Yönetmenliğini Edward Zwick'in yaptığı "Son Samuray" filminin sonlarına doğru, samurayların lideri Katsumoto ve Yüzbaşı Algren, kendilerini kuşatan Japon ordusuna teslim olmayı değil, savaşmayı, onurlu bir ölümü onursuzca yaşamaya tercih ederler. Samuraylar at sırtında dörtnala ölüme koşarken, arka fonda uçuşan kiraz çiçeklerinin görüntüsü varoluşun sırrına felsefi göndermelerde bulunur ve Katsumoto'nun filmin ortalarında söylediği şu replik izleyicilere hayatın anlamını bir kez daha düşündürür: "Kusursuz çiçek nadir bir şeydir. Tüm hayatını bundan bir tane bulmak için harcasan bile hayatın boşa gitmiş sayılmaz."
Bu replikten hareketle; şairliğin üç burcu
olduğunu ve en verimli şiirlerin “Hikmet Burcu” döneminde yazıldığını belirten
Behçet Necatigil’i, Ataol Behramoğlu’nun “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey
var” başlıklı şiirini, Nâzım Hikmet’in “yaşamaya dair” ini, Ümit Yaşar
Oğuzcan’ın “50 Yaş Şiirini” Necip Fazıl’ın “Tam
otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”
dizelerini, Victor Hugo’nun “Kırk yaş
gençliğin ihtiyarlığı, elli yaş yaşlılığın gençliğidir” özdeyişini
anımsayalım ve 50 Yaş demişken soralım.
Sahi, şair için elli yaş neyi ifade eder?
Kuşkusuz ömür insanın en önemli sermayesi ve
5.dekad ya da 50.yaşı tamamlamak üzere olduğum şu günlerde, evet, farkındayım,
ömür bir nehirde tersine akıtılmayan sular, seller gibi akıp gidiyor. Ve bu süreçte
herkesin zaman zaman kendine yönelttiği mükemmel yaşam nedir, ölüm nedir, ömür
nedir sorularının yanıtını, “kusursuz çiçek” imgesinden etkilenerek
oluşturduğum “Sakura” başlıklı
şiirin finaline yerleştirdiğim “unutma, ‘insan içindeki aşk kadar insandır’/ömür
dediğinse üç günlük baygın bir sakura” dizelerinde çok net verdiğimi
düşünüyorum.
Çünkü sakura mükemmelliği, güzelliği, aynı
zamanda ağrısız, acısız, hızlı bir ölümü simgeliyor. İnsanın içindeki aşksa
Mevlâna’ya göre Tanrı katına kavuşmanın en uygun yoludur. İlahi bir mânâ
taşıyan aşk, asıl varlığından ya da gerçek sevgili olan Tanrı’dan ayrı düşmüş olan
insanın içinde bulunduğu ayrılık acısını bize duyumsatır, vuslat için yaşamda mükemmelliğe
ulaşmak gerektiğini hissettirir. Mükemmel yaşanılmış bir ömrü yakalamaksa sürekli
yakaza hâlini gerektiriyor ve sanırım şairlerin ruhundaki yakaza hâli, 5.dekada
ulaştıkları yaşlanma evresinin başlangıcından sonra daha belirgin, daha bilgece
bir seyir izlemeye başlıyor.
Ferit Edgü’nün çok önemsediğim bir sözü var. “Yaşım ilerledikçe daha iyi görüyorum:
Önemli olan öğrenmek değil anlamakmış.” Der.
Elli yılı geride bırakıp geleceğe baktığım
zaman diliminde; artık her şeyi daha iyi anlamaya, herkese hoşgörüyle
yaklaşmaya çalışıyorum. Çok düşünüp, az konuşmaya, bana anlatılanları can
kulağıyla dinlemeye gayret ediyorum. Doğayı, sessizliği daha çok sevmeye
başladığımı, ses kirliliğinden uzaklaşmanın ruhumu dinginleştirdiğini,
güzelleştirdiğini görüyorum. Böyle olunca ruhumdaki dinginlik kelimelere de
yansıyor. Dize oluşturmakta, şiir yayımlamakta eskisi kadar aceleci
davranmadığımı, doğadaki sessizliği dinledikçe şiirlerin demlenme sürecinin de uzadığını
fark ediyorum. Örneğin sık sık ziyaret ettiğim köyümüzde bir ağacın dibine
oturup çevremdeki doğal seslerin müziğini dinlemeyi, gösterişli, kuru
kalabalıklardan oluşmuş hiçbir etkinliğe değişmiyorum. Bu öyle bir hâl ki; ne
şehrin bildik gürültüsü, ne insanların yersiz bağırış, çağırışları. Orada dünyevî
hırslardan kopuyor, ego’dan uzaklaşıyor, otların, yaprakların, rüzgârın, böcek
vızıltılarının oluşturduğu orkestranın ritmiyle kin, nefret, ihtiras, intikam
gibi kötü duygulardan arınıyorsunuz.
Ben doğadaki canlıların o sessizlikte bir tür
yakaza diliyle konuştuğunu, o dili keşfeden şairlerin diğer insanlardan ayrıldığını,
onların farklı bir yerden konuşmaya başladığını zaten biliyordum, imgelerdeki
büyünün farkındaydım, ama yaşadığım süreçte bu duyguyu iyice pekiştirdim
diyebilirim.
Bu değişime yaşlanma bilinci, benliği yenme, ruhsal
olgunlaşma, evrensel insan olma yolculuğunda konaklanan bir handa verilen mola,
geçmişten ders çıkarma, kişilikli bir yüzleşme diyenler de olabilir.
Her ne denilirse denilsin;
insanın geri dönülmez nihai yolculuğunun gökdenize, tanrısal evrene olduğunu
kabullenmiş, özümsemiş bir kul tanesi olarak, 50.yaşın, şairlerde yakaza
hâlinin başlangıcını ifade ettiği (ki öznel görüşümdür) kanaatindeyim.
Fatih Yavuz Çiçek
Fatih Yavuz Çiçek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder