Türkiye’nin
edebiyat alanında Nobel ödüllü tek yazarı olan Orhan Pamuk Harvard Üniversitesinde
verdiği derslerden derlenen “Saf ve Düşünceli Romancı” adlı kitabında roman
yazma eyleminin bütünü görmek ve özgürleşmekle ilintili olduğunu belirtirken “Kültür,
tarih, sınıf, cinsiyet farklılıklarını aşıp her türlü kahramanı yaratabilmek
–kendi dışımıza çıkıp bütünü görme, araştırma isteği– roman yazmayı ve okumayı
çekici yapan temel bir özgürleşme dürtüsü olduğu kadar, insanın insanı “anlama”
sınırlarının farkına da varmaktır.” Der. (Pamuk
2011, 56-57, Saf ve Düşünceli Romancı, İstanbul, İletişim Yayınları.)
Mustafa
Fırat, Mühür Kitaplığından yayımlanan “Dersaadette Sabah Cesetleri” isimli
polisiye romanda yarattığı “Ali Cânib” karakteri ile okurları 1919 İstanbul’una
götürüyor, götürmekle kalmayıp “orduları
yenilmiş mahzun ve bedbaht ülkenin” işgal altındaki günlerinin kısacık
özetini de yapıyor.
Doğrusunu
söylemek gerekirse edebiyat dünyasında daha çok şair kimliğiyle tanınan Mustafa
Fırat’ın polisiye roman yazma sürecinden de “Komiser Ali Cânib” karakterinin kurgulanıp
ortaya çıkarılış aşamalarından da haberdar değildim. Bu süreçten ancak kitap
yayımlandıktan sonra bilgim oldu ve “Dersaadette Sabah Cesetleri” ni bir
solukta okuduktan sonra konuya ilişkin bazı istatistikî verileri hatırlatmanın hem
okurlar hem de yazarlar için faydalı olacağını düşünerek söz konusu verileri
paylaşmanın tam sırasıdır diyor, kelimelerin yönünü “Türkiye Okuma Kültürü
Haritası” na çevirmek istiyorum.
Kültür
Bakanlığı Kütüphaneler Ve Yayımlar Genel Müdürlüğü “Türkiye Okuma Kültürü Haritası” adıyla 2011 yılında bir araştırma yapmış ve bu
araştırma neticesinde okur eğilimleri tespit edilmiştir. Merak edenler için araştırma sonuçları şuradan
detaylıca incelenebilir. http://www.kygm.gov.tr/Eklenti/55,yonetici-ozetipdf.pdf?0
Araştırma sonuçlarını kısaca özetlersek Türkiye
genelinde bir yılda bir kişinin ortalama yedi kitap okuduğu görülmüş, Türkiye nüfusunun
büyük çoğunluğunun, özellikle Ege, İç ve Güney Doğu Anadolu’nun bir bölümünün
teması “macera” olan roman türünü okumayı tercih ettikleri saptanmıştır. “Macera” temasını sırasıyla “tarih”, “polisiye”,
“aşk” temaları izlemektedir ve bu sonuçlara göre yazınsal türler
arasında en fazla okunan kitap türü romandır demekte herhangi bir engel yoktur
çünkü romana, özellikle macera temalı romana yöneliş ülke genelinde % 90
oranındadır. Yazınsal türler sıralamasında ikinci sırada öykü kitapları tercih
edilmektedir.
Bu
bilgilendirmeden sonra “Dersaatte Sabah Cesetleri” ne tekrar dönüp soralım.
Niçin Dersaadet?
Bilinler
bilir de bilmeyenler için de biz hatırlatalım. Bizans döneminde Konstantıniyye
olarak anılan şehrin Sultan Fatih döneminde fethedilmesinin ardından ismi değişir.
Dersaadet, İstanbul’un Osmanlı döneminde hem halk hem saray çevrelerinde kullanılan
birkaç farklı isminden biridir ve kitabın başlığında bu isme yer verilmesinde öncelikle
Attilâ İlhan’ın “Dersaadet’te Sabah Ezanları”na ithafın belirgin bir rolü vardır.
Dersaadet’in imgesel çağrışım gücünü de düşünürsek sözcüğün bir tür sanatlaştırma aracı
olarak tercih edilmiş olabileceği ihtimali de akla yatkın gelebilir. Bu görüşümde yanılıyor olabilirim belki ama
benim öngörüm bu ve niçin böyle bir öngörüde bulunuyorum hemen açıklayayım.
Bakınız
Mersin Üniversitesinin 2015 yılında düzenlediği “Uluslararası Edebiyat Bilimi
Kongresi”ne katılan Prof.Dr. Onur Bilge Kula “Türkiye’de Edebiyat Üretimi Ve
Edebiyat Bilimi” başlıklı konuşmasında şöyle der:
“Edebiyatın üretimi veya üretim aşaması
tümüyle sanattır; bu aşamada sanatın bütün kuralları ve mutlak özgürlük ilkesi geçerlidir.
Her sanat, kullandığı malzemeyi biçimlendirir. Edebiyat sanatının malzemesi
dildir. Dolayısıyla, edebiyat, dilin veya dilsel malzemenin
estetikleştirilmesi, sanatsallaştırılmasıyla oluşur. Dili sanatsallaştıran ise
yazardır. Dilsel malzemeyi sanatsallaştırmanın araçları öncelikle sözcükler ve
retorik figürlerdir. Sözcükleri ve retorik figürleri seçen, sıralayan,
düzenleyen ve tasarımladığı veya kurguladığı anlatı kapsamında onlara
şiirsellik/yazınsallık özelliği kazandıran yazarın, yazış tarzı, dil beğenisi,
kısacası dili estetikleştirmek için izlediği yol ve yöntemlerin tümü, o yazarın
biçemini oluşturur.”
Bir anlatı
sanatçısı olan yazar, konu ve izlek seçiminde, anlatısını/öyküsünü,
tasarımlama, kurgulama ve dilselleştirmede tümüyle özgürdür. Sanat, her anlamda
ve düzeyde mutlak özgürlük gerektiren bir yaratım eylemidir.”
“Dersaadette
Sabah Cesetleri” polisiye romanda olması gereken kurguyla, okurun merak
zembereğini kuran bir cinayetle başlıyor. Zaman Dersaadet’in işgal günlerine
denk gelen zamandır. Ömürlerini cepheden cepheye koşarak geçirmiş askerler Aziz
Hüdai Bey ve Mehmet Ali Bey için Fransız Şark Orduları Karargâhında beklemek “acı
verici bir manzaradır.” Süleyman Nazif’in dönemin Hadisât gazetesinde
yayımlanan “Kara Gün” başlıklı yazısına öfkelenen Fransız General’in ölüm
emrini engellemek isteyen Yüzbaşı Aziz Hüdai Bey kendilerine yardımcı olacak
bir komiserden bahseder. Bahsi geçen komiser Dolapdere karakolunda görevli Ali
Cânib’den başkası değildir.
Ali
Cânib, yatalak annesi ve Filistin çöllerinde düşmana karşı savaşırken kaybolan
ağabeyinin emaneti yengesi ile aynı evde yaşamaktadır. Ali Cânib, gazeteci Süleyman
Nazif’in uzaktan akrabasıdır. Rum kızı Elena’ya âşıktır. Dersaadet’i huzursuz eden bir
çetenin peşindedir.
Uzatmayayım. Romanın ortalarına doğru işlenen ikinci cinayetle okurun
merak duygusunu körüklemeye devam eden yazar olay örgüsünü cinayetleri işleyen
failin yakalanmasıyla bitirir.
“Dersaadette
Sabah Cesetleri” yazar için ilk roman özeliği taşıyor. Kitabın içinde son okuma
editörünün gözünden kaçmaması gereken yazım yanlışlarına, kusurlu cümle kurgularına
denk geldiğinizde ikinci baskıda bu tarz hataların düzeltileceğini düşünüp
“olabilir” diyorsunuz.
Kitabı
bitirdiğimde benim aklıma Umberto Eco’nun “Gülün Adı,” Orhan Pamuk’un “Benim
Adım Kırmızı” isimli kitapları geldi. Gülün Adı’nda serim, düğüm, çözüm örgüsü Aristo’nun
Poetika’sının kayıp sanılan bölümünün Rahip Jorge tarafındsn manastır
kütüphanesinde herkesten saklanması, kitabın kayıp bölümünü Yunanca bildikleri
için okuyabilme yetisine sahip yedi rahibin ardı ardına öldürülmeleri üzerinden
kurulur. Eski bir sorgucu olan Baskerwille William ile çırağı Adso’nun cinayetleri
çözme çabaları bu tarz romanların polisiye gerilimi diri tutmak için olaylar
zincirine eklediği en temel özelliklerin başında gelmektedir. Romanda her ne
kadar polisiye gerilim ön planda görünüyorsa da Benedikten ve Fransisken
tarikatları arasında yıllardır süregelen anlaşmazlıklar, çekişmeler, güç
mücadelesi, Ortaçağ’ın bilimsel gelişmelere ket vuran skolastik yapısı, inanç
sistemindeki dogmatik olgular kurmaca metnin içine ustalıkla yerleştirilerek okurun
merak sofrasına sunulur.
Orhan
Pamuk’un Benim Adım Kırmızı isimli kitabında da olay örgüsü 1591 yılında
Padişahın hazırlanmasını istediği gizli bir kitap için çalışan, resimler yapan usta
nakkaşların birer birer öldürülmelerini anlatırken okurları aynı zamanda örf,
adet, yaşam biçimleri üzerinden dönemin İstanbul’una götürür.
Bu
örneklerden şuraya gelmek istiyorum. Edebiyat, aynı zamanda unutulanı ya da
görmezden gelineni üst kurmaca ile yeniden yapılandırarak geçmişi ortaya çıkarabilen
bir yazın alanı değil midir? Gülün Adı’nın çıkış noktası Melk’li Dom Adso’nun
İtalya’nın kuzeyinde bir manastırda geçirdiği yedi güne ait anılarından oluşan
on dördüncü yüzyıla ait unutulmuş bir el yazmasıdır. Paris’te 1842’de Vallet isimli
bir rahip tarafından Fransızcaya çevrilen el yazmasını 1968’de Prag’da keşfeden
Eco’nun Gülün Adı için nirengisi bu kitaptır.
Dersaadette
Sabah Geceleri’nin komiseri Ali Cânib’i işte bu yüzden önemsiyor ve Mustafa
Fırat’ın tıpkı Tess Gerritsen’in Komiser Rizzoli, Agatha Christie’nin Müfettiş Hercule
Pairot, Arthur Conan Doyle'un Sherlock Holmes, Ahmet Ümit’in Komiser Nevzat
karakterleri gibi yepyeni bir polisiye karakter ortaya çıkardığını düşünüyorum.
Mustafa
Fırat; yukarıda açıklamaya çalıştığımız örnekler üzerinden yola çıkarak postmodern
bir üst kurmaca eşliğinde Ali Cânib ile yeni bir kitaba, Dersaadet'in unutulmuş, çözülememiş cinayetlerine, tarihi Kapalıçarşı, Beyoğlu, Galata,
Balat sokaklarına yelken açabilir mi?
Bekleyip
göreceğiz.
Fatih
Yavuz Çiçek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder