İtki ve Tepkime
İdeal bir sentez ve protez evreni içinde devrelerin
homojenleştirilmesi, olumlu, uzlaşımsal, eşzamanlı ve edimsel bir evren; tüm
bunlar kabul edilemez bir dünya oluşturmaktadır. Her tür nakil organ ve yapay
ikame biçimine yalnızca beden isyan etmez, yalnızca hayvani zihinler
başkaldırmaz, zihnin kendisi de kendine dayatılan organlararası işbirliğine
sayısız (synergie) alerji türleriyle başkaldırır. Ani tepki, ret, ve alerji
özel bir enerji biçimidir. Olumsuzluğun ve eleştirel başkaldırının yerini almış
olan bu bilinçdışı enerjiden zamanımızın en benzersiz olayları doğruruyor:
Virüs patolojileri, terörizm, uyuşturucu, suç hatta olumlu diye kabul edilen
bazı etkinlikler; herhangi bir şey yaratma itkisinden ziyade bir şeyden
kurtulma atılımıyla ilişkili olan performans kültü ve toplu üretim histerisi
gibi… Bugün gerçek anlamda itkiye değil, daha ziyade dışarı atma ve tepkimeye
doğru ilerliyoruz. Doğal felaketler de bir alerjiye, insanın işlemsel nüfuzunun
doğa tarafından reddi biçimine benziyor. Nerede olumsuzluk can çekişiyorsa
orada doğal felaketler altedilemez bir şiddet göstergesi, değerli ve doğaüstü
bir yadsıma göstergesi oluşturur. Zehirlilikleri de zaten genellikle bulaşma
yoluyla toplumsal düzensizliği de beraberinde getirir.
Olumlu, seçmeli, ve çekici büyük itki ya da dürtüler yok
oldu. Artık yalnızca belli belirsiz arzuluyoruz, beğenilerimiz giderek daha az
belirli. Beğeni ve istek öbekleri de iradeninki gibi dağılmaya uğratıldı; ama
hangi gizemli etkiyle, meçhul. Buna karşın, kötü niyet, tepkime ve
tiksinmeninkiler güçlendi. Yeni bir enerji, ters bir enerji, isteğimizin yerine
geçen bir güç, dünyamızın, bedenimizin, ve cinselliğimizin yerine geçen şeye
dair yaşamsal ve ani tepki buradan geliyor sanki. Günümüzde yalnızca tiksinti
belirli, beğeniler değil. Yalnızca reddedişler şiddetli, tasarılar değil.
Eylemlerimizde, girişimlerimizde, hastalıklarımızda giderek daha az “nesnel”
güdümler var; bunlar çoğunlukla kendimize duyduğumuz gizli bir tiksintiden,
bizi enerjimizden herhangi bir biçimde kurtulmaya iten gizli bir sahipsiz kalma
halinden, yani istençli bir eylem biçiminden ziyade bir cinleri kovma
biçiminden kaynaklanıyorlar. Burada Kötülük ilkesinin, bilindiği gibi hareket
merkezi tam da cin kovmak olan büyüye yakın yeni bir biçimi mi söz konusu
yoksa?
Simmel, “Olumsuzlama dünyanın en basit şeyidir. Bu yüzden
kişileri bir hedefte anlaşamayan büyük kitleler burada buluşurlar.” diyordu.
Kitleleleri olumsuz görüş ya da eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak
gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ya da niyetleri yoktur: ayrışmamış
bir güçleri vardır yalnızca, bir reddetme güçleri. Yalnızca dışladıklarıyla,
yadsıdıklarıyla güçlüdürler ve öncelikle kendilerini aşan her tür tasarıyı,
kendilerinden üstün olan her tür sınıf ya da zekâyı dışlayarak güçlü olurlar.
Burada, en yırtıcı deneyimden, hayvanların ve köylülerin deneyiminden çıkma
kurnaz bir felsefeden bir şeyler vardır: “Bunu bir daha bize yapamayacaklar,
bize ne özveri ne de güzel yarınlar yutturulacak bir daha.” Politik düzenden
aşırı tiksinme, filanca politik görüşle rahatlıkla bir arada bulunabilir.
İktidarın iddialı bir şekilde ortaya çıkmasından ve aşkınlığından, politikanın
kaçınılmazlığından ve iğrençliğinden tiksinme. Geçmişte politik tutkular vardı,
günümüzde her tür politikadan tamamen tiksinmeye özgü bir şiddet vardır.
İktidar da büyük ölçüde tiksinti üzerine kuruludur. Tüm
reklamlar ve politik söylem, akla ve mantığa açıkça hakarettir, ama bu
hakaretten kazançlı çıkan biziz; iğrenç bir sessiz etkileşim girişimidir bu
hakaret. Örtbas etme teknikleri sona erdi, günümüzde açık şantajlarla
yönetiliyoruz. Bunun prototipi, “beni paranız ilgilendirmiyor,” diyen vampir
suratlı ünlü bankacıdır. On yıl oldu bile. Müstehcenlik, yönetim stratejisi
olarak geleneklere girdi. Şöyle dendi: İşte, saldırgan boşboğazlığıyla oldukça
kötü bir reklam. Ama tersine, tam da tiksintiye, dünyevi isteklere ve tecavüze
yöneldiği için toplumsal ilişkilerin tüm geleceğini üstlenmiş, kâhince bir
reklamdı bu. Pornografik reklamlar ya da yiyecek reklamları da böyledir: Bir
tecavüz ve huzursuzluk stratejisi uyarınca utanmazlığa ve şehvetperestliğe
yönelirler. Günümüzde bir kadına, “amınız ilgimi çekiyor” diyerek onu baştan
çıkartabilirsiniz. Bu iffetsiz biçim sanatta da galip geliyor. Sanatta karşılaşılan
kabalıklar yığını şu tip bir açıklamayla aynı değerdedir: “Geri zekâlılığınız,
zevksizliğiniz ilgimi çekiyor. ”Ve bu toplu şantaja, bu kurnazca kötü niyet
şırıngalanmasına teslim oluyoruz.
Artık hiçbir şeyin bizi hakikaten tiksindirmediği de doğru.
Tüm diğer kültürlerin bozulmasıyla ve iç içe girmesiyle örtüşen eklektik
kültürümüzde kabul edilemeyecek hiçbir şey yok, tiksinti bunun için büyüyor; bu
izdihamı, en berbat şey karşısındaki bu umursamazlığı, karşıtların bu
yapışkanlığını kusma arzusu bu yüzden var. Her şeyi toptan reddetmenin alerjik
çekiciliği, yavaşça zehirlenme, yavaşça aşırı beslenme, hoşgörü, güçbirliği ve
uzlaşma şantajı.
Bağışıklık, antikor, nakil organ ve reddin bu kadar söz
konusu olması bir rastlantı değildir. Kıtlık evresinde yutma ve sindirmeyle
uğraşılır. Bolluk evresinde sorun, atmak ve kovmaktır. Genelleşmiş iletişim ve
enformasyon fazlası insanın tüm savunmalarını tehdit ediyor. Simgesel alanı,
zihnin muhakeme alanının koruyan hiçbir şey yok artık. Neyin güzel neyin çirkin
olduğuna, neyin orjinal neyinse orjinal olmadığına ben karar veremediğim gibi
biyolojik organizma da kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar
veremiyor artık. Bu durumda her şey kötü nesne olur ve yegâne savunma, ani
tepki veya reddetmedir.
Gülmek de sıklıkla, bir iç içe girme ya da korkunç
izdiham durumunun bizde uyandırdığı tiksintiye yönelik yaşamsal ve ani
tepkidir. Farksızlığı kusuyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi büyülüyor.
Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi
büyülüyor. Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda da bizi
iğrendiriyor bu. Organizmanın, yaşamı pahasına da olsa simgesel bütünlüğünü
koruduğu yaşamsal tepki (kalp naklinin reddi). Bedenler, organların ve
hücrelerin rasgele değiş tokuşuna neden direnmesin? Peki bu organ ve hücreler
kanserde kendilerine yüklenen işlevi neden reddediyorlar?
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Syf. 70, 73.
Çeviri: Işık Ergüden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder