Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

30 Mart 2017 Perşembe

Déjà vu


"Dışarda, kalabalığın arasında, öteki çiftlerden tek ayrılıkları kol kola yürümeyişleriydi. Sinemaya girip salonun en arka sırasına oturdukları zaman bu ayrılık da ortadan kalktı. Artık bütün arka sırada oturan çiftler gibiydiler. İçeri girer girmez, sanki vakit hesaplayıp da gelmişler gibi, salon kapılarının açılıp ışıklarının yanması onları sevindirmişti. Yoksa dış salonda kalıp bekleyeceklerdi. Karanlıkta boş yerlere doğru iteklenmekten iğrenirdi. Çevresine baktı. Pek kalabalık sayılmazdı. Güler'in sesini duydu:

-Ne düşünüyorsun?

-Sinemaya girenlerde ortak bir duygu olduğunu düşünüyorum, dedi. Film görmeye gelenlerde elbet. Çünkü bu salon başka amaçlar için de kullanılıyor. Yağmur dininceye dek beklemeye, ısınmaya, uyumaya, yanına oturacak tanımadığı bir kadınla ya da erkekle sürtünmeye gelenler çoğu. Localar var, ucuz randevu evi odacıkları. Arka sıralarda öpüşmeye gelenler var. Salt film görmeye gelenler salon tenha olsun isterler. Yanlarındaki koltuğun sahibi olup olmadığına sorana kızarlar. Gürültü olmasın, öksüren, sümküren, konuşan, gülen olmasın isterler. Sinemanın güzel sanatlardan biri olduğuna en büyük kanıt bence bu. Ama olmadığına da bu. Çünkü her zaman gülen, öksüren, sümküren bulunur.

-Biliyor musun, yanıma mendil almayı unutmuşum. Ya burnum akarsa?

Işıklar söndü. Hanidir hep bu anı beklediklerini düşündü. İşte Güler hiç kıpırdamadan ona doğru geliyordu. Sol koluyla omuzlarından sardı. Dudakları onunkileri buldu. Artık konuşmayacaklardır. "Değil, yalnız etimiz konuşacak. Dudaklar sesleri kesip biçerler. İnsanın et olmayan tek yeri beyni değil mi? Et beyinli! Bir insan için söylenebilecek en ağır horlama sözü. Et beyinli! Ya bu birbirinde ezilen dudakları, bu acıta acıta sıkan elleri yöneten ne? Omurilik mi? Ondan mı murdarilik demişler? İki apayrı et nasıl oluyor da birbirinin dilini böyle kesin, kolayca anlayıveriyor? Ya bu oburluk, bu duymazlık! Korkunç şey demişti. En korkuncu bu değil mi?" Dudaklarını çekti. Güler'in gözkapakları aralanırken yeniden onun yüzüne eğildi. Bu kere, yarı karanlıkta da olsa, salt ona bir yabancınınkiymiş gibi gelen şişkin yüzünü göstermemek için öptüğünü sanıyordu. Çünkü öpülürken Güler'in gözleri hep kapalı dururdu. "Açma gözlerini sakın. Açarsan belki yalnız, şişmiş bir burunla iki şişik göz göreceksin. Yoksa aldırmaz mısın? Yoksa seni böyle başkaları da öptü mü?" Avucunda kıpırdayan eli bütün gücüyle sıktı. Güler ufalır gibi oldu; ağzının içine inledi. Ayrıldılar. Baktı perdedeki adam  bir kadını öpüyordu. İşte her yerde buydu. Birden kulağının dibinde fısıltıdan bile yavaş bir ses duydu.

-Al bak kırdın onu.

Kucağına uzanan eli aldı. Uzun zaman bırakmadı. Sıcaktı, kuruydu. Öpüşürken ona durmadan büyüyorlarmış gibi gelen burnu, yanakları, dudakları yeniden küçülmeye başladılar. Yanında, başı omzuna dayalı oturan bu kızı, konuşmadığı, yüzünü ona uzatmaya kalkışmadığı için sanki daha çok seviyordu. Saçları boynundaydı. Kulağı kaşınıyordu. Bir daha gelirlerse onu sağına oturtacaktı. Yer gösteren kızın tuttuğu solgun ışıkta önlerinden, dizlerine sürtünerek bir kadınla bir erkek geçti. Yanındaki bu yerlere oturur oturmaz sarıldılar. Onlara yol açarken birbirine yaslanan bacaklarını çekmediler. Koluyla Güler'in başını kaldırıp kulağına eğildi. Önce bu kulağı öptü; sonra,

-Çıkalım mı diye sordu.
-Çıkalım."

Yusuf Atılgan, Aylak Adam, syf.73,74      

Hiç yorum yok: