Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

20 Şubat 2014 Perşembe

Mistik Düşünce Geleneği


İslam mistizmi şeklinde değerlendirebileceğimiz tasavvuf, kişi temelinde yaşanan dinî tecrübeyi en içsel noktadan yakalayarak bunu, düşünce estetik zevk ve ahlâkla bütünleştirmeye gayret eden bir tavra işaret eder.

Fakat o, daha önceki bahislerde, felsefe için ifade edildiği şekliyle, "kendisini akılsal nedenlerle meşrulaştırabilme, haklı çıkarma iddiasında olan entelektüel bir faaliyet biçimi" değildir. Hatta felsefede cevaplardan çok sorulara dayalı olarak gelişen mesafeli yaklaşım, tasavvufta yerini, verilmiş olanla daha bir kucaklaşmayı ve onun iç anlamlarında daha bir derinleşmeyi sağlayan bir kabullenişe bırakmıştır. Sadece, içten kavranabilecek olan özüyle bireysel coşkunun egemen olduğu bir buluşmayı özlemesi, Tasavvuf'un sistematik düzeyde kendini kanıtlama ihtiyacında olmadığını bize göstermektedir. Bütün mistik tavırlarda olduğu gibi, böyle bir yöneliş, (felsefenin istemiş olabileceği gibi) akıl yürütmelerle sürdürülen ve neden-sonuç ilişkilerinin sağladığı bir açıklama çabası değil, içinde veya karşı karşıya bulunulan Varlık (ya da Hakikat) alanına bir nüfuz ediş, onda kendini fark ediş ve bu yolla yine kendini bir "sır" halinde öznel olarak yakalamayı arzulayıştır.

Hiç yorum yok: