Şiir, öykü, roman okuma tutkunları arasında Edgar Allan Poe ismini, o'nun "Kuzgun", "Annabel Lee" başlıklı şiirlerini, "Morg Sokağı Cinayeti", "Usher Evi Cinayeti" başlıklı öykülerini bilmeyen var mıdır? Sanırım yoktur.
Şiirleriyle, öykülerinin dışında Edgar Allan Poe'nun yazdığı tek roman "Arthur Gordon Pym'in Öyküsü"dür. Gerek şiirlerinde, gerekse öykülerinde sıradışı metinlere imza atan Poe'nun özellikle öykülerinde gotik edebiyatın izleri çok belirgindir. Hatta Poe için "Amerikan Klasik Gotik Edebiyatı"nı yaratan isimdir de denilebilir.
"Gotik, ilk kez yazınsal bir tür olarak İngiltere’de Horace Walpole’un 1764 tarihli romanı "Otranto Kalesi" ile ortaya çıkmıştır. Aydınlanma döneminin akla duyduğu sonsuz güvenin karşısında duyguların önemini vurgulayan gotik yazın, Avrupa’da 1760'lardan 1840'lara kadar ortaya çıkan Horace Walpole, Ann Radcliffe, Matthew Lewis, Mary Shelley, Charles Maturin gibi yazarların eserleri ile popüler hâle gelmiştir. Aydınlanma ile birlikte dinsel dogmalar, yaratılışla ilgili mitler yerlerini bilimsel, akılcı yöntemlere bıraktılar. Akıl çağına karşı bir başkaldırı olan görülen gotik türünde yazarlar da, gotiğe özgü mekanları, dekorları, karakterleri kullanarak, akıl ile akıl dışı arasındaki tekinsiz alanda korku ve dehşet etkisini yaratmışlardır. İngiliz edebiyatında, özellikle 18. yüzyılda önemli yer tutmasına rağmen, gotik, kanon dışında bırakılmış, marjinalliğini korumuştur. Amerikan yazınına bakıldığında ise marjinal konumundan sıyrılarak ilk Amerikan romanından günümüze uzanan çizgide etkisini sürdürmeye devam ettiği gözlemlenebilir. Gotik yazındaki hayaller ve korkuların doğasına bakıldığında bunların iktidarla, kimlik sorunuyla, toplumsal cinsiyetle yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Gotik romanın kendine konu edindiği, dehşet, aşırılık, kötülük batılı ülkelerinin edebiyatlarında, sanatlarında çok sık görülen konulardır.
Gotik yazın, tanıdık olanı bize yabancı gelen, tekinsiz mekanlarda sunar. Gotik yazındaki merak, kuşku, bilinmezlik öğeleri, gotik yazını oluşturan temel özellikler arasındadır. Tüm gerçeklerin eserin sonunda açığa kavuşturulması ve merak unsurunun sonuna kadar diri tutulması okuru şaşkınlığa uğratır." (1)
Arthur Gordon Pym'in Öyküsü"nde Poe, kitaba adını veren Nantucket'li Pym'in arkadaşı Augustus ile birlikte çıktığı maceralarla dolu deniz yolculuğunu anlatıyor.
Kitabın arka kapak tanıtım yazısında şöyle denilmiş:
"Ülkemizde kısa öyküleriyle tanınan, gotik ve fantastik edebiyat geleneğinin önde gelen yazarlarından Edgar Allan Poe'nun tek romanıdır.
Poe bu romanında, Grampus adlı gemiye kaçak olarak binen Nantucketli Pym'in başından geçen şiddet dolu, inanması zor bir deniz serüvenini anlatır. Roman, Pym'in beyaz bir kefene sarılmış, İnsanın kanını donduran dev bir insan figürüyle karşılaşmasıyla şaşırtıcı bir biçimde sona erer. Ama öykünün kabusu andıran yoğunluğu, o zamandan beri pek çok yazarın yakasını bırakmamış, birçok yazar bu bitmemiş romanı tamamlamıştır. Bunlar arasında Jules Verne'nin Buzlar Sfenksi en bildik olanıdır."
176 sayfalık kısa romanda Poe, ele aldığı konuyu gözlem gücü, psikoloji, mitoloji, coğrafya, tarih, din, doğa, haritacılık, arkeoloji, astronomi, denizcilik, zooloji bilgisiyle ve okurun aklına gelebilecek en ince detayları bile atlamadan oya gibi işliyor.
Kitabı okuyanlar, Poe metinlerinin yayımlanmasının üstünden yıllar geçmesine rağmen bugün bile hâlâ canlılığını koruyor olmasına şaşırmayacaktır.
İyi okumalar...
fy
"Yalnızca lehte veya aleyhte önyargıların işe karışmadığı durumlarda, en küçük verilerden bile, tam bir kesinlikle sonuçlar çıkarırız." Syf.18
"Sahra'nın alev alev yanan engin çölleri arasında çırılçıplak ve bir başımaydım. Ayaklarımın dibinde saldırmaya hazır bir aslan çömelmiş duruyordu. Ansızın gözlerini açıp, bakışlarını üzerime dikti. Bir sıçrayışta ayaklarının üzerine dikildi ve korkunç dişlerini gösterdi. Ardından gök gürültüsü gibi bir sesle kükredi ve ben olanca hızımla yere yuvarlandım. Duyduğum dehşetin neden olduğu felç beni boğuyordu, sonunda biraz kendime gelir gibi oldum. Artık düşte sayılmazdım. Hiç değilse duyularımı kısmen kazanmıştım. Kocaman ve gerçek canavarın pençeleri bütün ağırlığıyla göğsüme çöküyordu. -sıcak nefesi kulaklarımdaydı- beyaz ve korkunç dişleri karanlıkta üzerimde parlıyordu.
Binlerce kişi ağzımdan çıkacak tek bir heceye ya da kolumu oynatışıma karşı tetikte bekliyor olsaydı bile, yine ne kıpırdayabilir ne de konuşabilirdim. Ben çaresizce yatarken, canavar ya da her neyse, hiçbir şiddete başvurmaya kalkışmadan öylece duruyordu ve onun altında ölüp gideceğimi düşünüyordum. Bedensel ve zihinsel güçlerimin beni terk etmekte olduğunu hissediyordum -tek kelimeyle ölüyordum; sırf korkudan ölüyordum. Başım dönüyordu -ölüm derecesinde hastaydım- görme yeteneğim zayıflamıştı- üzerimde parıldayan göz küreleri bile donuklaşmıştı. Son bir çabayla, Tanrı'ya fısıldadım ve ölüme razı oldum. Sesim, hayvanın tüm gizli öfkesini uyandırmış gibiydi. Boylu boyunca üzerime çullandı; ama beni şaşırtan şey, uzun bir sızlanma sesi çıkararak yüzümü ve ellerimi şevkle, aşırı bir sevgi ve neşe gösterisiyle yalamaya başlaması oldu. Aklım karışmıştı, tam bir şaşkınlık içindeydim -ama, Newfoundland köpeğim Kaplan'ın kendine has sızlanma sesini unutamazdım, onun tuhaf yalama tarzını çok iyi biliyordum. Bu, oydu. Birden kanın şakaklarıma hücum ettiğini hissettim -kurtuluşun ve yeniden hayata dönüşün baş döndürücü ve ezici duygusuydu bu. Üzerinde yatmakta olduğum şilteden hızla fırlayıp sadık takipçim ve dostumun boynuna atılarak, tutkulu bir gözyaşı seli içerisinde, göğsümün üzerindeki baskıdan kurtuldum." Syf.26-27
Kaynaklar:
(1) Türk Yazınında Gotiğin İzleri/Doç.Dr. Çiğdem Pala Mull, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
2 yorum:
Kısa öykü yazmasını da okumasını da çok severim bu yüzden Gotik'in yeri bende ayrıdır.
Bu kitabı hiç duymamıştım, hemen incelemeye alacağım :)
Okuduğunuza değecek bir roman. Selamlar...
Yorum Gönder