Hep yazıyorum; üst gerçekçilik dünyanın önemli bir çalkalanma dönemine denk gelmiştir, kapitalizm niteliksel sıçramalar peşinde koşarken, insanlar oradan oraya sürüklenirken, insan beyni sarsıntılar yaşamış ve şizofreni özellikle de kapitalist toplumlarda egemen olmuştur. Bu böyleyse- ki öyledir- bu ilk bakışta insana "aykırı" gibi gelen akıma bilincin kedisini sorgulama ve irdeleme biçimi olarak da bakılabilir. Üst gerçekçilik hem bir kültür olayıdır hem de yaşamı parçalama ve yeniden inşa etme eylemidir. Üst gerçekçilik; bir anlamda kaçınılmaz bir uğraktır, bir tatil yeridir. O durakta birçok insan kendi tinsel yanını derinleştirmiş ve zenginleştirmiştir. Öyle ki; insan belki de ilk kez bu akım sayesinde ruhsal bir başkaldırının yolunu, yordamını öğrenmiştir. Üst gerçekçiler sayesinde insan o güne kadar insana hakim olan bir yığın paradigmayı da yıkmış ve aşmıştır. Belki uzun sürmemiştir, belki geriye hatırı sayılır bir kültür mirası bırakmamıştır ama hayatlarının belli bir döneminde kendisini üst gerçekçi gibi gören bu "yazarlar" ve "düşünürler" insana, insanlığa biraz tersten de olsa özgürlük için çabalamanın ne kadar önemli olduğunu öğretmişlerdir. Ama bence üst gerçekçilerin başardıkları en önemli şey; bilincin bütün katmanlarıyla birlikte, yani bilinç altıyla, bilinç dışıyla, bilinç üstüyle ve bütün insani düş gücünü insana geri vermeleridir. Bu; insanın bütünleşmesi için gerekliydi ve insan belki de bu sayede kendisinde var olan cevhere ulaştı. Siyasal bir üslup kullanarak söylersek; insan hem kapitalizm koşullarında uygar bir "batılı" olarak yaşamayı öğrendi, hem de içselleşen ve derinleşen bir şekilde kendisini tekrarlamaktan kurtuldu.
Üst gerçekçiliğin teorisyeni A.Breton; çok genel ifade içerisinde söylersek; kurulu düzene, yaygın ahlaka, düşünce ve estetik anlayışa tepki olarak doğduğunu söyler ve yazar sürekli. Ama sorunda burada işte; tinsel düzeyde kalmış bir hareket ne kadar kendisini "devrimci" olarak görse de sistemli ve dünya düzeyinde yankı uyandıran bir eylem içinde olmuyor, olamıyor.
Burada aklıma yine A.Breton, Troçki ortak bildirisi geliyor ama, o bildiriyle de Troçki'den başka herhangi bir "sosyalist" önder ilgilenmemiştir. Hatta ileriki yıllar içinde bu olayı Troçki'nin kibarlığı ve belki "hatası" olarak yorumlayanlar bile olmuştur.
Zira üst gerçekçilik dört başı mamur bir politik akım değildir. Belki bu insanlara "nihilist" denilebilir ama sadece o kadar.
İnsanlarla alay etmek bunun içinde "kara mizah"ı kullanmak! Yaptıkları esas olarak buydu.
Bu anlamda onların ideolojik önderlerinin Sade ve Lautreamont oldukları söylenebilir.
Ama söz konusu her iki yazar da arkalarında insanı sarsan ve silkeleyen eserler bırakarak bu dünyadan göçmüşlerdir.
Ben bu yüzden üst gerçekçi insanları bizlere kazandırdıklarıyla ciddiye alıyorum ve onlara böyle değer veriyorum.
Onlar; insana kendisine uzaktan bakmayı öğretmişlerdir.
Onlar; hayatımıza daha çok bilinç getirmeyi amaçlamışlardır.
Onlar; toplumsal kurallara uymayan "muhalif" insanı dünyaya tanıtmışlardır.
Onlar; yaptıklarıyla, ya da yapamadıklarıyla en kötü ideolojinin bile hayatımızda ne kadar önemli olduğunu anlatmışlardır.
Öyle inanıyorum ki; yaşamı daha doğru bir biçimde yorumlayan yeni "muhalif"ler bizlere hayatı daha yaşanılır kılmanın yollarını öğreteceklerdir. Böyle insanlar yaşamın hangi alanında çıkar bilemem; ama, insan bilincinin yeniden parçalandığı günümüz dünyasında toplumların böyle gerçek kahramanlara gereksinimi var.
Düşüncemiz doğru ve keskin,
Üslubumuz ustalıklı,
Dili kullanma yeteneğimiz çarpıcı olsun.
Ölümsüzlük denilen şey de buralarda başlıyor işte!
Önder Adalı
Onaltıkırkbeş,2008, Aralık 2008 Sayı: 25
2 yorum:
ben artık şuna inanıyorum: çalışan bir akıl sorgular ve muhalefet eder.
(körü körüne muhalefetten bahsetmediğim anlaşılmıştır herhalde, yine de belirttim:)
Evet, "Siz hiç düşünmez misiniz?" buyruğunu içselleştirmek gerekiyor.
Yorum Gönder