“Ey âşıklar ey âşıklar aşk mezhebi dindir bana
Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu düğündür bana”
Yunus Emre
İnsanın varoluşu ve neslinin
çoğalmasını takiben toplumsal yaşama geçişiyle birlikte yeryüzünde oluşturduğu evrensel değerler bütünü vardır. İnsan varlığının bulunduğu her yerde genel evrensel
değerler olarak nitelendirilen ve sadece insana özgü olarak bilinen bu
kavramların en önemlileri kuşkusuz yaşama hakkı, adalet, özgürlük, ahlak, düşünceye
saygı, sevgi, şefkat ve aşktır.
Nitekim yazının bulunmasıyla, insanın
duygularını ifade etmesinde önemli bir kültürel zenginlik kaynağı, edebi sanat
biçimi halini almış olan şiirlerde de insan, evrensel değerleri dizelere
taşımaktan vazgeçmemiştir. Elbette “aşk” kavramı da süregelen insanlık tarihi
boyunca şiirlerde vazgeçilemeyen bir temadır.
Türk şiirinin geleneksel yapısında
“aşk” temalı şiirler irdelendiğinde, toplumun kültürel yapısıyla eşdeğer seyreden
bir süreçle karşılaşılır. Çünkü Türk şiir kültürünün tarihi kadar eski bir geçmişi
vardır ve yine her ulusun dünyayı, evreni algılayış biçimi, o ulusa özgü bir
edebiyat anlayışından izler taşır.
Bu bağlamda Türk şiirinin
geçirdiği evrelere yazının bilinmediği dönemlerdeki sözlü edebiyattan, sonrasındaki
destanlar, halk edebiyatı, divan edebiyatı ve günümüze gelinceye değin
bakıldığında dört önemli kültür bileşkesiyle karşılaşılır. Bunlar Orta Asya, İslam
Kültürü, Anadolu ve Batı kültürüdür.(1)
Türkler, İslâmiyetten önce bağlı
bulundukları eski inanç sistemlerinin kültür ve geleneğine bağlı bir edebiyata
sahiptiler. Din, kültürü etkiler, kültür de edebiyatı şekillendirir. Bütün
ilkel toplulukların edebiyatları önce mitolojik kimlikle başlar, daha sonra
dini şekle bürünür.(2)
Türklerin İslâmiyeti kabul
etmelerinden sonra eski ebedî biçimler ve İslâmi kılığa bürünmüş
konular varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yeni kültür gereği mitlerle örülü destan
şiirleri dini şiirlere dönüşmüş, daha sonra her konu şiirin alanına girmiştir.(3)
Her edebî
gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sisteminin, yaşam
biçiminin sanatçılar tarafından özümsenip kendilerine özel bakış açılarıyla
yorumlanmasıyla özgün anlatımlara kavuşur. Ozan-baksı edebiyat geleneğinin
geniş anlamda değişen zaman, zemin, inanç sistemi, dünya görüşü ve yaşama
etkisiyle şekillenmesiyle Anadolu’da halk edebiyatı oluşmuştur.(4) Böylelikle
Anadolu’da yeni bir yurt kazanan Türk
kültüründe milli öze bağlı epik şiirler yazan ozanın yerini İslâmi öze bağlı
lirik şiirler yazan âşıklar almıştır.(5)
Âşık edebiyatı bir
birleşim, bir sentezdir.(6) Âşık, soyut ve ulaşılmaz sevgili tipiyle
mistiğe bağlanır. Klâsik şiirin etkisiyle bazen güzelleri, klâsik şiirin
güzellerini andırır. Âşık şiiri Osmanlı toplumunun Anadolu’daki köklü kültür
yapısı değişikliği nedeniyle eğitimli kitleyle halkın arasındaki kültür ve
dolayısıyla farklı oluşan sanat çevresi ve beğeni farklılığından doğmuştur.(7)
Âşıklar dinî-tasavvufi
tarzda şiirler yazmasalar da İslâmiyet kültür ve Tanrı birliğine varma
yollarını arayan görüşler bütünü olan tasavvuftan etkilenmişlerdir. Tasavvufun Âşık
ve Divan şairlerine etkisi, onları ortak bir dünya görüşünde birleştirir. Âşık
anlayışları, rintlik düşünceleri, ölüm ve hayat karşısındaki tavırları
benzerdir. Tasavvufta aşk Tanrıyla bütünleşmektir. Dünya fani aşk geçicidir, kişiyi
olgunlaştırır, nefsi eğitir. Maddi aşk manevi aşka geçişte bir basamaktır. Âşıklar
tasavvuf kültür etkisiyle kendilerini bahtsız, sevgiliyi erişilmez ve vefasız
görürler. Divan şairlerinin aksine âşıklarda “aşk baki, yâr fanidir”. Âşık,
divan şairi gibi yârini ellere kaptırma kaygısını yüreğinde taşır. Divan
şairlerinin vuslatsız, paylaşılmayan aşkın acılarıyla yaşamalarına karşın âşıklar,
sevgiliye ve vuslata taliptir. Felekten yakınmalarına rağmen yaşama sevinci
gözlenir. Âşık köklü bir dinî eğitim alamamıştır. İslâmiyet
kültürü etkisiyle dünyanın güzellikleri yanı sıra cenneti de ister. Şiirlerinde
İslâmi motiflere, inanç esaslarına, ibadetlere,
hukuka ve ahlâk konularına değinildiğini görürüz.(8)
Âşıka
naz eder bakışı nazlım
Gülistana girmiş bülbül avazlım
Mestane bakışlım, bir elâ gözlüm
Kaşları kemanım düştü gönlüme
Gazi Âşık Hasan Dede
Âşık şiirlerinde en
belirgin söylem “güzelleme”dir. Karacaoğlan, Yunus Emre, Hoca Ahmet Yesevî,
Şah Hatayî, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu, Âşık Emrah, Âşık
Ömer, Âşık Hasan Dede gibi halk ozanlarının söylediği yüzlerce “güzelleme”
vardır. Bu “güzellemeler “şiir mecmuası” anlamına gelen cönklerdir ve halkın
belleğindedir. Âşıklar dilinde, güzelin
ve güzelliğin simgesi Leylâ’dır. Mecnun’un “bir
de benim gözümle bak” dediği Leylâ, her ozanın rüyasını süsler, hayalinde
ufuk bulur. Halk ozanları “Leylâ’yı
ararken Mevlâ’yı” bulur, insan güzelliğinde mutasavvıflar, yüce Rabb’ın
cemalini görürler.(9)
Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma derman kim helâkım zehr-i dermanımdadır
Fuzûlî
Tasavvuf, eski türk diniyle
ilgisi olmayan, kaynakları arasında büyük ölçüde Eflatun’un ideacı felsefesi de
bulunan, vahdet-i vücud (varlıkların birliği) denen bir din felsefesidir. Vahdet-i
vücuda göre asıl evren, bütün varlıkların dünyaya düşmeden önce Tanrı’nın
varlığında oldukları evrendir. Dünya, kesret (çokluk) evrenidir ve insan bu
dünyada kesret’ten dolayı acı duyar ve vahdet’e dönmeye çalışır. Divan şiirinin
güzelduyu anlayışı vardır. Divan şiirinin en çok yazılan türü gazeldir. Divan şairinin
gazelde amacı özgün konular yaratmak değil (hikmetli gazeller dışında) yalnızca
ülküselleştirilmiş aşk konusunu, özgün mazmunlar, mecazlar ve söz sanatlarıyla
“daha iyi” ve “daha özgün işlemektir. Bu nedenle divan yazını (şiir)
biçimcidir.(10)
Divan gazellerinde işlenen konu
sevi, sevgilinin yüz göstermemesi, sevgiliden ayrı düşme ve bundan dolayı
sevenin, yani şairin çektiği acıdır. Şair bu acıdan yakınır ama bir yandan da
sevgilinin verdiği acıların bitmemesini, tersine sürmesini ister. Kavuşmak söz
konusu değildir; çünkü kavuşursa şairin şiir yazmak için bir nedeni
kalmayacaktır. Bir başka deyişle, şairin var oluş nedeni, aşktır; kavuşmayı
değil, ayrılığı amaçlayan aşk… Bu ikilem Fuzûlî’den Şeyh Gâlip’e,
bütün divan şairlerinin gazeldeki ortak söylemidir.(11)
Bütün divan şiiri, doğaldır ki
istisnalar dışında, ister din dışı isterse tasavvufçu olsun, soyut bir duygu
olan yüceltilmiş aşkı somutlaştırma çabasından başka bir şey değildir. Tıpkı
tasavvufta “her şeyin Tanrı’dan bir parça olduğu ve her şeyin Tanrısal evrenin
(vahdet’in) değişik biçimlerde görünümü” olduğu düşüncesi gibi; yaşam da, aşk
da, bu aşkı dile getiren sanat da, bu zihinselliğin değişik biçimlerde
görünümleridir. Divan şiirlerinde bütün şairlerin kullandıkları mazmunlar, söz
sanatları, şiir uygulayımı (hemen hemen) aynıdır. İşte Fuzûlî,
Nâili, Bâkî, Nedîm Şeyh Gâlip gibi divan şairleri, bu
ayrılık karşısında (önemsiz uygulayımsal benzerlikleri bir yana bırakırsak)
birbirine benzemez söylemleri geliştirebildikleri için büyük şairdirler. Bir
başka deyişle soydan şairler, aynı olanın içinde başka olanın gizini
bulabildikleri için şairdirler ve bu yorum çerçevesinde düşünülürse, onları
zamanın deyişiyle müteşâirlerinden (şair taslaklarından) ayıran da bu gizi
bulmuş olmalarıdır. (12)
Geleneksel şiirlerde aşk ve âşıklık
konusunu çeşitli kaynaklardan faydalanarak derleyip, irdelemeye çalıştığımız yazıyı
Mevlâna’dan bir dizeyle noktalayalım.
“İnsan içindeki aşk kadar
insandır”
fy
Kaynaklar
(1)
Şerafettin TURHAN, Türk Kültür Tarihi
(2)
Abdülkadir İNAN, Eski Türk Dini Tarihi
(3)
Hikmet DİZDAROĞLU, Halk Şiirinde Türkler, Halk Ozanlarının Sesi
(4)
Umay GÜNAY, Âşık Tarzı Edebiyat İçin Düşünceler
(5)
İlhan BAŞGÖZ, Karacaoğlan mı, Pir Sultan Abdal mı Halkın Dilinden Konuşuyor, Halk
mı Onların Dilinden Konuşuyor?
(6)
Milliyet Sanat Dergisi Ocak 1977
(7)
Erman ARTUN, Karacaoğlan Şiirinin Kültür Kaynakları, Anayurttan Atayurda Türk
Dünyası, Yıl 3, Cilt 2,Sayı 7 Şubat 1995
(8)
A.G.M S.65
(9)
Tahir Kutsi Makal, Gazi Âşık Hasan Dede’nin Kişiliği ve Sanatı
(10)
Kemal Bek, Şiirden Eleştiriye.
(11)
Ages
(12)
Ages
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder