Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

24 Aralık 2014 Çarşamba

Bir günlük Ankara yolculuğu


Dün bütün günü eğitim aktivitesi için gittiğim Ankara'da geçirdim. Öğleden sonra biten programın ardından Beşevlere, Tandoğan Meydanına, müşterilerine ıspanaklı ve sade İzmir Boyozu seçeneği de sunan cafeye uğradım. Cafe'nin sahipleri el değiştirmişti. Ve böylece Ankara'da, belki de sadece Tandoğan'da bulabileceğiniz İzmir Boyozunu tatma olanağı da ne yazık ki ortadan kalkmıştı. Cafe'de bildiğimiz poğaça türleri vardı ama menüsünden İzmir Boyozunu çıkaran mekân, ruhunu yitirmişti sanki. Oturup, iki kişilik sıcak bi'çay içmek, iki kişilik ıspanaklı boyoz yemek istemiştim. Olmadı. Orada kısa süre gezinip Tandoğandan ayrıldım ve metroyu kullanarak Kızılay'a geldim.

Ankara bildiğimiz Ankara, Kızılay bildiğimiz Kızılay'dı. Kalabalığın içinden sıyrılarak Kurtuba'ya, Birleşik Kitabevine baktım. Dergileri, kitapları inceledim. Yılbaşı bileti aldım bi'tane. Bakarsınız bu seneki talihlilerden birisi ben olurum.  :) 

Dergâh'ın Aralık sayısını Birleşik'ten aldım. AŞTİ'ye gelinceye kadar okuduğum Dergâh'ta Ali Ayçil'in şiirine işaret koydum. Emine Batar'ın "Olduğu Gibi" isimli öyküsündeki kurgu bana pek inandırıcı gelmedi. Öyküde bir kazada travma geçirerek akıl hastanesine yatmış ve iyileştikten sonra baba evine dönen bir adam anlatılıyor. Sokaktaki adamı mahallenin kasabı görüp tanıyor ve kasap dükkânının içinde konuşmalar başlıyor. Buraya kadar tamam, sorun yok. Kasabın konuşmalarından adamın karısının bir başkasıyla evlendiği ve evi terkettiği anlaşılıyor. Gerekçe şu: "Kazada sen travma geçirip hastaneye yatırılınca...(...) Çocuk küçüktü...(...) Birinin korumalarına ihtiyaçları vardı."

Bu ifadeler üzerine öykünün başlangıcındaki "Babası apartmanın ikinci katında oturuyordu. Elini zile uzattı ama basmadı" cümlesini ve öykünün sonuna doğru kullanılan "Babasının olduğu apartmanın önünde durdu. Başını kaldırdı ve balkon demirine tutunmuş sokağı seyreden titrek ihtiyarı gördü" cümlelerini düşündüm. Kurgu bu cümlelerle birlikte benim zihnimde inandırıcılığını yitirdi. Çünkü bu cümleler adamın karısının birilerinin korumasına ihtiyaçları olduğu bu yüzden kadının başkasıyla evlendiği savıyla örtüşmüyordu. Baba hayattaydı. Mülkiyeti "babasının üzerinde olduğu" çağrıştırılan apartman vardı. (Burada "babasının olduğu" nitelemesiyle mülkiyet değil ikamet edilen bir yer bildirimi amaçlanmışsa "babasının oturduğu" şeklinde bir ifade tercih edilmeliydi.) Belli ki babanın maddi durumu iyiydi. Üstelik bizim toplumsal kültürümüzde hiçbir kadın (çok marjinal vakalar hariç) hasta kocasını terketmez, başkasıyla evlenmezdi. Hele hele kocasının  ailesi hayatta olduğu sürece, koca iyileşip eve dönene kadar gelin ve torun emanet bilinir, aç ve açıkta korumasız bırakılmazdı.

Ben yukarda açıklamaya çalıştığım sebeplerden ötürü öyküdeki kadının çocuğunu da yanına alıp evden gitmesini, başkasıyla evlenmesini inandırıcı bulmadım. Çünkü kadınlar vefalıdır. Evine, yurduna sahip çıkar, olağanüstü durumlar haricinde kolay kolay yuvasını dağıtmazlar. Bir kadının kocasını ihanet, şiddet, fuhşa teşvik, namus davaları ve çok özel sebepler dışında terkettiği bu toplumda görülmüş şey değildir.

Yazar; bu öyküde, öykünün kahramanı adamı baba evi yerine kendi evine dönecek biçimle kurgulamalı, adamın baba evinden de, babasından da hiç bahsetmemeliydi diye düşünüyorum.

Dergâh'ın ardından otobüste yol boyunca Asena Gülsüm Güneş'in "Kassandra" isimli kitabını okudum ve bitirdim. 

Önümüzdeki günlerde fırsat bulursam "Kassandra" hakkında da düşüncelerimi yazarım.

Okunacaklar sırasında Aslı Erdoğan'ın "Kırmızı Pelerinli Kent"i var. 

Hayat Kızılırmak gibi, böyle akıp gidiyor işte...

fy


3 yorum:

N.Narda dedi ki...

İzmir boyozu, adından belli, sadece İzmir'de yenir :)


Emine hanım yeni bir öykücü, hepimizde olan hatalar onda da olacaktır:)

mabelard dedi ki...

İzmir'n boyozu bile kendini özletiyor :)

Sayfamı izleyerek kattığınız değer için teşekkürler.

N.Narda dedi ki...

Estağfirullah:)

İzmir güzeldir en sonunda:)