Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

10 Mart 2014 Pazartesi

Kusursuz Çiçek


Yönetmenliğini Edward Zwick'in yaptığı "Son Samuray" filminin sonlarına doğru, samurayların lideri Katsumoto ve Yüzbaşı Algren, kendilerini kuşatan Japon ordusuna teslim olmayı değil, savaşmayı, onurlu bir ölümü onursuzca yaşamaya tercih ederler. Samuraylar at sırtında dörtnala ölüme koşarken, arka fonda uçuşan kiraz çiçeklerinin görüntüsü varoluşun sırrına felsefi göndermelerde bulunur ve Katsumoto'nun filmin ortalarında söylediği şu replik izleyicilere hayatın anlamını bir kez daha düşündürür: "Kusursuz çiçek nadir bir şeydir. Tüm hayatını bundan bir tane bulmak için harcasan bile hayatın boşa gitmiş sayılmaz."

Bu replikten hareketle; şairliğin üç burcu olduğunu ve en verimli şiirlerin “Hikmet Burcu” döneminde yazıldığını belirten Behçet Necatigil’i, Ataol Behramoğlu’nun “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” başlıklı şiirini, Nâzım Hikmet’in “yaşamaya dair” ini, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “50 Yaş Şiirini” Necip Fazıl’ın “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” dizelerini, Victor Hugo’nun “Kırk yaş gençliğin ihtiyarlığı, elli yaş yaşlılığın gençliğidir” özdeyişini anımsayalım ve 50 Yaş demişken soralım.

Sahi, şair için elli yaş neyi ifade eder?

Kuşkusuz ömür insanın en önemli sermayesi ve 5.dekad ya da 50.yaşı tamamlamak üzere olduğum şu günlerde, evet, farkındayım, ömür bir nehirde tersine akıtılmayan sular, seller gibi akıp gidiyor. Ve bu süreçte herkesin zaman zaman kendine yönelttiği mükemmel yaşam nedir, ölüm nedir, ömür nedir sorularının yanıtını,  “kusursuz çiçek” imgesinden etkilenerek oluşturduğum “Sakura” başlıklı şiirin finaline yerleştirdiğim “unutma, ‘insan içindeki aşk kadar insandır’/ömür dediğinse üç günlük baygın bir sakura” dizelerinde çok net verdiğimi düşünüyorum.

Çünkü sakura mükemmelliği, güzelliği, aynı zamanda ağrısız, acısız, hızlı bir ölümü simgeliyor. İnsanın içindeki aşksa Mevlâna’ya göre Tanrı katına kavuşmanın en uygun yoludur. İlahi bir mânâ taşıyan aşk, asıl varlığından ya da gerçek sevgili olan Tanrı’dan ayrı düşmüş olan insanın içinde bulunduğu ayrılık acısını bize duyumsatır, vuslat için yaşamda mükemmelliğe ulaşmak gerektiğini hissettirir. Mükemmel yaşanılmış bir ömrü yakalamaksa sürekli yakaza hâlini gerektiriyor ve sanırım şairlerin ruhundaki yakaza hâli, 5.dekada ulaştıkları yaşlanma evresinin başlangıcından sonra daha belirgin, daha bilgece bir seyir izlemeye başlıyor.   

Ferit Edgü’nün çok önemsediğim bir sözü var. “Yaşım ilerledikçe daha iyi görüyorum: Önemli olan öğrenmek değil anlamakmış.” Der.

Elli yılı geride bırakıp geleceğe baktığım zaman diliminde; artık her şeyi daha iyi anlamaya, herkese hoşgörüyle yaklaşmaya çalışıyorum. Çok düşünüp, az konuşmaya, bana anlatılanları can kulağıyla dinlemeye gayret ediyorum. Doğayı, sessizliği daha çok sevmeye başladığımı, ses kirliliğinden uzaklaşmanın ruhumu dinginleştirdiğini, güzelleştirdiğini görüyorum. Böyle olunca ruhumdaki dinginlik kelimelere de yansıyor. Dize oluşturmakta, şiir yayımlamakta eskisi kadar aceleci davranmadığımı, doğadaki sessizliği dinledikçe şiirlerin demlenme sürecinin de uzadığını fark ediyorum. Örneğin sık sık ziyaret ettiğim köyümüzde bir ağacın dibine oturup çevremdeki doğal seslerin müziğini dinlemeyi, gösterişli, kuru kalabalıklardan oluşmuş hiçbir etkinliğe değişmiyorum. Bu öyle bir hâl ki; ne şehrin bildik gürültüsü, ne insanların yersiz bağırış, çağırışları. Orada dünyevî hırslardan kopuyor, ego’dan uzaklaşıyor, otların, yaprakların, rüzgârın, böcek vızıltılarının oluşturduğu orkestranın ritmiyle kin, nefret, ihtiras, intikam gibi kötü duygulardan arınıyorsunuz.

Ben doğadaki canlıların o sessizlikte bir tür yakaza diliyle konuştuğunu, o dili keşfeden şairlerin diğer insanlardan ayrıldığını, onların farklı bir yerden konuşmaya başladığını zaten biliyordum, imgelerdeki büyünün farkındaydım, ama yaşadığım süreçte bu duyguyu iyice pekiştirdim diyebilirim.

Bu değişime yaşlanma bilinci, benliği yenme, ruhsal olgunlaşma, evrensel insan olma yolculuğunda konaklanan bir handa verilen mola, geçmişten ders çıkarma, kişilikli bir yüzleşme diyenler de olabilir.

Her ne denilirse denilsin; insanın geri dönülmez nihai yolculuğunun gökdenize, tanrısal evrene olduğunu kabullenmiş, özümsemiş bir kul tanesi olarak, 50.yaşın, şairlerde yakaza hâlinin başlangıcını ifade ettiği (ki öznel görüşümdür) kanaatindeyim.

Fatih Yavuz Çiçek

Hiç yorum yok: