size geldiğimde
bir tesadüfün güzelliğini kutsuyordu zaman
ân karaydı, düş beyaz
avuçlarımızda mavi bilye sıcaklığı
sesimiz cemre gibi ateşlenmeyi biliyor
yüzümüzden akıp geçiyordu gümüş nefesli kadran
siz fasl-ı dey; ben gamlı hazan
ince belli bardakların deminde süzülüyor
kirlenmiş hayattan, ikiyüzlü tarihten soyutlanmış
imbattan, kırık dal uçlarımızdan konuşuyorduk
sonra ne çok iyimser; ne de fazla kötümser
başakların cana can katan payitahtına doğru yürüdük
ardından ebrulî şiirler okuduk göz göze
örneğin, "cinayet kışı" nı sevdik
dilimiz yağmurla birlikte çözülmüştü birhan’dan
akşamdı, gün ağmıştı
gönülsüz
ve bir veda cengiyle indik düş ekspresinden
merakta mısın bilmiyorum fakat doğrusunu istersen söyleyim
pervâne kuşlarından hiç farkım yok şimdi
tenimde mânâsı güç serin bir güz ağrısı
yine kuzeye döndüm, kuzeyde eskimeyen nâr-ı beyzaya
çünkü her nâr-ı beyza
hayatın değişmeyen uzamına direnirken buluyordu gerçek rengini
çünkü rüzgârla yarışan kanatları kılıçla değil
düşlerin ölümüyle kırılmıştı namağlup kuşların
Fatih Yavuz Çiçek