Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

4 Ocak 2018 Perşembe

Geleneksel Şiirlerde Âşk ve Âşıklık



“Ey âşıklar ey âşıklar aşk mezhebi dindir bana
Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu düğündür bana”
Yunus Emre

İnsanın varoluşu ve neslinin çoğalmasını takiben toplumsal yaşama geçişiyle birlikte yeryüzünde oluşturduğu evrensel değerler bütünü vardır. İnsan varlığının bulunduğu her yerde genel evrensel değerler olarak nitelendirilen ve sadece insana özgü olarak bilinen bu kavramların en önemlileri kuşkusuz yaşama hakkı, adalet, özgürlük, ahlak, düşünceye saygı, sevgi, şefkat ve aşktır.

Nitekim yazının bulunmasıyla, insanın duygularını ifade etmesinde önemli bir kültürel zenginlik kaynağı, edebi sanat biçimi halini almış olan şiirlerde de insan, evrensel değerleri dizelere taşımaktan vazgeçmemiştir. Elbette “aşk” kavramı da süregelen insanlık tarihi boyunca şiirlerde vazgeçilemeyen bir temadır.

Türk şiirinin geleneksel yapısında “aşk” temalı şiirler irdelendiğinde, toplumun kültürel yapısıyla eşdeğer seyreden bir süreçle karşılaşılır. Çünkü Türk şiir kültürünün tarihi kadar eski bir geçmişi vardır ve yine her ulusun dünyayı, evreni algılayış biçimi, o ulusa özgü bir edebiyat anlayışından izler taşır.

Bu bağlamda Türk şiirinin geçirdiği evrelere yazının bilinmediği dönemlerdeki sözlü edebiyattan, sonrasındaki destanlar, halk edebiyatı, divan edebiyatı ve günümüze gelinceye değin bakıldığında dört önemli kültür bileşkesiyle karşılaşılır. Bunlar Orta Asya, İslam Kültürü, Anadolu ve Batı kültürüdür.(1)

Türkler, İslâmiyetten önce bağlı bulundukları eski inanç sistemlerinin kültür ve geleneğine bağlı bir edebiyata sahiptiler. Din, kültürü etkiler, kültür de edebiyatı şekillendirir. Bütün ilkel toplulukların edebiyatları önce mitolojik kimlikle başlar, daha sonra dini şekle bürünür.(2)

Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra eski ebedî biçimler ve İslâmi kılığa bürünmüş konular varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yeni kültür gereği mitlerle örülü destan şiirleri dini şiirlere dönüşmüş, daha sonra her konu şiirin alanına girmiştir.(3)

Her edebî gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sisteminin, yaşam biçiminin sanatçılar tarafından özümsenip kendilerine özel bakış açılarıyla yorumlanmasıyla özgün anlatımlara kavuşur. Ozan-baksı edebiyat geleneğinin geniş anlamda değişen zaman, zemin, inanç sistemi, dünya görüşü ve yaşama etkisiyle şekillenmesiyle Anadolu’da halk edebiyatı oluşmuştur.(4) Böylelikle Anadolu’da  yeni bir yurt kazanan Türk kültüründe milli öze bağlı epik şiirler yazan ozanın yerini İslâmi öze bağlı lirik şiirler yazan âşıklar almıştır.(5)

Âşık edebiyatı bir birleşim, bir sentezdir.(6) Âşık, soyut ve ulaşılmaz sevgili tipiyle mistiğe bağlanır. Klâsik şiirin etkisiyle bazen güzelleri, klâsik şiirin güzellerini andırır. Âşık şiiri Osmanlı toplumunun Anadolu’daki köklü kültür yapısı değişikliği nedeniyle eğitimli kitleyle halkın arasındaki kültür ve dolayısıyla farklı oluşan sanat çevresi ve beğeni farklılığından doğmuştur.(7)

Âşıklar dinî-tasavvufi tarzda şiirler yazmasalar da İslâmiyet kültür ve Tanrı birliğine varma yollarını arayan görüşler bütünü olan tasavvuftan etkilenmişlerdir. Tasavvufun Âşık ve Divan şairlerine etkisi, onları ortak bir dünya görüşünde birleştirir. Âşık anlayışları, rintlik düşünceleri, ölüm ve hayat karşısındaki tavırları benzerdir. Tasavvufta aşk Tanrıyla bütünleşmektir. Dünya fani aşk geçicidir, kişiyi olgunlaştırır, nefsi eğitir. Maddi aşk manevi aşka geçişte bir basamaktır. Âşıklar tasavvuf kültür etkisiyle kendilerini bahtsız, sevgiliyi erişilmez ve vefasız görürler. Divan şairlerinin aksine âşıklarda “aşk baki, yâr fanidir”. Âşık, divan şairi gibi yârini ellere kaptırma kaygısını yüreğinde taşır. Divan şairlerinin vuslatsız, paylaşılmayan aşkın acılarıyla yaşamalarına karşın âşıklar, sevgiliye ve vuslata taliptir. Felekten yakınmalarına rağmen yaşama sevinci gözlenir. Âşık köklü bir dinî eğitim alamamıştır. İslâmiyet kültürü etkisiyle dünyanın güzellikleri yanı sıra cenneti de ister. Şiirlerinde İslâmi motiflere, inanç esaslarına,  ibadetlere, hukuka ve ahlâk konularına değinildiğini görürüz.(8)

Âşıka naz eder bakışı nazlım
Gülistana girmiş bülbül avazlım
Mestane bakışlım, bir elâ gözlüm
Kaşları kemanım düştü gönlüme
Gazi Âşık Hasan Dede

Âşık şiirlerinde en belirgin söylem “güzelleme”dir. Karacaoğlan, Yunus Emre, Hoca Ahmet Yesevî, Şah Hatayî, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu, Âşık Emrah, Âşık Ömer, Âşık Hasan Dede gibi halk ozanlarının söylediği yüzlerce “güzelleme” vardır. Bu “güzellemeler “şiir mecmuası” anlamına gelen cönklerdir ve halkın belleğindedir.  Âşıklar dilinde, güzelin ve güzelliğin simgesi Leylâ’dır. Mecnun’un “bir de benim gözümle bak” dediği Leylâ, her ozanın rüyasını süsler, hayalinde ufuk bulur. Halk ozanları “Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı” bulur, insan güzelliğinde mutasavvıflar, yüce Rabb’ın cemalini görürler.(9)

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma derman kim helâkım zehr-i dermanımdadır
Fuzûlî

Tasavvuf, eski türk diniyle ilgisi olmayan, kaynakları arasında büyük ölçüde Eflatun’un ideacı felsefesi de bulunan, vahdet-i vücud (varlıkların birliği) denen bir din felsefesidir. Vahdet-i vücuda göre asıl evren, bütün varlıkların dünyaya düşmeden önce Tanrı’nın varlığında oldukları evrendir. Dünya, kesret (çokluk) evrenidir ve insan bu dünyada kesret’ten dolayı acı duyar ve vahdet’e dönmeye çalışır. Divan şiirinin güzelduyu anlayışı vardır. Divan şiirinin en çok yazılan türü gazeldir. Divan şairinin gazelde amacı özgün konular yaratmak değil (hikmetli gazeller dışında) yalnızca ülküselleştirilmiş aşk konusunu, özgün mazmunlar, mecazlar ve söz sanatlarıyla “daha iyi” ve “daha özgün işlemektir. Bu nedenle divan yazını (şiir) biçimcidir.(10)

Divan gazellerinde işlenen konu sevi, sevgilinin yüz göstermemesi, sevgiliden ayrı düşme ve bundan dolayı sevenin, yani şairin çektiği acıdır. Şair bu acıdan yakınır ama bir yandan da sevgilinin verdiği acıların bitmemesini, tersine sürmesini ister. Kavuşmak söz konusu değildir; çünkü kavuşursa şairin şiir yazmak için bir nedeni kalmayacaktır. Bir başka deyişle, şairin var oluş nedeni, aşktır; kavuşmayı değil, ayrılığı amaçlayan aşk… Bu ikilem Fuzûlî’den Şeyh Gâlip’e, bütün divan şairlerinin gazeldeki ortak söylemidir.(11)

Bütün divan şiiri, doğaldır ki istisnalar dışında, ister din dışı isterse tasavvufçu olsun, soyut bir duygu olan yüceltilmiş aşkı somutlaştırma çabasından başka bir şey değildir. Tıpkı tasavvufta “her şeyin Tanrı’dan bir parça olduğu ve her şeyin Tanrısal evrenin (vahdet’in) değişik biçimlerde görünümü” olduğu düşüncesi gibi; yaşam da, aşk da, bu aşkı dile getiren sanat da, bu zihinselliğin değişik biçimlerde görünümleridir. Divan şiirlerinde bütün şairlerin kullandıkları mazmunlar, söz sanatları, şiir uygulayımı (hemen hemen) aynıdır. İşte Fuzûlî, Nâili, Bâkî, Nedîm Şeyh Gâlip gibi divan şairleri, bu ayrılık karşısında (önemsiz uygulayımsal benzerlikleri bir yana bırakırsak) birbirine benzemez söylemleri geliştirebildikleri için büyük şairdirler. Bir başka deyişle soydan şairler, aynı olanın içinde başka olanın gizini bulabildikleri için şairdirler ve bu yorum çerçevesinde düşünülürse, onları zamanın deyişiyle müteşâirlerinden (şair taslaklarından) ayıran da bu gizi bulmuş olmalarıdır. (12)

Geleneksel şiirlerde aşk ve âşıklık konusunu çeşitli kaynaklardan faydalanarak derleyip, irdelemeye çalıştığımız yazıyı Mevlâna’dan bir dizeyle noktalayalım.

“İnsan içindeki aşk kadar insandır”

fy

Kaynaklar
(1) Şerafettin TURHAN, Türk Kültür Tarihi
(2) Abdülkadir İNAN, Eski Türk Dini Tarihi
(3) Hikmet DİZDAROĞLU, Halk Şiirinde Türkler, Halk Ozanlarının Sesi
(4) Umay GÜNAY, Âşık Tarzı Edebiyat İçin Düşünceler
(5) İlhan BAŞGÖZ, Karacaoğlan mı, Pir Sultan Abdal mı Halkın Dilinden Konuşuyor, Halk mı Onların Dilinden Konuşuyor?
(6) Milliyet Sanat Dergisi Ocak 1977
(7) Erman ARTUN, Karacaoğlan Şiirinin Kültür Kaynakları, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, Yıl 3, Cilt 2,Sayı 7 Şubat 1995
(8) A.G.M S.65
(9) Tahir Kutsi Makal, Gazi Âşık Hasan Dede’nin Kişiliği ve Sanatı
(10) Kemal Bek, Şiirden Eleştiriye.
(11) Ages
(12) Ages












Hiç yorum yok: