Abdülkadir Akdemir; Değirmen
Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Taşranın Sazendesi” ile okurları kendi şiir
yolculuğunun merkezinde kurduğu mekânlara çekiyor.
İki bölüm halinde ve toplamda
yirmi iki şiirden oluşan bu yolculuğun en önemli enstrümanı elbette kelimeler. Kitapta
yer alan şiirleri okumaya başladığınızda ilk bölümde epik, ikinci bölümde
kısmen lirik bir dille coşku, direniş, ıssızlık, hüzün, kısıtlılık, sabır,
samimiyet, mütevazılık, umut,
unutulmuşluk gibi insana dair hasletleri mensup olduğu medeniyet bilinciyle
taşranın ruhunda birleştirmiş bir şair profiliyle karşı karşıya kaldığınızı
anlıyorsunuz.
Taşra İmgesiyle Bütünleşen Bir Sazende
Savaş Provaları başlığını taşıyan
birinci bölümün ilk şiiri Arbede:
“Diyeceğim o ki Tanrım zararına yaşıyorum/İflası görmeden indir
kepenklerimi/Ve yahut güçlü kıl/Tahrip gücü yüksek sözler ver bana/Bu müthiş
arbedede savunayım renklerimi” dizeleriyle bitiyor.
Dünyevî duyguların bedeni
istilasına karşı nefsiyle ve kendi nefsine dışarından olumsuz tesir etmesi
muhtemel hâdiselerle yapacağı savaş hazırlığında Tanrıya mutlak teslimiyeti ve koşulsuz
bir inanışı duyumsatan şair, “Savaş
Provaları II” de yöntemin nasıl olması gerektiğini şöyle vurguluyor:
“bir avuç kalbimize düştü yüksekten hüzün/bir kurşun gibi beynime giren
acıyla şimdi/kime açsam sırrımı, aynı ses/derin ve sivri o sükut/zeytin
dallarıyla savaşa tutuşsun çocuklar”
Kitaba adını veren Taşranın
Sazendesi: “Biraz olsun anlamıyorsun
dilimi/Unutulmuş katranların altında kalan/Durgun sular gibi konuşuyorum oysa” dizeleriyle
son buluyor. Bu şiirde taşra, sazende ve yağmur üçlüsü, zaman ve mekândaki
belirsizliği hem içerden hem dışarıdan aydınlatırken, İstanbul sisli bir tablo
gibi kelimelerin arasından süzülerek ayrışıyor.
Burada hemen Nurdan Gürbilek’in
“Taşra Sıkıntısı” başlıklı denemesinden şu satırları anımsıyorum. “Taşranın
kendisini taşra olarak ayrıştırabilmesi için kendisinden esirgenmiş bir başka
yaşantının kıyısına itildiği bir merkezin farkına varması, kendisini onun gözüyle
görmesi, onun karşısında kendisini eksik, yoksun hissetmesi gerekir. Taşranın
ufku her zaman büyük şehirdir. Taşra içinde yaşayanlara ancak o zaman dar
gelmeye, içi boşalmış bir dış gibi gelmeye, onları zamanla boğmaya başlar”
Kimliğinin farkında ve nerede
yaşadığının, kimden gelip, nereye gittiğini dosdoğru içselleştirmiş bir şair
Abdülkadir Akdemir. Bu yargıya alıntıladığımız şu dizelerden varıyoruz.
“Örümcek ve güvercin bizim yolumuza da bir dünya örecek diye avutuyorum
kendimi”
“Bunu ancak sen/bunu ancak avuçlarıyla gökyüzüne bir sağlam müslüman/bunu
ancak gündüz gizlenen, gece yürüyen/yabancı seslerden gözleri büyüyen bilir”
“Kendi ateşimizle yanmaktan başka ne yapabiliriz/Ateşe ateşle karşılık
vermekten başka ne yapabiliriz”
“Kanın gövdeyi götürdüğü bir ülkeden özveriyle yazıyorum/44
gülümsemenin bir gecede eksildiği yerden”
“Sevemezdik zira kısa metrajlı sıkıcı bir film gibiydi dünya”
“Ben” i “Biz” Yapma Derdinde Bir Şair
Kitabın ikinci bölümü “İntihar Şüphesi” on
şiirden oluşuyor. Bu bölümle aynı adı taşıyan şiir: “Hüzün evrendeki en kalın duvardan da kalınmış” dizesiyle açılıyor.
Her şair gibi hayatla derdi olan
dizeler yazıyor Abdülkadir Akdemir. Hayatın yarım kalmış diğer yüzünü ‘tahrip
gücü yüksek’ sözlerle tamamlarken, okurları yer yer lirizmin büyüsüyle, şiirin
haz ırmaklarına sürüklüyor.
“hezimete uğradım da geldim.elimde/ eylül sonu göveren güller var”
“ardım sıra ölüyor zaman/vurulmuş bir ceylan süzülüyor/rüzgârlı
çayırlardan”
“yüzgecinde inci akşamı/gitmeyi seçiyor/ben seni seçiyorum”
“Bu hüznün kumaşı iyi bir bakmışsın nisan/Bir bakmışsın yalnızda eylül
elinde kalan”
Taşranın Sazendesi sahip olduğu
kültürel değerlerin, ait olduğu medeniyetin sorumluluğunu hisseden, içindeki
“ben” i, “biz” yapma derdinde olan inançlı bir kalbin sesi. Şairin bu içten; bu
coşkulu sesi dışarı vurma sürecinde tercih ettiği epik dil beraberinde şiirleri
kristalize olmayan uzun dizelerle yazdırma riskini getirse de, kitabın ikinci
bölümünde okuduğumuz lirizme yatkın daha soft ve daha kısa dizeler, Akdemir’in gelecek
dönemlerde kaleme alacağı şiirlerde söz konusu riski ortadan kaldırabileceğinin
ipuçlarını veriyor.
Bu süreçte yeni şiirleri bekleyip
göreceğiz diyelim ve sözü şairin dizeleriyle sonlandıralım.
“Kalk gidelim Sümeyra, kalk gidelim
Beklentimiz kalmadı yarından, asılsız çıktı dostluklar
Yalnız bırakmayalım kendimizi buralarda
Ver elini, yaslan bana
Rüzgâra vasiyet edelim
Kalk gidelim”
fy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder