Şiir ne sadece dildir, ne de
sadece içerik.
Neden böyle?
Zira şiir yazan, yazmayı deneyen birçok
arkadaş; kimi zaman kendileri bile farkına varmadan kendilerini özellikle de
gençlik yıllarında sınırları kesin belirlenmemiş bir “taraf”ta bulabiliyorlar. Ve
o zaman yazdıkları şey: (şiir değil şey) ya bir çeşit “bildiri” oluyor ya da
dilsel bir oyun.
Bu o kadar tehlikeli bir
davranıştır ki; böyle bir tercihte dil ve içerik ister istemez birbirini
yaralar.
Kimi yerlerde şöyle söyleniyor
veya yazılıyor:
Dili içerik belirler
Hayır belirlemez
Ya ne belirler?
Dili içerik belirler, doğru ama
sadece içerik belirlemez. Aynı zamanda harcın malzemenin özellikleri de belirler.
Bir de bu harcın şair tarafında işlenme biçimi, bir anlamda şairin ustalığı belirler.
Eğer dil bütünüyle içerik tarafından belirlenseydi, şiirde yapının hiç önemi
kalmazdı ve daha önemlisi ”şair” belki devreden çıkardı.
Şiiri şair yaratır ve şairin
dünyası dilin dünyasıyla sınırlı değildir. Şair dili kullanır, malzemeyi aşar
ya da aşmaya çalışır. Yani malzemede şiirin yapısına uygun olmayan unsurlar
varsa (ki genellikle olur) şair bunları şiirin dışına sürükler, atar. Burada
oluşur işte dil. Ve şair burada söze ulaşır. Bu dediğimde şairin “şairliğiyle”
gerçekleşebilir ancak. Tekrarlamak gerekirse; biçim ile (belki dille) içeriğin birliği,
birleşimi; şiirin bütün öğelerinin eytişimsel birliğidir.
Şimdi gelelim herhangi bir okurun
herhangi bir şiire gösterebileceği yaklaşım biçimlerine:
1-Şiiri yazan insanı yani şairi tanıyorsa;
okur ciddiye alınacak hiçbir sorun yaşamaz. Bildiği bir “şair”le karşı
karşıyadır ve avantajla şiiri kavrar ve anlar.
2-Eğer okur tanımadığı bir
“şair”in şiirini okuma durumundaysa şunları deneyebilir.
Önce şiirin temel veya yüzeysel
yapısına bakar. Yani biçimsel oluşuma.
Ama şiirdeki şiirselliği
yakalamak için okurun biçimin altında yatan anlamı kazıması, kurcalaması gerekir.
Şiirde okuru anlama götüren dizeler okuru yanıltabilir ama. Çünkü günümüz modern
şiirinde olduğu gibi birçok ozan hemen kendisini ele vermez, anlamı gizler. Bu
durumda okur; şiirin bütününe bakacaktır, ilk dizeden son dizeye; hatta ilk
sözcükten son sözcüğe şiiri inceleyecek ve bir takım ipuçları arayacaktır. O ipuçları
doğruysa, şiirselliğe ve anlama ulaşır okur. Aksi durumlarda işin içinden
çıkamaz.
Hiçbir şiir anlamını yalnızca tek
başına kazanmaz.
O zaman neler yapmak gerekir?
Neler yapmak demeyelim de;
şunların bilinmesi gerekir diyelim:
Okur;
1-Şiirin üzerinde oturduğu tarihsel
ve toplumsal ortamı
2-Şiirin çağdaşlık boyutunu
3-Şairin ülkesinde ve dünyadaki
yerini bilirse, bilebilirse; okuduğu şiirin özünü kavraması da kolaylaşacaktır.
Ve işte o zaman şiirin hakkını vererek okuyacaktır.
Şair hangi şiiri savunuyor olursa
olsun; yukarıda sıralanan yönteme uyulursa “şair” de “okur” da bu tür şiirsel
bağlam düzeyinde okumalardan kazançlı çıkacaktır.
Şimdi denecektir ki;
Okuru bu kadar yormaya gerek var mı?
Bence var:
Neden var?
Çünkü ülkemizde, hem de dünyanın
çeşitli ülkelerinde farklı dillerde yazılan ve okurun önüne gelen şiir son
derece karmaşık ve biraz da kapalı bir şiirdir. Bu doğaldır; zira dünyanın
hemen her ülkesinde insan ve insan ilişkileri bilinen (belki de bilinmeyen
nedenlerde) karmaşık bir çizgiye gelmiştir.
Bu durum yaşarken bizleri zorluyorsa;
yazıldığında ve okunması gerektiğinde daha da zorlayacaktır.
İşte böyle!
Metin Güven/Onaltıkırkbeş, Sayı:22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder