beklentilere girenlerden.

Her neyse... Edebiyat dergilerinde kendine yer bulamayan "İşgüzar," farklı bir rumuz kullanarak katıldığım yarışmada jüri tarafından ödüle lâyık bulunarak mansiyon kazandı. Evet, aynen öyle. Bir adet Ata Lira'yla ödüllendirildi, "İşgüzar."  

Ödüle şaşırmadım. Çünkü biliyorum kendimi. Ürettiğim metinlerin günümüz öyküsünün yürüdüğü çizginin altında olmadığını biliyorum. Yazarak kazandığım ilk ödülü bozdurup harcamadım. Evde muhafaza ediyorum hatıra niyetine. Sağda solda da ödül kazandım diye reklam yapmadım. Öyküyü yayımlamayan dergi editörlerini ifşa ederek onları da mahcup etmedim. Fakat aradan neredeyse iki yıl geçtiği için bu durumu (dergi adları vermeden) açıklamakta sakınca görmüyorum şimdi.

Yeni bir öyküye başladım bugün. "Gitme, Gittiğin Yeter!" olacak başlığı. Öyküyü ondörtlü hece ölçüsünde yazdığım bir dörtlükle sonlandırmayı kurguladım.

Nasıl bir öykü olacak? Bitince bakacağız artık.

fy

Git Kendini Çok Sevdirmeden


"Babamı nereden tanıyorsun" diye soruyor, kaşığındaki çorbaya üfleyip.

"Eskiden. Gençliğimizden."
"Sevgili miydiniz?"
"Üfleme artık, buz gibi oldu."
"Söylesene, sevgili miydiniz?"
"O sana ne anlattı?"
"Senin onu çok sevdiğini."
"Ya... Nereden biliyormuş?"
"Bilmem...Sevmiyor musun?"

Sevmiyor muyum? İnsanın birini sevdiği nasıl anlaşılır? Sevip sevmediğini nasıl anlar ki insan? Yıllar yıllar önceki o delice aydınlık ev, evi dolduran tuvaller, o iki siyam kedisi ve hiç unutulmayan o sıcak, boğucu yaz bugün neyin kanıtıdır?

Bunları hatırlamakla elimize ne geçer?

Ertuğrul'u tabiî ki sevdim. Kocamı da sevdim ama. Bazı insanların içinde onları hayat boyu zehirleyen bir dürtü oluyor. Nedense bir yıldız olduklarını,  bir gün hızla yükselip dünyayı kamaştıracaklarını düşünüyorlar. Ömürleri, çevrelerindeki herkesten  bunu doğrulayacak kanıtlar istemekle geçiyor. Onlar, sevilmek zorunda olanlarımız.

İşte onlardan kaçmış, diğerlerine sığınmıştım; sevilmek zorunda olmayanlara."

Tuna Kiremitçi/Git Kendini Çok Sevdirmeden, syf.177

16 Ağustos 2014 Cumartesi

İşaret


"İyice yaklaş bana. Bağrıma basayım seni 
Kara bir kitap gibi, telleri koparılan bir mandolin gibi"

Metin Güven 

Metin Güven’i Okumak Ve Anlamak


“geriye söz kalır”

16 Ağustos 2010 Pazartesi günü bu dünyadan uğurladığımız şair Metin Güven’in şiirlerini ve hayat algısını tanımlayacak bir değerlendirme yapmaya çalışırsak, onu en iyi T.S.Eliot’un şu cümlesiyle anlatmak mümkündür.

 “Bilgelik ve şiirsel söyleyiş gibi iki erdem bir kişide bir araya geldi mi, o zaman büyük bir ozanla karşı karşıya bulunuyoruz demektir”

Erdemli bir şair olarak doğa sevgisi, vefa, samimiyet ve nefes alan her canlıya saygı gibi dört değerin bireşimini, insan olma bilincinde kaynaştırmayı başarmış bir şairdi. Şair olmaktan, şair olarak anılmaktan ziyade her şeyden önce insan olmayı önemserdi. Söz konusu şiirse şairin ideolojisinden çok yazdıklarıyla ilgilenir, kimseyi kendinden farklı düşünüyor diye ötekileştirmez, muhatabıyla konuşurken nezaketi hiç elden bırakmazdı. Sürekli kendini yenilemeyi, geliştirmeyi sürdüren bir düşünce zenginliğine sahipti. Her gün düzenli olarak üç saat kitap okumaya zaman ayırması (ki bu alışkanlığını yazma ihtiyacı duyan herkese tavsiye etmiştir) onun bitip tükenmek bilmeyen yazma coşkusunun nereden kaynaklandığı konusunda bizlere önemli bir girizgâh açabilir.

Tarihsel bilinç diyorum çünkü Metin Güven var olduğu coğrafyanın içinde düşünce üreten birey olmanın zorluklarını birebir yaşamış, acı çekmenin gerçekte ne olduğunu iyi özümsemişti. Toplumsal sorunlar ve toplumsal sorunları oluşturan asıl zemin karşısında yazarak mücadele ederken, yaşadığı çağa müdahil olduğunun ve tarihsel sürece ancak böyle müdahale etme şansı bulduğunun bilincinde bir şairdi.

Bu sebepledir ki “Büyük şiir” den yanaydı. “Büyük Şiiri Büyük Şairler Yazar” başlıklı yazısında büyük şiiri “beklentinin sanatını üretmek” olarak nitelerken “böyle bir umudu legalize etmek hiç de kolay değildir. Samimiyet ister, entelektüel bir birikim ister, Cesaret ister. Ve en önemlisi hemen bütün bir ömrün feda edilmesini gerektirir. “Büyük şair” olmaksa ayrıca katlanılması gereken bir hayat tarzı demektir. Zira şiir; diğer edebiyat ürünlerinden oldukça farklı ve çok özel bir edebi türdür. Ve kuşkusuz daha tepkiseldir.” Diyordu.

Metin Güven için yazmak bir başka ifadeyle kendine yeniden bir dünya kurmaktı. İçinde kendisi olmayan ve kurduğu dünyadan izler taşımayan bir şiirine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Onun yazın sürecinde Türk ve Dünya edebiyatında iz bırakmış bütün önemli şairleri okuyup izlediğini biliyoruz ve yine hiç kuşkusuz yazdıklarıyla kendini yakın hissettiği şairlerin kimler olduğunu da. Yeri gelmişken burada kendi adıma öznel bir değerlendirme yapmam gerekirse son şiir kitabı “Kedi Uykuları” ve yayımlanmayı bekleyen dosyasındaki (Kanda Doğduk Kanda Öleceğiz) şiirlere baktığımda Metin Güvenin özellikle düzyazı şiirlerinde Rene Char şiirlerindeki tadı duyumsadığımı ifade etmek istiyorum.

Şiirlerinde coşkulu bir bütünlük, adeta yıldız kaymasını andıran akıcı, lirik bir söylem vardır.  Şiirde lirizmi vazgeçilmez bulur ve “doğru şiir” olarak nitelerdi. Çünkü kurduğu ve büyüttüğü Onaltıkırkbeş’in 21. Sayısında “ Epik ve dramatik yöntemlerin sanatın başka alanlarına kaymasıyla şaire sadece lirizm kalmıştır. Ve çok inanarak söylüyorum; lirizm artık şairin tek dayanağıdır. Lirik olan şair; tam da bu yüzden aynı anda hem geçmiş, hem şimdiki hem de gelecek zamanları kavrayabilir ve bu da ona; nesnelerle olan karmaşık ilişkisini anlatırken çağrışım, betimleme ve yansıtma olanağı sağlar… Bizleri zaman zaman melankoliye götürse bile lirik olmaktan korkmayalım. Bu kadar acının bileşkesinde yaşayıp da, başka türlü olmak da sanıyorum olanaklı değil. Eğer kendimizle ilgili, insanlığın bütünüyle ilgili belirli bir sorumluluk duygusuna ulaşmışsak. Yani “insanlık şuuruna” sahip gerçek birer insansak!”   demişti.

Onun şiir ve imge kurgulamadaki ustalığı bir uçurum kenarından dağa seslenip yankısının dalga dalga yayılmasına ve sesin bitiminden sonraki sessizliğin içinde bile şiirden alınan hazzın, büyüsünü sürdürmesine benzer.

Aynı zamanda iyi bir düzyazar ve iyi bir editör olan Güven, şiirin sorunlarına ilişkin bilgece kaleme aldığı kapak yazılarında ve okuma notlarında tıpkı şiirlerinde olduğu gibi az sözcükle çok geniş alanlara nüfuz ederken Nerval’in “Şiirden geçmeyen iyi bir düzyazar olamaz. Bir şairde her iki yeteneğin birden bulunması ender görülür” sözünü doğrulayan bir performansa sahipti.

Okuru olarak şiirini ve adını yaşatmak dileğiyle ruhu şad, mekânı cennet olsun diyor, Metin Güven’i vefatının birinci yıldönümünde onu çok severek okuduğum “Su Samuru” isimli şiiriyle sevgiyle anıyorum.

Bize kazandırdığın değerler ve bıraktığın şiirler için teşekkürler Metin abi.

Su Samuru

"söyle ateşin söylemeye çekindiğini" Rene Char

    Bana geldiğin zaman, denizlere dargın bir Su Samuru yolda oturmuş ot yiyordu. Biz; sen ve ben az ilerde lanetli olduğu söylenen bir kayanın üzerinde oturuyorduk. Özgürlüğe mahkûmduk belki. Belki türkü söylüyorduk. Hüzünlü bir dağın eteklerindeydik aslında.

    Dağ bize küsmüştü, baharda fırtınaya kendisini kaptıran bir yakamozdu sanki senin yüreğin. Cesaretine hayrandım, beni sevme biçimine hayrandım. Dalgaların erdemine kaptırmıştık kendimizi. Doğaya güvenmemiz gerekiyordu. Tarihe inandığımız gibi.

    Seni içime almıştım, ama yine de çok uzaklarda açan bir karanfile benziyordun. Dünyanın karanlığına benden daha yakındın. Mutluluğun yeşil dumanında yitirmiştim seni. Seni sordum çenesinde bir söğüt dalıyla dolaşan kırmızı bir kartala. Seni sordum şaşkın suların beslediği derelere ve kendi esrarında gizlenen hayata.
  
    Ve öldüm sonra yorgun bir gecenin boşluğunda!

Fatih Yavuz Çiçek

14 Ağustos 2014 Perşembe

Beyit



"İçimde kar donar buzlar tutuşur
Yağan ateş midir kar mıdır bilmem"

Hicrani

Veranda


"Avluyu çevreleyen duvarın üstünden başımı uzatıp bir yabancı gibi evimize baktım. Çocukluğumun yıkılmayan sarayına. İyice bilinmelidir ki bir insanın yüreğinde sevinci ve acıyı tanımlayan ne varsa çocukluğundan kalmıştır. Çocukluk tarihe gömülü paha biçilmez bir hazinedir aslında. Demir kapının anahtarını çevirip ayrık otlarının kapladığı bahçeden geçerek verandaya yürüdüm. Sırtımı beyaz badanası sararmış kerpiç duvara verip kirpiklerimi kapadım. Orada, verandanın basamaklarına dikilmiş beni izleyen yeşil gözlü çocuğun belleğime yerleşen filigran görüntüsüne baktım sessizce. Ne yaşadıysam burada yaşamıştım. Damayı, dokuz taş oynamayı burada öğrenmiştim. Okul ödevlerimi bu verandada yapmıştım. Sardunyaları bu verandada sevmiştim. Annemin üç öğün kurduğu yer sofrasına dizlerimi bükerek oturmaya, bu verandada alışmıştım. İlkokulu bitirdiğim yıl Leylâ'yı bu verandada öpmüştüm. Babamın kalp krizi geçirdiğini, hastaneye götürüldüğünü bu verandada öğrenmiştim. Amcamın vefat haberini elimdeki şeftaliyi ısırırken bu verandada duymuştum. Herşeyin bir ömrü vardı. Evlerin, çiçeklerin, insanın. Ama anılar ölümsüzdü galiba. Anılar geçmişe yabancılaşmanın panzehiriydi. Hem, insanın sıvaları dökülen evinin verandasından geçmişe doğru çıktığı yolculukta, kendine yabancı kalması mümkün müydü?"

fy

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Daha Dün


"Bir hızla,
yavaşlayan bir hızla toparlarsın ne varsa
içinde esen fırtınanın savurduklarından.
Bir an sorunudur senin için artık
kalkıp gitmek, herşeye hazır olmak."

Cevat Çapan

12 Ağustos 2014 Salı

Kuyucaklı Yusuf


"Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde, memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkânsızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu? Niçin? Kimin için?"

Sabahattin Ali/Kuyucaklı Yusuf, syf.88

10 Ağustos 2014 Pazar

Adımlar



“Kırılan hangi kanadımız
bir sıçrayışta artık dimdik duramıyoruz.”
Philippe Tancelin/Adımlar

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Yalnızız'ı bitirirken...


"Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği dünyada yalnızım."

Peyami Safa/Yalnızız, Syf.421

Unutulmayan Replikler


"Aşkı bana öğrettiğin için seni asla affetmeyeceğim."

Lord John Wilmot

8 Ağustos 2014 Cuma

An itibariyle...


"Bir yudumda içtiği şarap onda yeni arzular uyandırıyor. Sırası mı? Kucaklanmak istiyor meselâ. Ve öpülmek. Fakat öyle değil de biraz şefkatle. Baba gibi bir âşık. Öyle bir şey. Samim, Samim meselâ. Ah, şimdi burada olsa o. Her şeyimi, her şeyimi veririm ona. Kollarının arasında ve ruhunda eririm. Ne aptalım ben, ne aptal, aptal."

Peyami Safa/Yalnızız, Syf. 360

Kum


Bana yaşadığı kentin kumunu gönderen
Bir sevgilim vardı
Bense merak ederdim hep oranın rüzgârını
Uslu mu deli mi sürekli mi
Apansız mı çıkar gökte savurur
Yerden aldığını

Paylaştığımız kentler oldu sonra
Rüzgâr usta ben acemi
Esti geçti bir hışımla geçti
Kum doldurdu gözlerimi

Gülten Akın

Saate Bakmak


(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi
Sahi ne kadar da çok severmişiz
Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük
Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk
İstersen bu gece burada kal, dedik
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık
Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık
Ortada
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)

Edip Cansever

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Hüseynî Zamanlar Senfonisi


adını kimselerin bilmediği mevsimler yasak bir serap
esaret, mülkümde kırık bir eylüldür diye üzülmem
çünkü ruhumun çeperi lilith’e şerbetlidir, ten yalnızca semâya hasret 
velev ki fuzûlîyim dünyada mecazi aşklara direnmem işte bu yüzden

evet, işte sırf bu yüzden
günleri kompozit duygularla sarıp
ışığın kan kaybını gecenin kollarında durdurmaya alışkınım ben
giydiğim nâr-ı muammadan dikilmiş bir gömlektir ki
                                    yer ve gök ancak onunla hicâzdır
bu kul; hüseynî geçen zamanı hicâz yaşamaktan başka
daha ne istesin ki tanrıdan

söyle!
köpük köpük vuslat,
yoksa engin deniz midir son fasılda “nûr-u siyah”
:
o hâlde ömrüm bir ân evvel sana göçmeyi dilesin fakat
yolunu şaşırmış kervanlar gibi masum değildir hiçbir göç demiştim
hatırla! iki uzaklık var ki
hanne  koymuştuk aramızda kısalmayan yokuşların adını
ve unutma! titreyen kandil, çivit mavi özlem
içimde sürgünü yineliyor
kalbine doğru çıktığım her sefer yeniden tanımlıyor
dipsiz kuyuların şah-ı merdan dilini

aklımın bir ucunda çocukluğun yiğit cevheri
diğerinde,  
seni görsellerinle başbaşa bırakıyorum diyen senfoni
anladım
bu yenilmişlik,
bitmeyecekse bu esaret  
geriye tanrıdan kuş olmayı dilemek kalıyor

çün
bir çift kanattır özgürlüğün pasaportu

Fatih Yavuz Çiçek

the end of the affair


"Acıyı yazmak kolay. Acıda hepimiz kederliyizdir. 
Ama mutluluk hakkında ne yazılabilir?"

Filme bu linkten ulaşabilirsiniz. 

http://www.vizyonfilmizle.net/11617-the-end-of-affair-zor-tercih-izle.html

İyi seyirler...

Diary of Hate/Michael Nyman


5 Ağustos 2014 Salı

Aşk


ben, kaplumbağaların çıldırmasında
işe yaramaz kanıtların sahibiyim.
günlerce bir deniz kıyısında yürüdüm
bilmiyordum yüreğime bir gün
anımsanan insan gücü saklanacak.
hiç belirtmeyecek bunu tanrı
zaman mutluluk verecek
yaşam iki dakika içinde
anlamadığım şeyleri yok edecek.
ve sen bir yaprak gibi yumuşayacaksın
benim sustuğum yerde.
ve odaları olanların ürküsüyle
karanlıktan kopacaklar yürekler.
sanki kısa bir zamandır seni bekleyen
bir bira gibi köpük içinde.
bir mutluluk daha unutuyor o eski dilli sevgilim
eski rüyalara bakarak.
ve dinliyor şimdi sözümüzü
hep peşimizden izimizi sürmüş bir gelecek.
o da çiçeklere terk edildiği zaman
bozulmasın dostluğumuz
kötü davranan rüya olsa bile.

Sami Baydar

Yalnızız


"Meral caddeye çıktığı zaman, dalgındı. Ve mahzun. Mahzun da değil, belki birbirine düşman birçok arzuların çarpışmasından doğan bir arzusuzluğun verdiği o is...is...istikâmet buhranı, o kararsızlık, o sıkıntı gittikçe içini karartmaya başlamıştı. Aradı. Hiçbir şey istemiyordu: Ne babasını görmek, ne piyano çalmak, ne Samim'le konuşmak, Ne Paris, ne İstanbul, ne aşk, ne flört, ne tuvalet, ne sinema, ne dans... Yalnız, evet hafif bir müzik, bir Valse de Chopin, sade piyanoda, fakat kendisi çalmasın, bir divana uzansın, gözlerini yumsun, hiçbiri bilinen yerlere ve insanlara ait olmayan hayallerin uzaklığı ve bulanıklığı içinde onu dinlesin."

Peyami Safa/Yalnızız, Syf.227

4.Boyut



"İnsanın ölçüsü arzularıdır."

Peyami Safa/Yalnızız, Syf.252