Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

5 Mayıs 2016 Perşembe

Sıfır Sayı


"Sıfır Sayı" Umberto Eco'nun yirmidördüncü kitabı. 2015 yılında yayımlanan kitap 176 sayfadan oluşuyor ve bir solukta kendini okutuyor.

Olaylar, kaybedenler kulübünden ya da tutunamayanlar zümresinden diyebileceğimiz Colanna'nın günün birinde üniversiteden hocası olan Simei'den iş teklifi almasıyla başlıyor. Colanna,  Vimecarte isimli bir işadamının finanse ettiği "Yarın" gazetesinin yazı işleri sorumluluğuna getirilmiştir ve gazete için kurulan ekiple birlikte aslında hiç çıkmayacak 12 "sıfır sayı" yı yönetecektir. Simei'nin asıl hedefi ise ekibi gözlemleyerek gazetenin çıkarılış öyküsünü anlatan bir kitap yazmaktır.

Gazete hazırlanmaya başladığında İtalya'da gizli kalmış gerçeklere ilişkin veriler açığa çıkmaya başlar. Gladio Örgütü ve Gladio'nun diğer ülkelerdeki uzantıları, Papa'ya suikast, Vatikan'ın bilinmeyen sırları, Mussolini'nin tutuklanması, yaşayıp yaşamadığı, Arjantin'e kaçırılıp kaçırılmadığı, hükümet darbeleri, Kızıl Tugaylar, Aldo Moro, terör olayları, gizli servisler, içiçe geçmiş karmaşık olaylar zinciri okurları Eco'nun usta kelamı eşliğinde İtalya'nın elli yıllık geçmişine sürüklüyor.

Kitabın içinde Türkiye'den de izler var. Şehir olarak Trabzon, siyasi bir hareketin simgesi ülkücüler ya da bozkurtlar "Sıfır Sayı"da kısa kısa imalarla anlatılıyor.

"Sıfır Sayı" nın seksendördüncü sayfasında şöyle bir cümle var. "Gazeteler insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretir."

Ben kendi adıma bu cümleden alacağımı aldım ve bu cümlenin zihnimde patlattığı flaşların çektiği fotoğrafların görüntüsünü bizim son elli yıllık geçmişimizle kıyaslayınca İtalya ve Türkiye'nin ne kadar çok birbirine benzediğini düşünmeden edemedim.

"Sıfır Sayı"da bütün bu karmaşık, gizemli olayların içinde yaşanan bir de aşk hikâyesi var. Colanna ile yazı işlerinde magazin yazıları hazırlamakla görevlendirilen Maia'nın iş ilişkisi giderek aşka doğru evrilmeye başlıyor. Maia, tutunamayan, hep kaybeden Colanna'nın tutunduğu insan, elli yaşından sonra elde ettiği en değerli kazanca dönüşürken anlıyorsunuz ki ancak ve ancak doğru kadınla karşılaşmak uçurumun eşiğinde yaşayan bir erkeği hayatın güzelliklerinin içine çekebilir.

Kitabın son bölümü bir hayli ilgi çekici. Gazetede görevli Braggadocio'nun öldürülmesinin ardından sıranın kendisine geldiğini düşünen ve İtalya'dan başka bir ülkeye kaçış planları yapan Colanna ile sevgilisi Maia arasında geçen konuşma kurgusunu muhteşem buldum.

Çünkü ben oldum olası İsviçre ya da Kuzey Avrupa ülkelerinde örneğin İsveç'te yaşamayı hayal etmişimdir. 

Türkiye'yi terk etmek. Kolay mı? Yanıt kısaca "havet" tir belki. Ne yardan ne serden vazgeçme durumu işte.

Eco, onu her okuduğumda zihnimi açıyor. Belki benim de yıllardır karşılığını aradığım sorunun yanıtını veriyor. Finalde Colanna sevgilisi Maia'ya şöyle diyor. "İyi ama nereye gideceğiz; aynı şeylerin İsveç'ten Portekiz'e kadar yaşandığını sen de duydun ve gördün (...) Dünya bir karabasan aşkım. Ben de inmek isterdim ama bana bunun ara duraklarda durmayan bir ekspres tren olduğu söylendi."

Maia'nın yanıtı özetle şöyle. "Bir tanem, sırların olmadığı, her şeyin gün ışığında yaşandığı bir ülke ararız. Orta ve Güney Amerika arasında pek çok ülke var böyle."

Kitabı okuyacak olanlara haksızlık ettiğimi biliyorum ancak Colanna'nın cümlelerini de paylaşarak Eco hayranlarına bu kitabı okumalarını önermek istiyorum.

"Sevgilim, İtalya'nın da yavaş yavaş sürgüne gitmek istediğin o hayal ülkelerinden biri haline gelmekte olduğunu göz ardı ediyorsun. BBC'nin anlattığı her şeyi önce kabullenmeyi ve sonra unutmayı başardıysak, bu demektir ki utanç duygumuzu yitirmeye alışıyoruz. Bu akşam kendileriyle röportaj yapılan herkesin şu ya da bu eylemlerini nasıl sukunetle anlattıklarını gördün; üstelik hepsi sanki bir madalya beklentisi içindeydi. Barok dönemin ışık-gölgesi yok artık, Karşı reform bitti, alış ve satışlar en plein air yaşanıyor; sanki her şeyi empresyonistler çiziyor; yetkili yozlaşma, Mafia elamanı parlemontoya giriyor, kaçakçı hükümette yer alıyor ve Arnavut tavuk hırsızları hapse atılıyor. Efendi insanlar BBC'ye inanmadıkları için kalleşlere oy vermeyi sürdürecekler; önemli biri öldürüldüğünde, bir devlet cenazesi yapıldığında, herkesin televizyon karşısına geçtiği saatte Vimecarte'nin satış kanalları yayına başlayacak. Biz oyunun dışında kalırız: ben gene Almancadan çeviri yaparım, sen coiffeurs pour dames ve diş hekimi bekleme odaları için hazırlanan dergilerine dönersin. Geri kalan zamanda da, akşamları güzel bir film izleriz, hafta sonlarımızı burada Orta'da geçiririz ve geri kalan her şeyi cehennemin dibine göndeririz. Beklemek yeter: kesinlikle üçüncü dünya haline geldiğinde ülkemiz yaşanabilir bir yer haline gelecek ve -şarkının dediği gibi- her taraf Copacabana, kadın kraliçe, kadın hükümdar olacak."

İyilikle kalın...

fy


2 yorum:

maviye iz süren dedi ki...

seviyorum bu yazarı ama bu kitabını okumadım..

mabelard dedi ki...

Tekrar tekrar okutuyor kendini. Prag Mezarlığını ikinci kez okuyorum. Eco'nun tüm romanlarında tarihin postmodern eleştirisi ön planda.