Okuyanlar, bir şekilde duyanlar hemen anımsayacaktır. “Türkiye’de ne kadar futbol varsa o kadar edebiyat var” sözü Fethi Naci’ye aittir. Fethi Naci, bu sözleri söylediği dönemde Türkiye’de o dönemde var olan edebiyatın farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyordu muhtemelen. Niçin? Çünkü o yıllarda futbolun merkezi üç büyükler olarak bilinen İstanbul kulüplerinin tekelindeydi ve bu tekelin, merkezin dışında kalan taşra tarafından kırılması ancak Trabzonspor’un şampiyon olmasıyla mümkün olmuştu.
Şimdi durup dururken hangi sebeple bunları anımsatma ihtiyacı duydum, açıklayım. Trabzon doğumlu ve Trabzon’da ikamet eden Serkan Türk, 4.öykü kitabı “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim”le yıllar evvel Trabzonspor’un futbolda yaptığı değişimi, tıpkı edebiyatta yapacak gibi görünüyor da ondan.
Çünkü edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır.
"Edebiyat; aynı zamanda kurguda doğruyla yanlışın karşıtlığının asılı durduğu olanaklı dünyalar, hayali ama metaforik olarak doğru ve böylece gerçeklik algımızı güçlendiren dünyalar kurar."(1)
"Edebiyat; aynı zamanda kurguda doğruyla yanlışın karşıtlığının asılı durduğu olanaklı dünyalar, hayali ama metaforik olarak doğru ve böylece gerçeklik algımızı güçlendiren dünyalar kurar."(1)
Oniki öykünün yer aldığı kitapta yazar; takıntılı, çevresiyle ve yaşamla uyum sorunu çeken, bir taraflarında eksiklik, olmamışlık duygusu taşıyan bireylerin gündelik hayatlarını anlatıcı karakterler üzerinden dolaysız bir anlatım dilini tercih ederek kurgulanmış dünyalar kuruyor. Ki yazarın bu tercihini kitapta yer alan öykülerin gerçek dünya, anlatma olgusu, işlevler, eylemler, tümceler gibi düzlemlerle birlikte düşününce “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” in kendi içinde bütüncül bir yapı inşa ettiğini görüyoruz.
Serkan Türk’ün dipnotlarından büyük çoğunluğunu Almanya/Berlin seyahati sırasında yazdığını öğrendiğimiz öyküler “Hitler Ve Yoldaki Üç Kişi” nin anlatımıyla başlıyor. Tren’de çekirdek çitleyen, müzik dinleyen, yaprak sarma yiyen, yüksek sesle konuşan insanlardan rahatsız olan ve bir an önce oradan uzaklaşmak isteyen, uzaklaşamayınca da susup oturmak zorunda kalan takıntılı bir insan profili çıkıyor karşımıza. Hatta öykünün kahramanı takıntılı olduğunu saklamaz. Muhataplarına: “Takıntılıyım. Çekirdek çitlerken siz, beynimin içine doğru su aygırları koşuyor sanki” demekten çekinmez.
Kitaba adını veren öykü “İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye” cümlesiyle başlıyor. Eşini genç yaşta kaybetmiş bir adamın takıntıları psikolojik yaklaşımla ele alınıyor. “Sekiz güzel yıldan sonra aniden hastalanıp rahmetli oldu benim hanım. Ev başıma yıkıldı. Sofa bir mezara döndü. Yatak odasının kapısını açamaz oldum. Mutfak masasının üzerinde ne varsa küflendi. Gün boyu kanepeye uzanıp uyuyor gibi yapıyordum. Uyumuyordum. Gözümü kapadığımda onun gözü, onun elleri, onun olan her şey beliriyordu. Aniden gözü bir cam parçası gibi kırılıp dağılıyordu. Eline uzanacak gibi oluyordum. El asırlık bir ağacın köküne dönüyordu, sarılmaya doyamadığım gövdesi kuruyup iskelete. Kapatmamak için zorluyordum gözlerimi. Bu defa eşyalar üzerime geliyor, sandalye yürüyordu sanki odanın içinde. Pencereler kirden sokağı göstermez oldu. Bir odanın içinde mahkûm gibi yaşamaya başladım.” Bu cümlelerde yazar, öykü kahramanının içinde bulunduğu zihinsel süreç ve bilinçdışı unsurlar arasındaki ilişkiyi bir psikanalistmiş gibi ortaya çıkarıyor.
“Kalbim Oyuncak Bir Gemi Senin Sularında” başlıklı öyküyü okumaya başladığınızda Serkan Türk’ün “Uzak Yaz” ve “Rüzgârlı Camlar” isimli öykü kitaplarındaki “Öldüğümde Ağlamadım” ve “Şal” isimli öykülerini anımsıyor, orada kaldığınız yerden ve bu defa cinayeti işleyen karakterin dilinden anlatılan öyküye devam ediyorsunuz. Bu öyküdeki final cümlelerinde kullanılan şiirsel üslup dikkate değer. “Kalbim oyuncak bir gemi senin sularında, demiştim biliyorsun. Durmaksızın yalpalayan bir gövde düşün, öylece yalpalıyorum. Eksiğimin ve fazlalığımın sen olduğunu biliyorum.”
“Küçük Şeyler” isimli öyküde takıntılı insanların hayatlarını anlatmaya devam ediyor Serkan Türk. “Çocuk doğurmak istememişti. Zaten şimdi çocuk sahibi olmak istese bile yaşı sorun olabilirdi. Karga sürülerinin ardından koşturduğu köyde tanıdıkları bir komşu kadın vardı. Kadın üst üste dört doğum yapmış ve her çocuğu problemli dünyaya gelmişti. Otistik bir çocukla ne yapardı?” cümleleri, çocuk sahibi olmamış, çocuk doğurmaktan kaçınmış bir kadının takıntılarını işaret ediyor bu öyküde.
“Fotokopici Dükkânı”nda yöresel şive kullanan yaşlı kadının (Ayşe Teyze) konuşmaları öyküye folklorik renkler katılarak öykü dilinin zenginleştirilebileceğinin göstergesi gibi algılanabilir. “Boyu devrilsun, inşaat yapayrum diye diye baturdi bizi. Haçan anlamaysin ne diye zorlaysin kendini. Gelsun, alın nesi varsa kıçindan. Vermem ineklerumi. Onlar benum.” Fakat öyküdeki ana karakterlerin dışında çok fazla yan karaktere yer verilmiş olması bu öykünün belki de tek olumsuz yanıdır diye düşünüyorum.
“Wannsee’nin Mavi Suları”nda kızkardeşini merak eden, onun sarararak öleceğinden endişe eden takıntılı bir abla, “Ailenizden Biri Beklenmedik Bir Anda” da hastalıklardan, romatizmadan bunalmış, sıcak iklimlere takıntılı bir kadın çıkıyor karşımıza.
Gösterişsiz, birbirinden sakin hamlelerle öykü ağacının zirvedeki dallarına doğru tırmanışını sürdürüyor, Serkan Türk.
Başlarken; edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır demiştik. Bu cümleden hareketle “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” gerek estetik kurgusuyla, gerek anlatım teknikleriyle sıradan bir öykü kitabı olmaktan ziyade yazarın gerçekle düş gücünü harmanlayarak kurguladığı, bireysel veya toplumsal takıntıların odağına yerleşmiş insani kaygıları çok yönlü dile getirdiği bir eserdir diyebiliriz.
Hepimizin ruhumuzdan silip atamadığı, kurtulmak isteyip de bir türlü kurtulamadığı takıntıları, batıl inanışları mutlaka vardır değil mi?
Cevabınız evetse, işte sırf bu yüzden "Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim"i okuyunca yazarın hakkını teslim edeceğinize inanıyorum.
Cevabınız evetse, işte sırf bu yüzden "Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim"i okuyunca yazarın hakkını teslim edeceğinize inanıyorum.
İyi okumalar.
Fatih Yavuz Çiçek
Kaynak:
(1) Massimo Fusillo, Edebiyatta Estetik, syf.149
Kaynak:
(1) Massimo Fusillo, Edebiyatta Estetik, syf.149
2 yorum:
Tavsiye için teşekkürler ve mutlu hafta sonları.
"Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim" Keyifle okuduğum öykü kitaplarından biriydi.
Teşekkürler...
Yorum Gönder