Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

17 Nisan 2014 Perşembe

Hilmi Yavuz Şiirlerinde Aynaların Sırrını Okumak



“ben aynada büyüdüm, aynalar ise bende;
acıları gezerken, sözlerimizle ikiz;
birlikte olduğumuz, âh, o ürkünç bedende
bakarken kendimize, sevişen günlerimiz”

Türk ve Dünya şiirinde iz bırakmış bir şairin şiirlerini okumaya başlamadan önce; onun şiirlerini yazarken yaslandığı kaynaklara, dünyayı, yaşadığı coğrafyayı nasıl algıladığına, gündelik hayatla sözcükler ve dil üzerinden nasıl bir köprü kurmaya çalıştığına değin akla gelebilecek birçok unsurun bilinmesinin, o şairin anlaşılmasında önemli bir işlevi vardır.

Bu bağlamda Hilmi Yavuz’un gerek şiirlerini, gerekse şiire ilişkin felsefe, tasavvuf, dil, kültür, tarih, modernizm konularında düşünsel argümanlarını engin bir okyanusa benzetmek mümkündür. Biz de bu engin okyanusa şairin en önemli kıyılarından biri olan aynalar üzerinden yaklaşmayı uygun bulduk ve rotamızı önce geleneğe çevirelim istedik.

Gelenek deyince Türk şiirinin nirengi noktalarından birisi de hiç kuşkusuz tasavvuftur. Nitekim Hilmi Yavuz yaslandığı şiir geleneğini Behçet Necatigil’in sözleriyle “bir şiirin kendisinden önceki metinlere yaptığı atıflarla ilerlediğini” (Ahmet Doğru, Ada Dergisi Bahar 2007, 28) bilmek olarak açıklar ve bu düşünceyi “Ben Türk şiirine tasavvuf veya yenilik bağlamında çok daha ağır bir yük yüklüyorum.) Diyorum ki gelenek varsa hem mutasavvıf şair geleneğini hem de şair mutasavvıf geleneğini temellük etmek gerekir. Mesela Gâlib bunu yapmıştır. Gâlib, hem şair mutasavvıftır, hem de mutasavvıf bir şairdir. Benim amacım bu geleneği sürdürmek. Gâlib’i bu anlamda bu güne taşıyabilmek gibi bir amacım var” (Ahmet Doğru, Ada Dergisi Bahar 2007, 28) diyerek daha net ifade eder.

“Yeniden diril artık artık, aynaların külünden;
Kanatların bir öykü, parıldıyor bugünden”

Ayna şiirleri gündelik hayatla ilişki kurma özelliğiyle Hilmi Yavuz’un diğer şiirlerinden ayrılır. Şiirin dil değil söz olduğunu, şiirde anlamın ötelenmesi gerektiğini “Şiir İçin Küçük Bir Tractatus” adlı poetikasında belirten şair, ayna şiirlerinde bu görüşünün tam tersine anlamı öne çıkarır. Bunun sebebini de “Ayna şiirleri bu anlamda çok farklı, çünkü onda gündelik hayatın şiddetiyle yüzleşmiş bir şairin şiiri söz konusudur. O yüzden, şiirle gündelik yaşam arasında bir ilişki kurma gibi bir mesele eğer söz konusu olacaksa bu ancak bu bağlamda kurulabilir” sözleriyle örtüştürür. (Söyleşi; N.D.Akalın, S.Atabaş, Yalınayak Edebiyat, 28)  “Uçuş, elbette Simurg’a doğru ya da Simurg bir uçuş…otuz şiir otuz ayna” vurgusu Feriddettin-i Attar’ın Mantık al-Tayr  isimli eserine göndermedir. Başka bir söyleyişle ayna şiirlerinin her parçası simurgu oluşturur.

“sen sidre, sen son ağaç, yeşil döşek ve yorgan...
bilirsin, kalp gözüne ayn'a gerek... -ve soru-
lar uzuyor isra'da... akşam çürük ve sarı
lambalar yükseliyor, sırlarla, göğe doğru;
ve toplanıp geliyor gece yolculukları...”

“Ayna imgesi birebir resmin “yasak” olduğu İslâm toplumunda insan resmini çizmesi, bir başka deyişle tasvir yasağını delmesi nedeniyle tasavvufçular tarafından sevilerek kullanılan bir imge durumuna gelmiştir. Tasavvuf, her zaman kaba sofulukla çatışmıştır. Bu nedenle, mistisizmin ya da yaşamın içselleştirilmesinin en önemli aracı aynadır.” (Kemal Bek Şiirden Eleştiriye; 2004, 108) Bu cümleden hareketle ayna şiirleri için Hilmi Yavuz’un içselleştirdiği kendisidir, ayna nesnel bir mekân olarak onun yaşadığı yerdir, sevdiği kadındır tespitini yapabiliriz.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Şiirlerinde gelenekten beslenen Hilmi Yavuz, Ayna şiirlerini niçin İngiliz şiirindeki Sonnet tarzında yazmıştır?

Bilindiği gibi İngiliz sonnet’inde dizeler arasında boşluk yoktur ve şiirin tamamında geometrik bir yapı vardır. Sonnet’in en belirgin özelliği ise son iki dizenin en altta ve ayrı olarak yazılmasıdır. “Ayna şiirleri İngiliz sonnetsi biçiminden yazılmıştır. Ancak tam anlamıyla, ne ritim bakımından ne de kafiye bakımından örtüşmeyen şiirler de var. Yani bu anlamda ben sonneti kullanırken kendimi biraz özgür hissediyorum. Ayrıca o haliyle, yani sonnet şeklinde, dizeler arasında boşluk olmadığından geometrik bir bütünlük sağlamış oluyordu. Bu geometrik hâliyle aynaya en çok benzeyen formdu sonnet. Sonnetlerde ayrı olan son iki dize ise aynanın kaidesidir.” (Söyleşi; N.D.Akalın, S.Atabaş, Yalınayak Edebiyat, 28)

“ben tenime yürürüm, tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
áh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...”

Ayna şiirleri için “Okur, ben nasıl duyumsuyorsam, öyle duyumsasın istedim. Bu otuz şiiri, kendi tenim bildim ben” (Kendi Kendine Eklemlenmiş Bir ‘Yalnızlık Eki’yim Ben, 94) diyen Hilmi Yavuz, ten-beden arasındaki ilişkiyi “erken Hıristiyanlığa dayanan tarihsel bir ilişkidir. Özellikle sembolik şairlerde başta Mallarme olmak üzere görüyoruz. Mallarme’nin Deniz Meltemi şiirindeki ilk dize, “La Chaire est triste, hélas!” yani “Ten hüzünlüdür” diye başlar. Ten ile beden arasındaki ayrımın böyle bir arka planı var ve bu arka plan (erken Hırıstiyanlıktan gelen) kendi içeriğini koruyarak sembolik şiirde kendini yeniden üretmiştir. Benim yaptığım da biraz bu anlamdadır.” (Söyleşi; N.D.Akalın, S.Atabaş, Yalınayak Edebiyat, 27)

“ve siyah… ayna düşer! aynayla birlikte
herşey kırılır!
ne kalır geriye aynadan, söyle, ne kalır?
geriye kalan âh, sadece yalnızlıklardır…

aynalarmış gibi yapan aynalar!..
sır biziz, aynalar sırrolacaklar…”

Ayna ona bakanla, aynada görülen arasında öznel bir dünya kurar. Çünkü insan ayna sayesinde başkalarının görüp izlediği gerçek görüntüsünü keşfetmekle kalmamış, bir metafor olarak da aynayla saklı kalanı, görünmeyenin ötesinde kendi içine dönmeyi, orada edep ilmini öğrenmeyi başarmıştır.

Aynada görüntü sınırsızdır. Ayna mevcut zamanda tek bir hat üzerinde değil her yerdedir. Maddi görüntünün arka planındaki yansıma insanın görünmeyen dünyasına geçiştir. Hilmi Yavuz ayna şiirlerinde bu geçişi, en çok kullandığı hüzün imgesini duyumsatarak yapmıştır. Bu durumu da “Necatigil’in bir dizesini değiştirerek söylersem: Şiir, hüzün olmuştur Ayna Şiirleri’nde...” “Şiirler (ya da Aynalar), Sonunda Hilmi Yavuz Olmak İçin Var’dırlar! ” ifadesiyle açıklar.

“kimliğim oldu benim, çoktan geçtim adımdan,
âh, başka bir şey değilim aynalarımdan ...”

Ayna şiirlerinin son şiiri “kimlik sonnet” den alıntıladığımız son iki dize için bütün kitabın özeti gibidir dersek ilk bakışta belki bir abartma olarak algılanabilir. Fakat bu görüş bizim öznel değerlendirmemizdir. Konuyu Dilek Doltaş’ın “Ayna Şiirlerin’de Gelenek ve Çağdaşlık, Berna Moran’a Armağan” isimli kitabından bir alıntıyla bitirelim.

“Netice itibariyle, Ayna şiirleri’ndeki otuz şiir otuz ayna gibidir. Buradaki her şiirde bir kimliğin, bir kentin ya da bir aşkın görüntüsü yansıtılıyormuş gibi olsa da sonunda betimlenen Hilmi Yavuz’un ruhsal durumudur. Şairin bu kitabı hem imgelerin şiir içinde çok çeşitli anlamlar kazandığı, hem de geleneksel Doğu ve Batı mitlerinin ve edebiyatının simge ve kavramlarına göndermeler yapılan bir sone dizisidir.”

Fatih Yavuz Çiçek

KAYNAKLAR

- Ayna Şiirleri’nde Gelenek ve Çağdaşlık, Berna Moran’a Armağan, Dilek Doltaş
- “Gelenekten Geleceğe” Sebk-i Hindî ve Hilmi Yavuz Şiiri” (Ahmet Doğru, Ada Dergisi
  Bahar 2007, 28)
- Şiirden Eleştiriye, Kemal Bek
- Şiir Henüz, “Şiirler (ya da Aynalar), Sonunda Hilmi Yavuz Olmak İçin Var’dırlar!”
- Hilmi Yavuz’la Söyleşi (N.Derya Akalın, Serkan Atabaş, Yalınayak Edebiyat Şubat Mart  2007)
-Aynanın Tarihi, Sabina Molchier-Bonnet, Dost Kitabevi