Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

3 Şubat 2015 Salı

Taşranın Sazendesi


Abdülkadir Akdemir; Değirmen Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Taşranın Sazendesi” ile okurları kendi şiir yolculuğunun merkezinde kurduğu mekânlara çekiyor.

İki bölüm halinde ve toplamda yirmi iki şiirden oluşan bu yolculuğun en önemli enstrümanı elbette kelimeler. Kitapta yer alan şiirleri okumaya başladığınızda ilk bölümde epik, ikinci bölümde kısmen lirik bir dille coşku, direniş, ıssızlık, hüzün, kısıtlılık, sabır, samimiyet,  mütevazılık, umut, unutulmuşluk gibi insana dair hasletleri mensup olduğu medeniyet bilinciyle taşranın ruhunda birleştirmiş bir şair profiliyle karşı karşıya kaldığınızı anlıyorsunuz.

Taşra İmgesiyle Bütünleşen Bir Sazende

Savaş Provaları başlığını taşıyan birinci bölümün ilk şiiri Arbede:

“Diyeceğim o ki Tanrım zararına yaşıyorum/İflası görmeden indir kepenklerimi/Ve yahut güçlü kıl/Tahrip gücü yüksek sözler ver bana/Bu müthiş arbedede savunayım renklerimi” dizeleriyle bitiyor.

Dünyevî duyguların bedeni istilasına karşı nefsiyle ve kendi nefsine dışarından olumsuz tesir etmesi muhtemel hâdiselerle yapacağı savaş hazırlığında Tanrıya mutlak teslimiyeti ve koşulsuz bir inanışı duyumsatan şair,  “Savaş Provaları II” de yöntemin nasıl olması gerektiğini şöyle vurguluyor:

“bir avuç kalbimize düştü yüksekten hüzün/bir kurşun gibi beynime giren acıyla şimdi/kime açsam sırrımı, aynı ses/derin ve sivri o sükut/zeytin dallarıyla savaşa tutuşsun çocuklar”

Kitaba adını veren Taşranın Sazendesi: “Biraz olsun anlamıyorsun dilimi/Unutulmuş katranların altında kalan/Durgun sular gibi konuşuyorum oysa” dizeleriyle son buluyor. Bu şiirde taşra, sazende ve yağmur üçlüsü, zaman ve mekândaki belirsizliği hem içerden hem dışarıdan aydınlatırken, İstanbul sisli bir tablo gibi kelimelerin arasından süzülerek ayrışıyor.

Burada hemen Nurdan Gürbilek’in “Taşra Sıkıntısı” başlıklı denemesinden şu satırları anımsıyorum. “Taşranın kendisini taşra olarak ayrıştırabilmesi için kendisinden esirgenmiş bir başka yaşantının kıyısına itildiği bir merkezin farkına varması, kendisini onun gözüyle görmesi, onun karşısında kendisini eksik, yoksun hissetmesi gerekir. Taşranın ufku her zaman büyük şehirdir. Taşra içinde yaşayanlara ancak o zaman dar gelmeye, içi boşalmış bir dış gibi gelmeye, onları zamanla boğmaya başlar”

Kimliğinin farkında ve nerede yaşadığının, kimden gelip, nereye gittiğini dosdoğru içselleştirmiş bir şair Abdülkadir Akdemir. Bu yargıya alıntıladığımız şu dizelerden varıyoruz.

“Örümcek ve güvercin bizim yolumuza da bir dünya örecek diye avutuyorum kendimi”

“Bunu ancak sen/bunu ancak avuçlarıyla gökyüzüne bir sağlam müslüman/bunu ancak gündüz gizlenen, gece yürüyen/yabancı seslerden gözleri büyüyen bilir”  

“Kendi ateşimizle yanmaktan başka ne yapabiliriz/Ateşe ateşle karşılık vermekten başka ne yapabiliriz”

“Kanın gövdeyi götürdüğü bir ülkeden özveriyle yazıyorum/44 gülümsemenin bir gecede eksildiği yerden”

“Sevemezdik zira kısa metrajlı sıkıcı bir film gibiydi dünya”

“Ben” i “Biz” Yapma Derdinde Bir Şair

Kitabın ikinci bölümü “İntihar Şüphesi” on şiirden oluşuyor. Bu bölümle aynı adı taşıyan şiir: “Hüzün evrendeki en kalın duvardan da kalınmış” dizesiyle açılıyor.

Her şair gibi hayatla derdi olan dizeler yazıyor Abdülkadir Akdemir. Hayatın yarım kalmış diğer yüzünü ‘tahrip gücü yüksek’ sözlerle tamamlarken, okurları yer yer lirizmin büyüsüyle, şiirin haz ırmaklarına sürüklüyor.

“hezimete uğradım da geldim.elimde/ eylül sonu göveren güller var”

“ardım sıra ölüyor zaman/vurulmuş bir ceylan süzülüyor/rüzgârlı çayırlardan”

“yüzgecinde inci akşamı/gitmeyi seçiyor/ben seni seçiyorum”

“Bu hüznün kumaşı iyi bir bakmışsın nisan/Bir bakmışsın yalnızda eylül elinde kalan”

Taşranın Sazendesi sahip olduğu kültürel değerlerin, ait olduğu medeniyetin sorumluluğunu hisseden, içindeki “ben” i, “biz” yapma derdinde olan inançlı bir kalbin sesi. Şairin bu içten; bu coşkulu sesi dışarı vurma sürecinde tercih ettiği epik dil beraberinde şiirleri kristalize olmayan uzun dizelerle yazdırma riskini getirse de, kitabın ikinci bölümünde okuduğumuz lirizme yatkın daha soft ve daha kısa dizeler, Akdemir’in gelecek dönemlerde kaleme alacağı şiirlerde söz konusu riski ortadan kaldırabileceğinin ipuçlarını veriyor.

Bu süreçte yeni şiirleri bekleyip göreceğiz diyelim ve sözü şairin dizeleriyle sonlandıralım.

“Kalk gidelim Sümeyra, kalk gidelim
Beklentimiz kalmadı yarından, asılsız çıktı dostluklar
Yalnız bırakmayalım kendimizi buralarda
Ver elini, yaslan bana
Rüzgâra vasiyet edelim
Kalk gidelim”

fy

Hiç yorum yok: