Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

17 Haziran 2014 Salı

“KÜRT SORUNU”, DEMOKRASİ, MİLLİ GELİR, AYDIN FALAN !..



Sevgili ülkemizde birçok sorunun çözümü anlamındaki gelişmeler hep “hüsranla” sonuçlanır, “Kürt Sorunu” da böyledir. Zira Türkiye’de iki şey gerçek anlamda eksiktir:

1-Kitlelerin bütün taleplerini, kitlelerle birlikte kucaklayabilecek ve bu talepler uğruna insanları örgütleyebilecek, harekete geçirebilecek gerçek bir “demokrat” parti.

2-Ve insanların hemen her konuyu; hiçbir şekilde hiç kimseden korkmadan tartışabilecekleri bir ortam; yani tam ve kesintisiz bir demokrasi. Bu iki “şey” olmayınca ne, neler oluyor? Hem insanlar “sokak kültürüne”, kahvehane muhabbetine ve belki bundan daha da önemli; savaş çığırtkanlığı yapmaktan başka marifeti olmayan medya saldırısına teslim oluyorlar hem de düşüncelerini ifade ederken, edecekken bir yığın yasakla karşılaşıyorlar. O zaman da işte; hiçbir beyinsel tutarlılığı olmayan çoğu da saçma sapan bir yığın “görüş” ve “görüş sahipleri” yani “uzmanlar” ortaya çıkıyor. Bir bakıyorsunuz; sokakta ya da kahvede konuşan adamla, televizyon ekranlarında konuşan “uzmanlar” arasında seviye anlamında hiçbir fark kalmamış. Bir ülkede sıradan insanla “eğitimli” insan aynı şeyleri söylüyorsa; o toplumun olayları kavrayışı, algılama düzeyi, politik duruşu vb. şeyler anlamında son derece “ciddi” endişeler var demektir. En önemlisi de bu durumu kullanan birilerinin “iktidar” olabilme imkânıdır. Ve bu da ülkedeki bütün kurumların etkilenmesi demektir ki; bu yazının asıl ekseni olan demokrasi meselesi daha yaşanmadan, yaşanamadan “kadük” olur. Böyle bir gelişmede baştan söylediğim gibi bizi hiçbir konuda gerçek anlamda çözüme götürmez.”Geldim” dersiniz, “Tamam, oldu artık” dersiniz; ama bir de bakarsınız aynı yerde debelenip duruyorsunuz. Zira toplum; olayları yasaksız tartışamadığı ve konuşamadığı için kimin hangi “taraf”ta olduğu bile belli değildir. Yaşanan sanki bir kör dövüşüdür ve her kafadan bir ses çıkar.

Tam da bu noktada söylenmesi gerekiyor:

Özellikle de AB tartışmalarının ve “Kürt sorunu”yla ilgili “atışmaların” öne çıktığı şu son yıllarda insan için, insanlık için hayati önemi olan bir takım kavramların içi boşaldı.

“Sol” nedir? “Sol bakış” deyince ne anlamalıyız? Kimlere “yurtsever” derler.

Ve kimler “biz” deyince ne anlarlar, anlatırlar? Belli değil artık.

Diyelim ki AB’ye karşıyım; şimdi ben “solcu” muyum, yoksa “sağcı” mıyım? Bu sorunun yanıtı bile net değildir.

Ülkemizde kendisine “sol” diyen “solcu” diyen partiler yok mu? Var elbette. Ama Bu örgütlenmelerin başını çeken arkadaşlar hemen biliniyor, eski yılların franksiyon liderleri. Ve bu insanların kimileri “milliyetçi” bir söylem içinde, kimileri de; son derece radikal ve hatta “Ortodoks” bir sosyalizmin peşinde. Birileri de etnik bir grubun ardılı konumuna gelmiş gibi… Oysa bu ülkenin, kırk yıl öncesinin tartışmalarından arınmış, o senelerin çok da sağlıklı olmadığı bugün artık daha iyi anlaşılan “grupçu” önderlerini dışlamış, yeni insanlara ve o “yurtsever” insanlardan oluşacak “demokrat” bir partiye gereksinimi var. Bu parti öylesine bir yapı yaratmalıdır ki; halkın bütün iyi niyetli ve muhalif unsurlarını tek bir çatı içerisinde yer alabilsin. Ancak bundan sonra “sıradan insanlar” sıradanlıktan kurtulabilir ve söyledikleri toplumsal sarmal içinde ciddiye alınabilir. Bu da bütün ülkeye yayılan geniş bir demokrasi ağıyla gerçekleşebilir bence.

Böyle demek elbette; ”yüz çiçek açsın yüz fikir tartışsın” demek değil. İki “fikir” bana da yeter, toplumun geneline de.

Hadi üç “fikir” olsun, ama daha fazla değil. Öyle değil mi?

Öyle elbette; ama şunun da bilinmesi gerekiyor.

Demokrasi denilen şey; öyle ruh çağırır gibi “gel” denilince gelecek bir şey mi?
Hiç sanmıyorum.

Bir ülkenin kişi başına düşen milli geliri; on beş bin dolaylarında ve asgari ücreti de en az 1500 dolar gibi değilse, orada demokrasiden söz etmek en “hafif” anlamıyla aymazlıktır. Zaten bu “imkân” bizim ülkemizde yaşayan etnik kökeni ne olursa olsun, hangi bölgede yaşıyor olursa olsun; her insanımıza sağlanabilseydi; şimdi başka şeyleri konuşuyor olacaktık.

Şunu söylemiyorum:
“Kürt sorunu” sadece ekonomik merkezli bir olaydır.
Tek etken elbette bu değil. Demokratik talepler var, belki birilerinin “bağımsızlık” gibi bir niyetleri var, ama; şu kaçınılmaz gerçek ki; paranın  (yani milli gelirin) adil dağıtıldığı bir ülkemiz olsaydı, olabilseydi mutlaka şimdikinden daha açık ve berrak insanlar olacaktık ve işte o zaman ülkemizin bütün sorunlarını kimseden çekinmeden, korkmadan tartışıyor olacaktık.

İlk gençlik yıllarımda hemen her tartışmada “taraf” olurdum; ama nedendir bilemiyorum; (aslında bilmiyorum galiba) yaşamımda ilk kez AB ve “Kürt sorunu” konularında kendimi orada ya da burada görmedim.

Hayatı izliyorum, gazetelerde yazılanlara bakıyorum, medya ulemalarına kimi zaman şaşırarak ve hatta iğrenerek bakıyorum…

Ve şu sonuca vardım artık:
Bu ülkenin aydınlarının çok büyük bir kısmı bana hiçbir anlamda güven vermiyor.

Ve bizler belki de daha uzun bir süre, “çözüm…çözüm” deyip duracağız ama galiba “Godot” yine gelmeyecek.

Pek sanmıyorum ama umarım ben yanılırım!

Son olarak bir not düşmek istiyorum:
“Kürt sorunu” yalnızca “sol” un ve “solcu”ların meselesi değildir, Bu bir “Ulusal sorun”dur her şeyden önce. “Ulusal sorunlar” da gelişkin bir demokrat iklim içinde çözüme ulaşır. Demokrasi de söylemeye gerek yok; toplumun tamamı için gereklidir.

Yazının başında sözü edilen gerçek bir “demokrat” parti ne yapacaktır o zaman?

Adına “Kürt sorunu” denilen karmaşanın bütün bileşenlerini ortaya çıkaracak ve her “bileşen” in içinde tarihsel olarak var olan anlamları bulacak ve toplumun çoğunluğu tarafından kabul görecek bir “çözüm”ü halk içerisinde tartışmaya açacaktır.

Bu yeterli midir? Başlangıç olarak “evet” ve elbette yeterlidir.

Bu yapılabilirse gerçek çözüm arkadan gelecektir.

Metin Güven
Kendimle Konuşmalar
Onaltıkırkbeş 2009 Sayı: 28