Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

28 Mart 2014 Cuma

Tatar Çölü


Çağımız, anomik bir çağdır; insanların süreklilik duygusunu kaybettiği, kişisel ve toplumsal yükümlülüklerini ve bağlarını yitirdiği ruhsal çözülme veya bozguna uğradığı bir çağdır. Sanat, tarihsel yıkımların olduğu bu tür dönemlerde daha bir gür çıkar. Sanatçılar bu ruhsal çözülmenin ve bozgunun resmini yaparlar. Tarihte Buzatti gibi sanatçılar bu anomik hayata sanat ile karşı duran ve insanlık için bir soluk olan kişilerdir.

“Tatar Çölü” romanı, insanın kendinden uzaklaşmasının bir öyküsü; doğal ve eşit olmaktan çıkışının bir destanıdır. Gösteriş, kahramanlar ve olağanüstülüklerin olmadığı bu romanda her şey, her modern şeyde olduğu gibi yalındır, her şey sadece “şey” haline dönmüştür. Sessiz bir destandır “Tatar Çölü”. Buzatti bu eserinde genel olarak insanın ve özelde ise modern insanın dramını anlatmaktadır. Tatar Çölü üç katmanlı bir öyküdür; bireyin yaşamı, toplumsal yapı ve insan türünün dertlerinin kesiştiği veya içiçe geçtiği alanların öyküsüdür.

Tatar Çölü baştan sona simgesel anlatımlarla dolu bir romandır. Bu simgeler romanı çok katmanlı bir esere dönüştürür. Onu düz okumak mümkün değildir, arkeolojik bir çaba gerektirir. Düz okuduğunuz zaman sadece toprak üstündeki kırık çömlek parçalarını, arkeolojik okumada ise onun altında bir uygarlık yattığını görürsünüz. Büyük bir öykü oluşur toprağı deştikçe ve karşınıza çıkan öykü “insan’’ın öyküsüdür.

Tatar Çölü’ndeki Temel Mesele ve Simgeler:

Buzatti’nin temel bir sorusu var, acaba çölün (gelişmenin, modernleşmenin) ardında bir şey var mı? Çölü bu çerçevede birkaç anlam birden yükleyerek kullanıyor Buzatti. Çöl, Marx’ın yabancılaşmasıdır romanın birçok yerinde; modernleşme insan için kuraklaşma / çöl ile betimlenmektedir. Giovanni Drogo kendi yaşamından ve yaşam anlayışından (kasabasından) çıkınca “çöl” psikolojik bir anlam kazanır, çöl, insanın kendisi ve “diğeri”/“öteki” arasındaki boşluktur. Bu boşluk, insanın geleneksel değerlerden çıkıp modernliğin katı disiplin kurallarına geçişinde yaşadığı bunalımı temsil eder.

Kale, romanda genelde toplumdur bazen de toplumun kıyısıdır, insan için bedeli her ne olursa olsun kaçınılmaz son sığınaktır. Kale, Giovanni Drogo dört yıl kaldıktan sonra oradan hiç kurtulamayacağını anladığı yerdir. Romanın sonunda artık kurtulma düşüncesinden vazgeçtiği yerdir. Bu noktadan sonra Kale artık “kaderi” temsil eder. Kurtulma düşüncesi ve umut “dürbün” ile temsil edilir. Parola ise iki düzeyde kullanılır, dildir ve ulusal kimliktir. Parola bu anlamda, kendi toplumuna aitliğin bir göstergesidir. Kale (toplum) dışarıdaki herkese kapalıdır. Hatta içeridekilere bile kapalıdır. Nitekim, kale duvarları dışına habersizce çıkan asker öldürülür. Çünkü ölen asker Lazzari parolayı (kuralları) bilmemektedir. Oysa, Kalenin (toplumun) kuralları çok keskindir.

Bazı askerler dışarıda birşey gördüklerini sanırlar ve hatta görmeyi ümit ederler. Dürbün bu ümidin simgesidir. Kale dışındaki atlar ise canlılığın göstergesidir. Canlılığa, kendiliğe kavuşmak insan için bir hayaldir, ama bu hayal yasaktır. Bu atlardan birinin peşinden giden askerin öldürülmesi işte bu canlılığı talep etmesinden kaynaklanmaktadır.

“Kuzeydekiler” “onlar”dır, “ötekiler”dir. Hep gelmeleri beklenen düşmandır onlar, ama bir türlü gelmezler. Gelmezler; çünkü onlar insanın içine attığı ve bir türlü ortaya çıkarmayı cesaret edemediği korkuları ve kaygılarını simgelemektedir. Zaten gelmeleri bu nedenle imkansızdır. Gerçeği ve canlılığı istemekten korkan insanın halidir. “Kuzeydekiler” yani “Tatarlar” dış dünyadır, dış dünyadan gelecek tehlikedir. Hiçbir zaman gelemeyecek olan bu korku (Tatarlar) sonunda ölüm korkusuna dönüşür. Ölüm korkusundan kaçmak (kaleden tayin olmak) isteyenler kasabaya dönmek isterler, çünkü “kasaba” kişinin iç dünyasıdır, en yakınlarından oluşan ve güvenli bir dünyadır, o aslında ana rahmidir.

Tüm bu simgeler öykünün kurgusuna göre ele alınırsa şu tarz bir değerlendirme yapılabilir. Giovanni Drogo isimli bir asker/adam kasabasında (iç dünyasından) ayrılarak yeni görev yerine kaleye (dış dünyaya) tayin olur. Kahraman (kişi) yetişkin olmuştur. Tayin bu geçişi temsil eder. Kale (toplumsal kurallar ve değerler) gündelik hayat içinde insana görünmezler. Çok yakın gibi görünürler, ama, oldukça uzaktırlar. Drogo’nun tayin olduğundaki ilk yolculuğu bunu simgelemektedir. Drogo Kale’ye geldiğinde kendi iç dünyasının sınırına geldiğini anlar. Buradan sonrası tehlikelidir. Çölü (dışarıyı) gözleyebilir. Kendi dünyasındaki herşey ise o çöle yabancıdır. Çöle gitmek (kendi içinde bulunduğu toplumdan çıkmak) ister. Ama Kale’nin (toplumun) katı kuralları vardır. Askeriye bu disiplini temsil eder. Bu yüzden, Drogo’nun çöl merakı bir yerden sonra kişisel olmaktan çıkar, toplumsal olur. Drogo’nun gördüğü ve bildiği hayat ona verilen kadardır. O hayatın sınırları Kale’nin toplumun kuralları kadardır. Drogo kalede ve onun kuralları içinde kaldıkça giderek canlılığını yitirir. Canlılık, hayat doluluk ancak saf insanın işidir. Bu saf, ölen asker Lazzari’dir.

Eserin sonundaki savaş ölümü simgelemektedir. Drogo ölmektedir, ama nasıl ki görevinde (yaşamında) hiçbir insiyatifi kalmamışsa, ölüm karşısında da insiyatifi yoktur. Ölümü bile önemsizdir, aynı yaşamasının önemsizliği gibi.


Roman’daki Üslup, Biçim ve İçerik:

Tatar Çölü kendi içinde bir kaç kez mükemmeldir. Yaşam felsefesi açısından yukarıdaki noktalar bazında mükemmeldir. Estetik açıdan mükemmeldir; kendini süslü olarak gösteren tek bir cümle bulunmamaktadır. Ama bütün cümleler bir fener alayına gider gibi ihtişamlıdır. Okur, ancak roman bittiğinde kendini bir romanda değil, bir fener alayında bulunmuş olduğunu anlar. Buzattinin cümleleri oldukça yalındır, “geldi”, “gitti” gibi. Cümlelerini süsleyen şey herbirine giydirilen yukarıda sözü edilen simgesel değerlerdir. O yüzden, dürbün tüm roman boyunca ve hatta bitmesine yakın bir anda bile hala sadece bir alet gibi dururken roman sonunda umudu temsil eden bir simgeye dönüşür.

Tatar Çölü’nde tema, kurgu, karakterler, mekânsal ve toplumsal boyut, üslup ve artistik özellikler öylesine iç içe geçmiştir ki bunları birbirinden ayırmak imkânsızdır. Bu imkânsızlık ancak ve ancak tek bir yerde görülebilir, yaşamın kendisinde. İşte Buzatti yaşamın kendisinde olanı yazabilmiştir. Yaşam yalındır, Tatar Çölü de yalındır. Yaşam canlıdır Tatar Çölü de canlıdır. Yaşam (gerçeklik) ile insan düşüncesi arasındaki kapatılamaz bir ontolojik boşluk olduğunu öne süren realist felsefe Buzatti’nin cümlelerinde yok olur. Yaşamın kendisinin insan zihninin eseri, sonucu ve belirleyeni olduğunu iddia eden idealist felsefe de yok olur Buzatti’nin Çöl’ünde.

Tatar Çölü’nde, zaman hem geriye hem de ileriye işler; bu anlamda roman hem eşsüremli hem de art süremlidir; Roman, din kitabı olmayı taklit eder gibidir. Fakat emir veren, tavsiyede bulunan bir din kitabı değildir. Sadece betimleyen bir kitaptır. Buzatti, bir anlamda tanrısızlaşan insanın ipuçlarını da verir; modern insanın dinsizliğini, çünkü, eserde (yaşamda) yargılar değil, sadece olaylar ve betimlemeler vardır. Doğru ve yanlışın olmadığı yerde, iyi ve kötü de olmaz. Bunların olmadığı yerde Tanrıya zaten ihtiyaç yoktur. Buna rağmen eser (yaşam) hiçlik iddia eden bir eser değildir; nihilist değildir Buzatti. Tam tersi yaşamdan yanadır.


Sonuç:

Tatar Çölü, kaderi sorgular, varoluşu sorgular. Sadece ve sadece metafizikteki kozmoloji ve ontoloji yazınında görülebilecek bir zaman-dışılık sorgulamasına sahiptir. Önceyi sonraya, sonrayı önceye getirir. Okuyucu (yaşayan insan) olayları kronolojik zamana göre izler (yaşar). Kronolojik zaman öncesizliğin ve sonrasızlığın arasında yalnızca kısa bir duraklama işaretidir. İşte biz insan türü bu duraklamayı hayatın, varlığın, yokluğun ve tüm mekânın kendisi varsayarız.

Tatar Çölü bir anlamda modernliğin dinleri ve inancı bittirdiğini söyler gibidir. Yeni Çağ, eskinin bütün simgeleri ve değerlerini süpürüp çöplüğe atmıştır ve toplumu çölleşmiştir. Buzatti çöl ile modernliğin kuraklaştırıcı etkisini simgelerken, modernliğin daha başlamadan kendini bitiren bir uygarlık olduğunu ima eder.

Ercan Dansuk