Toplum olarak gerilimi yüksek ve zor bir dönemden geçiyoruz. Artan terör olayları, canlı bomba eylemleri, artık kanıksanan, sıradan bir habermiş gibi okunup dinlenen şehit haberleri, çocukların cinsel istismarı, sonu gelmeyen kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, adaletsiz dağıtılan milli gelir, iyice dibe vuran yoksulluk ve daha niceleri.
Dün telefonla konuştuğum kadim bir arkadaşım son dönemde duyduğu, okuduğu olumsuz haberler yüzünden neredeyse nefes alamaz hale geldiğinden yakınıyordu. Arkadaşım kendince haklı elbette. Bu toplumda iyi kalmak, erdemli insanların bunca pisliğin ortasında kirlenmeden yaşama arzusularını anlamak için filozof olmaya gerek yok. Fakat ne yaparsak yapalım bu ülkede "kötülük, iyiliğin önünden koşmaya devam ediyor."
Gazete okumuyorum. Okunacak gazete mi kaldı Allahaşkına ki gazete okuyayım. Özellikle izlediğim bir köşe yazarı da yok. Burada biraz megalomanlık yapayım. İç sesim gazetelerde günlük köşe yazısı üretenlerin bir çoğundan daha iyi köşe yazıları oluşturabilecek birikim ve donanıma sahip olduğumu fısıldıyor bana. Onlardan eksik bir yanımın olmadığını, onların güdümlü yazılarına ihtiyacımın kalmadığını üstüne basa basa söylüyor.
Geçenlerde Ankara'nın göbeği Kızılay'da meydana gelen ve sonuçları içimizi çok fena acıtan canlı bomba eyleminin yapıldığı günlerde Umberto Eco'yu okuyordum. Eco'nun "Düşman Yaratmak" isimli kitabını.
Kitabın içinde Eco'nun çeşitli zamanlarda kaleme aldığı denemeleri var. Kitabın girişinde yer alan "Düşmanı inşa etmek" başlıklı denemesinde müthiş tespitleri var. Ve yine kitabın 193.sayfasında yer alan "Velinalar ve sessizlik" başlıklı denemesi sanki birçoğumuzun zihnini kurcalayan sorular için yazılmış gibi.
Altını çizdiğim satırlarda Umberto Eco şöyle diyordu.
"Ben hep şöyle düşünmüşümdür: eğer ertesi günü gazetelerin benim bir kabahatimden söz edeceğini ve bunun bana ciddi boyutta zarar vereceğini bilsem, yapacağım ilk şey, gidip karakol yakınlarına bomba koymak olur. Ertesi günü gazetelerin baş sayfaları bu olaya ayrılır ve benim küçük kişisel skandalım iç sayfalardaki yerel haberlerin arasında yer alır. Kim bilir kaç bomba, sırf baş sayfalarda başka haberlerin yer alması amacıyla patlatılmıştır. Bomba örneği fonetik açıdan da son derece uygundur, çünkü geri kalan her şeyin sessizliğe gömülmesine neden olan çok büyük bir gürültü çıkarır.
Gündemi gizleme amaçlı gürültü. Gürültü yoluyla sansür ideolojisi bence Wittgenstein'a uygun şekilde ifade edilebilir: susulması gereken konularda çok konuşmak gereklidir. İki başlı buzağılar ve küçük hırsızlıklar, yani eskiden gazetelerin en sonunda yer alan ama günümüzde kırk beş dakikayı çeşitli bilgilerle doldurmaya ve insanların asıl verilmesi gereken bilgilerin verilmediğini fark etmesini engellemeye yarayan küçük haberlerle dolu olan Televizyon Haber Programı, bu tekniğin baş örneğini oluşturur. (...) Gürültünün asıl güzel yönü de, gürültü arttıkça ne dendiğine daha az dikkat edildiğidir. (...) Gürültü yapmak için haber uydurmaya gerek yoktur, gerçek ama önemsiz bir haberi yaymak yeterlidir, sırf haber olarak sunulmuş olması şüphe uyandırmaya yetecektir. (...) Gürültünün ilginç mesajlar aktarmasına da gerek yoktur, çünkü mesajlar üst üste biner ve gürültü yaratır. Bu gürültü bazen aşırı bir bolluk halini alır.
Tek gerçek enformasyon aracı olan fısıltı ise sadece sessizlikte işe yarar. Bütün halklar, hatta en sansür yanlısı diktatörün baskısı altındaki halklar bile, fısıltı sayesinde dünyanın geri kalanında olanlar hakkında bilgi sahibi olmayı başarmıştır. Editörler kitapların reklam veya eleştiriler sayesinde değil, Fransızcası bouche â oraille, İngilizcesi Word of mouth, İtalyancası passaparolla olan ağızdan ağza yöntemiyle çok sattığını bilir; kitapların başarılı olması, fısıltı sayesinde olur. Sessizlik durumu kaybedildiğinde, tek temel ve güvenilir iletişim aracı olan fısıltıyı duyma imkânı da kaybedilir. (...) Dolayısıyla İtalyan halkını hikâyelere değil, sessizliğe davet ediyorum."
Tespitler ilginç ve bir o kadar da zihin açıcı değil mi?
Kendi adıma konuşarak belirtmek istiyorum ki Eco'yu okumaktan her zaman keyif almışımdır. Eco okumak en sıkıntılı dönemlerimde bana ilaç gibi gelir.
Konuyla direkt bir ilgisi yok belki ama bütün olumsuzluklar içinde elektronik posta kutuma düşen ve beni gülümseten şu iletiyi de sizlerle paylaşmadan geçmek istemiyorum.
"Bir çöp torbası firmasının 1000 kadın üzerinde yaptığı ankette ilginç sonuçlar ortaya çıktı. “Neyi çöpe atmak istiyorsunuz?” sorusuna 230 kadın, “Kocamı” cevabını verdi. 210 kadın ise “Huysuz, kaba ve duygusuz insanları” diye yanıtladı. Üçüncü yanıt ‘işler’ olurken anketteki diğer yanıtlar ise sıkıntılar, eski mobilyalar ve ağrılar oldu."
Kervankıran isimli öykümde şöyle yazmıştım.
“Kanıyorum...
Oluk oluk kanıyorum. Zihnimin içinde beni huzursuz, toplumu mutsuz kılan ne
varsa hepsini ama hepsini toparlayıp, yeryüzündeki çakma firavunların başından
aşağı, hayır, ruhlarının deliğinden içeri bodoslama -evet aynen öyle- bodoslama
bir şekilde ve sanki lağım çukuruna bir çöp aracını boşaltırcasına
bütün öfkemi döke saça, çığlık çığlığa boşaltarak, rahatlamak
istiyorum."
Ya siz sevgili okurlar, evet, siz.
Neyi çöpe atmak istiyorsunuz? Hiç düşündünüz mü?
fy
6 yorum:
Bu kadar mutsuz çiftin olması ve çift olmaya devam etmesi ne Yazının tamamına diyecek cümlem var ama mecalim yok galiba.
U.Eco için teşekkür ederim.
Gürültü yapanları atmak isterdim öncelikle ...
Gürültüden kaçmak için kendime bir dağ evi inşa ettirme ve orada yaşama hayalim var. Hayalim ne zaman gerçekleşir bilemem artık...
Mutsuz çiftleri birbirinden koparmayan öyle çok etken var ki. Bu konu ayrı bir yazı içeriğinde daha derinlemesine kazılabilir belki.
Okuyarak kattığınız değer için teşekkür ederim.
Ne yazık ki dünya böyle..
Milenium dediğimiz çağ yutuyor bizi..
Özgürlük deyip ahlaktan yoksun bıraktık/bırakıldık zamanında insan olarak..
Bencil değerler toplum değerinin önüne geçti.. İnsanlığı bu hale getirenler ne yazık ki bizleriz...
Adam haklı gazete okumamakta, okuduktan sonra insanda yaşama isteği kalmıyor:( başka bir gezegene ışınlanmak istiyor. En azından ben böyle hissediyorum. Çöpe atmak istediğim öyle çok insan var ki...ne kadar Atatürk düşmanı, bölücü, vatan haini nankör, canlı bomba, psikopat, tecavüzcü, sapık, hayvan işkencecisi varsa alayını çöpe değil uzaya fırlatırdım.
Beklentilerimi atmak isterdim. İnsana büyük ayak bağı oluyorlar. Sevgiler ;)
Yorum Gönder