Sık sık
duyduğumuz ve yazınsal türlerin çeşitli biçimlerinde ürün oluşturan her
yazarın, şairin karşılaştığı bir soru vardır: Niçin yazıyorsunuz?
Steinbeck:
“Yazın sanatı konuşma denli eskidir. İnsan ona gereksinim duyduğu için doğdu ve
insanın ona daha da çok gereksinim duyması dışında bir daha da değişmedi” der.
İnsani bir eylem olan yazın sanatının oluşum koşullarını “Coğrafya Kavramı
Odağında Felsefe ve Edebiyat” başlıklı yazısında uzun uzun değerlendiren Ahmet
İnam: “Kültürün zaman içinde, dönem dönem durağan, yavaş ya da hızlı
oluşumlarla ürünler, anlamlar, değerler ortaya koyan dallarına, kültürün
coğrafyaları diyorum. Bilim, teknoloji, sanat, felsefe ile toplumun yönetimi,
ekonomisi, inanç ve gelenekleri üzerine düşünce alanları bu coğrafyaları
oluşturur” görüşündedir.
Hilmi
Yavuz ise “Felsefe ve Ulusal Kültür” başlıklı kitabında: “Ulusal kültürü
temellendirmek için tutulacak yol, dün’den bugün’e gelmek değil, tam tersine
bugün’den dün’e gitmektir” der.
Kültürel
değerler her ulusun geçmişine ışık tutan aynadır ve hiç kuşkusuz bir ulusu oluşturan
fertler kendi geçmişlerini geleceğe en doğru biçimde ancak kültür yoluyla
aktarabilirler. Bu bağlamda gerek Ahmet İnam’ın, gerekse Hilmi Yavuz’un
vurguladığı “kültürel coğrafi alanlar” ve “ulusal kültür” gibi kavramlar da elbette
kendiliğinden bir oldubittiyle değil, uzun ve kökleri derinlere inen tarihsel
süreçten geçerek oluşurlar.
Tarihsel
süreç demişken, “Tarihsel süreçte köklerimiz nerede duruyor?” Sorusuyla devam
edelim. Bu soru önemlidir, hattâ aynı zamanda ülkemizde yıllardır tartışılan
kimlik sorunlarının çözümlenmesine de önemli bir kapı aralayacak niteliktedir
ve sorunun yanıtı kültür, sanat ve medeniyet kaynaklarında aranmalıdır.
Kültürel
kaynaklara baktığımızda en önde edebiyatı görürüz. Çünkü edebiyatın insan
fıtratını, toplumsal dinamikleri geçmişten günümüze her yönüyle aksettiren bir
işlevi vardır. Dolayısıyla bulunduğumuz coğrafyada birikmiş edebî zenginliğimiz
aynı zamanda kültürel kimliğimizin ayrılmaz parçasıdır.
Genel
anlamda sanatsa güzeli yaratma çabasıdır. Sanatın konusu güzeldir ve tıpkı şiir
gibi tanımı yapılamayan güzellik kavramında da iki tür güzellikten, doğal ve
estetik güzellikten sözetmek mümkündür.
Doğal güzellik, adından da anlaşılacağı üzere kendiliğinden olandır. Yaratılmıştır.
Estetik Güzellik, aynı zamanda bir bilim dalı olarak görülür ve estetik bilimi
sanattaki güzellikle ilgilenir. “Estetik” sözcüğünü 1735 yılında ortaya atan
Alexander Baumgarten’den beri eski Mısır, Yunan Medeniyeti eserlerinde estetik
güzelliğin tartışmaları yapılmış, nihayetinde tarihsel süreçte her ulusal kültürün
ortaya koyduğu eserler o ulusun güzellik anlayışı olarak benimsenmiştir.
İnsanla
çevresi arasında denge sağlayan, bireysellikten toplumsallığa geçişte en önemli
iletişim, dün ve bugünün algılanmasında en önemli araçtır sanat. Çeşitli
kültürlere ait arkeolojik kazılarda bulunan tabletlerde, mağaralara işlenmiş
resim ve işaretlerde, kullanılan en ilkel kesici, delici aletlerde, süs ve takı
malzemelerinde sanatın iletişim dilini görmek mümkündür. Dolayısıyla bir
coğrafyanın kültürel coğrafya haline dönüşmesini sanatın etkileşim boyutundan
da görmek gerekir. Çünkü sanatçılar yaşadığı toplumdan etkilenerek bir sanat
eseri meydana getirirken, toplum da ortaya çıkan sanat eserinden etkilenir.
Böylelikle sanatçılar ortaya koydukları eserleriyle toplumu etkilemeye, o’na
yön vermeye, sanat eseri de çağın ötesine geçerek, gelecek çağları etkilemeye
başlar.
Sosyal,
ekonomik, teknolojik gelişim ne kadar hızlı, güçlü ve etkileyici olursa olsun
sanat eseri kalıcı olma özelliğini korur. Sanatın kalıcı özelliğinin kaybolması
insanın estetik yanının yok olması demektir ki maazallah o zaman ortada ne
“kültürel coğrafya alanları” ne de “bugünden düne gidilecek yol” kalır.
Sanıyorum
“Niçin yazıyorsunuz” sorusunun yanıtı da sanat eserinin kalıcılığını koruyor
oluşunda gizli. Yazarlar, şiir sanatıyla meşgul olan şairler günlük konuşma
dilinde herkesin kullandığı kelimeleri düş gücüyle, kurmacayla yeni bir şekle
sokar, yazdıklarını estetize ederek topluma yansıtır ve yüreğine konan imgelem
kuşunu geleceğe savurur.
Bu
savuruşta kural var mıdır? Ya da kuralı kim koyacaktır?
Sözü Giordano
Bruno’ya verelim: “Şiir kurallardan doğmaz, velev ki kaza eseri olsun; ama
kurallar şiirden doğar ve çoğu gerçek şairlerin türü ve yeteneği kadar, gerçek
kuralların türü ve kapsamı da.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder