"Yüreğini açamaman benim yüzümden mi acaba" diye sordu kız. "Ben senin yüreğine yanıt veremediğim için mi yüreğin sımsıkı kapanmış halde?"
İkimiz her zamanki gibi eski köprünün ortasındaki ırmak içi adacığa inmek için yapılmış merdivenlerde oturmuş, ırmağa bakıyorduk. Ay tüm soğukluğuyla küçük bir kırıntı haline gelmiş, suyun yüzeyinde salınıyordu. Birilerinin ırmak içi adacığa bağladığı kayık, suyun sesini hafifçe bozuyordu. Dar merdivende yan yana oturduğumuz için kızın sıcaklığını sürekli omzumda hissedebiliyordum. Garipti. İnsanı insan yapan sıcaklığıydı. Fakat yürekle, vücudun ısısı arasında hiçbir ilişki yoktu.
"Öyle değil" dedim. "Yüreğimi tam olarak açamamam sanırım tamamen kendimden kaynaklanıyor. Ben kendim, kendi yüreğimi tam olarak netleştiremiyor, o yüzden karmaşa yaşıyorum."
"Yürek denilen şeyi sen bile tam olarak anlayamıyor musun?"
"Bazı durumlarda" dedim. "Üzerinden çok uzun zaman geçtikten sonra anlayabildiğim durumlar olduğu gibi, o an artık, iş işten geçmiş de olabiliyor. Çoğu durumda, biz kendi yüreklerimizi tam olarak netleştiremeden harekete geçmeyi seçeriz. Bu da herkesin aklının karışmasına yol açar."
"Bana yürek dediğin şey çok eksikleri olan bir şeymiş gibi geliyor" dedi kız, gülümseyerek.
Ay ışığı altında ceplerimden çıkardığım ellerime baktım. Ay ışığıyla beyazlaşan ellerim o küçük dünyada tastamam durdukları halde, konulacak yeri kaybolmuş bir çift heykel gibiydi.
"Ben de aynı kanıdayım. Çok fazla eksikleri var" dedim. "Fakat iz bırakıyor. Biz de o izleri sonradan takip edebiliyoruz. Karın üzerine düşen ayak izlerini takip edermiş gibi."
"İzler bir yere ulaşıyor mu?"
"Kendine" dedim. "Yürek öyle bir şey işte. Yürek olmadan hiçbir yere ulaşamazsın."
Haruki Murakami, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, syf.241-242
Çeviri:Hüseyin Can Erkin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder