Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

19 Mayıs 2016 Perşembe

Dünyanın Ağrısı Bitmez


Ayfer Tunç’un “Dünya Ağrısı” isimli kitabının okunma sürecinde bir yandan adı sanı bilinmeyen bir şehre sıkışmış sıradan insanların hayatlarının “taşra” imgesinde somutlaştırılarak anlatıldığı diğer yandan da yaşadığımız toplumun en hassas konularından biri olan “Alevilik” olgusunun roman kurgusuna bir puzzle parçası gibi yerleştirildiği görülür.

Tunç; kitabında sadece “Alevilik” olgusunu değil anlatmaya çabaladığı diğer ayrımcılık örneklerini de, kimi insanların muhtemelen kulaktan dolma bilgilerle zihinlerine çizilmiş köktenci sınırları ve o sınırların kaba sofulukla kesişen dar’alan boyutlarını âdeta göstere göstere imlemekten geri durmamış. Dünya Ağrısı; bu imlemeyle, önyargılarla oluşturulmuş, sürekli kanayan, kabuk bağlamayan toplumsal bir yarayı, bir tabu'yu, sessizce ve herhangi bir suçlu gösterme, birilerini mimleme derdinden uzak bir yaklaşımla inceden inceye deşerken, kendini toplumdan soyutlamış, hayata, taşraya tutunamayan insanların trajik yaşamlarını okurların içini burkutacak bir kurguyla hissettirmeyi başarmış.

Taşra’da, babadan miras kalan oteli işleten Mürşit’in, ailesinin, çevresindeki insanların, otele konaklamak için gelen kişilerin etrafında gelişen olayların anlatıldığı roman kurgusunda, iki ana karakter, Mürşit ve Madenci, Dünya Ağrısı’nı finale kadar ayakta tutan taşıyıcı, iki ana kolon işlevi görüyor.

Mürşit; felsefe eğitimi için gittiği İstanbul’dan, annesinin ısrarıyla işleri devralmak, babasının hastalığı sürecinde ailenin başına geçmek üzere eve dönmek zorunda kalmıştır. Klasik taşra alışkanlıklarına, taşra yaşamına uyum sağlayamayan, otel işletmeciliğinde dikiş tutturamamış, geçmişindeki sırrın etkisiyle sık sık gördüğü kâbuslar yüzünden kendisiyle yüzleşmekten sürekli kaçınan, her şeye boş vermiş,  çektiği ‘dünya ağrısı’nı akşamları kurduğu çilingir sofrasında Madenci’yle (Uzay) unutmaya çalışan biridir. Mürşit için hayat, âdeta anlamını yitirme noktasına gelmiştir.

Madenci ise, şehrin dışındaki arazide altın arayan şirketin sorumlusudur ve onun geçmişi Mürşit’le yaptığı sohbetler esnasında aydınlanır. Madenci çocukluk döneminde ‘Maraş Olayları’ diye bilinen katliamda çekilmiş bir fotoğrafı görüp etkilenmiş, büyüyüp iş güç sahibi olduktan, hatta evlendikten sonra bile baktığı o fotoğrafın ruhunda bıraktığı izleri silememiş, ağrılı kişilik yapısına sahip birisidir.

Kitabın kurgusunda iki ana kolondan biri olan Mürşit’in, babasıyla iletişim kurmada yaşadığı sorunlar, birçok okurun belleğinde yönetmenliğini Çağan Irmak’ın yaptığı, “Babam ve Oğlum” filmindeki ‘Sadık’ karakterini canlandırabilir.

Madenci’nin konuştukça ortaya çıkan dramı, o’nun ağrılarına merhem olarak sürmeyi seçtiği hayattan kaçış ve kendini gizleme düşüncesi, Plinus’un Latince deyişini doğrular gibi. “in vino venitas, in aqua sanitas” yani, “su’da sağlık, şarapta hakikat gizlidir.” Çünkü kitap boyunca ortaya çıkan gerçekler genellikle iki kahramanın birlikte rakı içtiği zamanlara denk gelir.

Ayfer Tunç’un “Dünya Ağrısı”ında anlattığı taşra yaşamındaki kesitlerde yazılmayan, ya da belki bilinçli olarak atlanmış eksik parçalar bıraktığını düşünüyorum. Şöyle ki, kavramsal anlamıyla bir merkezin dışı olarak tanımlanan taşra’da, özellikle erkekler, hayatlarını genellikle kahve, cemaat, tutunamayan kümelerinden birinin içinde sürdürürler.

Dünya Ağrısı’nda taşra’da yaşayan insanların yaşamlarından duyduğu eksiklik, bu eksiklikten kaynaklanan hayatla bütünleşememe, sürekli yarım kalma hâllerinin vermiş olduğu hüzün duygusu, merkezde bulunan ancak taşrada bulunmayan imkânlardan mahrum kalmak, örneğin arızalanan bir araç yedek parçasını, okunmak istenen gazeteyi, kitabı dahi bulamamak gibi mahrumiyetler, günlük dedikodular, insan ruhunu kara bulutlar gibi kaplayan sıkıntılar ve bu sıkıntıların her gün yaşandığı, soluk alındığı mekânların yeknesaklığı, tekdüzeliğe alışmış insanların çeşitli sebeplerle şehre gelen kadın ve erkeklere farklı bir canlıymış, farklı bir gezegenden gelmiş gibi takındıkları yabanıl tavırlar yetkin bir üslupla imlenmesine rağmen, taşranın olmazsa olmazı “cemaat” olgusuna yeterince değinilmemesini, kitabın eksik kalan en önemli puzzle parçası olarak düşünmek gerekir.

Cemaatlere yardım toplayan gönüllüler, cemaatlerin faaliyetlerine katılan insan karakterleri bir şekilde kitabın içinde yer almalıydı. Örneğin, yardım toplamak için komşu ilçeden gelen birkaç kişilik grup ve gruba mihmandarlık eden şehir yerlisinin yolu otele düşecek şekilde kurgu yapılabilir, taşradaki cemaat olgusunun öyküsü mihmandar karakteri üzerinden anlatılabilirdi.

Ayfer Tunç’un, “Dünya Ağrısı”ında bir tabu’ya, yaşadığımız toplumun en hassas olduğu konulardan biri olan Alevilik olgusuna da değindiğini söylemiştik. Doğrudur. Ülkemizde birçok aile, ya da çeşitli etnik kimliğe mensup gruplar, kendinden farklı mezhep sahibi birine kız vermeme geleneğini hâlâ sürdürüyor. Ve bu tabu, toplumun zihinsel kodları yenilenmediği sürece kısa vadede çok kolay yıkılacak gibi de görünmüyor. Peki, gelecek için hiç mi umut yok? Toplum; sevgiye, aşka saygı gösteren ve mezhep ayrımcılığını takmayan ailelere bakarak, bu mânâsız ayrışmayı günün birinde sonlandırabilir mi? Doğrusu toplumdaki ayrışmanın iyice belirginleştiği şu dönemde yıllardır sürüp giden yerleşik aktöreler için hemen, bir çırpıda sonlanır demek, gerçekten zor.

Bunca sözden sonra biz;  kitabı okumak isteyen meraklı okurlar için “Dünya Ağrısı”ından kısa bir alıntı yapalım ve soruların yanıtlarını okura bırakırken, herkese, Yunus Emre’nin “yaratılanı severim, yaratandan ötürü” deyişini gerçek mânâda içselleştirmek gerektiğini bir kez daha anımsatalım.

Yoksa bu dünya’nın ağrısı bitmez.

“Ben de onu adam sanırdım," dedi. "Sevdiği kızı almaktan aciz, korkağın tekiymiş meğer.” Mürşit'e döndü, sesi öğüt verir gibi yumuşadı. “Oğlum bir erkek bir kızı sevdiyse,” dedi “bütün dünyayı karşısına alacak icabında. Aşkın kitabı bunu emreder.”

Romantik vecizelerine devam edecekti daha. Ama annesi duyulur duyulmaz bir sesle sözünü kesti.

“Kız aleviymiş.”

Babası duraksadı. “Haa...” dedi. “O zaman başka..”

Sustular. Babasının aşka dair cümleleri uçtu gitti. Tartışılacak bir şey kalmamıştı.” (Tunç, 2014:138

Fatih Yavuz Çiçek
Adalya Kültür Edebiyat Dergisi, Ocak-Şubat 2016 Sayı:1

Kaynaklar
Tunç Ayfer, Dünyanın Ağrısı (2014) Can Yayınları, İstanbul

2 yorum:

Azize dedi ki...

Oldukça detaylı anlatmışsınız.Gördüğüm fakat üzerinde durmadığım detaylar. İlginç geldi şimdi.
Ben de yazmıştım hakkında okuyunca. http://www.buyulugerceklik.com/2016/02/kelimelerle-sklms-bir-yumruk-dunya-agrs.html

Çok sevmiştim kitabı. Odaklandığımız yerler, her kitabın okuyucu ile ne kadar subjektifleşebildiğini gösteriyor şimdi bana.

Selamlar,

mabelard dedi ki...

Mürşit karakteri daha derinlemesine incelenebilirdi belki. Mürşit'in oğlu Özgür'ü ve diğer karakterlerde kısa kısa analiz edilebilir miydi? Elbette, edilebilirdi ama ben kitabın iki ana kolonu üzerinden yürümeyi tercih ettim.

Okuyarak kattığınız değer için teşekkür ederim. İyilikle kalın.