"Avluyu çevreleyen duvarın üstünden başımı uzatıp bir yabancı gibi evimize baktım. Çocukluğumun yıkılmayan sarayına. İyice bilinmelidir ki bir insanın yüreğinde sevinci ve acıyı tanımlayan ne varsa çocukluğundan kalmıştır. Çocukluk tarihe gömülü paha biçilmez bir hazinedir aslında. Demir kapının anahtarını çevirip ayrık otlarının kapladığı bahçeden geçerek verandaya yürüdüm. Sırtımı beyaz badanası sararmış kerpiç duvara verip kirpiklerimi kapadım. Orada, verandanın basamaklarına dikilmiş beni izleyen yeşil gözlü çocuğun belleğime yerleşen filigran görüntüsüne baktım sessizce. Ne yaşadıysam burada yaşamıştım. Damayı, dokuz taş oynamayı burada öğrenmiştim. Okul ödevlerimi bu verandada yapmıştım. Sardunyaları bu verandada sevmiştim. Annemin üç öğün kurduğu yer sofrasına dizlerimi bükerek oturmaya, bu verandada alışmıştım. İlkokulu bitirdiğim yıl Leylâ'yı bu verandada öpmüştüm. Babamın kalp krizi geçirdiğini, hastaneye götürüldüğünü bu verandada öğrenmiştim. Amcamın vefat haberini elimdeki şeftaliyi ısırırken bu verandada duymuştum. Herşeyin bir ömrü vardı. Evlerin, çiçeklerin, insanın. Ama anılar ölümsüzdü galiba. Anılar geçmişe yabancılaşmanın panzehiriydi. Hem, insanın sıvaları dökülen evinin verandasından geçmişe doğru çıktığı yolculukta, kendine yabancı kalması mümkün müydü?"
fy