1- Uzun süredir şiir,
deneme ve öyküler yazıyorsunuz. İlk şiir kitabınız "Kayıp
Dağ" geçtiğimiz yıl yayımlandı. İlk kitabın, yeni doğmuş bir bebeğe
kavuşmanın sevincine benzediği söylenir. Bu konuda siz neler söylemek istersiniz?
Evet yaklaşık otuz, otuz beş senedir şiirle kâh
muhabbet kâh çekişme içindeyiz. İlk şiirim İsmet İnönü'nün vefatı üzerine
yazılmıştı. Orta ikideydim. İdarece beğenildi ve bir arkadaşım okumuştu okul
bahçesindeki törende benim demeye çekindiğim bu şiiri. O
gün bugün devam ede gelen bu yolculukta gençlik şiirlerimi de hâlâ saklarım bir çeyiz gibi ceviz sandığımda.
Öykülerimi ise; bilinmezliğin çetrefilli yolculuğunda, varlığından
mutluluk duyduğum, güven duyduğum, belki şiir dizelerine giremeyen pek çok şeyi
paylaştığım öz kardeşim olarak görürüm. Ve yazmak eylemi başlı başına hayatımın
merkezi olur.
İlk şiir kitabım Kayıp
Dağ ise sizin de dediğiniz gibi 2009 Şubat ayında Kül Sanat Yayınları'ndan
çıktı. Doğrudur ilk bebek ilk göz ağrısıdır. Bebeğin doğmasının sevinci kadar
tatlı sıkıntılarına da göğüs germek durumunda kalırsınız. Sorumluluklar artar.
Daha şefkatle, daha dikkatle, bir başka
bakarsınız
çevrenize. Daha bir
koruyup kollarsınız. Üstüne titrersiniz. Size ait olan sizden bir parça olan
sizden çıkmıştır ve hayatın kollarındadır artık. Bir anlamda ne kadar
yakınsanız bir o kadar da kendi başınadır ve ayakta durmak durumundadır. Ve
sizin göreviniz onu takip etmektir.
2- "Kayıp
Dağ" için "sorulardan sıkılmış bir Ayşe Masalı"nın yanıtlarıdır
diyebilir miyiz?
Aslında
yanıtlardan ziyade tam olarak soruların o
dağa ulaşmasıdır diyebiliriz.
3- Dağa seslendiğimizde, karşıdan boşluğa
savurduğumuz sesimizin yankısını duyarız. "Kim", "İçime
İçime" başlıklı şiirlerinizde harflerle oluşturulmuş bir boşluk, bir
uçurum var gibi. Burada aklıma Behçet Necatigil'in "Modern şiir biraz da
okur tarafından doldurulması gereken boşluklar taşıması gerekir" cümlesi
geliyor. Bu bağlamda Ayşe Keskin'in izleği modern şiirden yana mıdır?
Dağa seslenmek için önce
dağa çıkmak gerekir ki seslendiğinizde karşı bir ses gelir. Tecrübeyle sabit, size dönen bir
cevaptır. Bir cevap ki "Sesim sesim" diye bağıran, kendi sesinin
tonunu, rengini, duygusunu anlamaya çalışır. Acı
çığlığınız kahkahayla geri dönmez size. Kahkahanız
ise sancılı bir nar gibi saçılmaz yere. Ses ne ise, o döner size. Farklı bir
cevap korkutur, çünkü dağ, dağ değildir o zaman. Başka bir şeydir.
Sadece o sesin kendi sesiniz olduğuna inandığınız zaman özgün sesinizi
tanırsınız. Kendi sesinizi tanımak kadar mutluluk veren bir şey yoktur ve
dilini çözmüşsünüzdür dağın. Dağı konuşturmak, içinizi konuşturmaktır. Ve
devindiğiniz zamanı kayıt etmek... Dağın ucunda uçurumlar,
dağın içinde kaynayan narsınızdır!
İzleğim sadece şiirdir. Geldiği gibi… Bu, kendi yolculuğumun izleği
aslında. Kâh kanı üstünde, kâh hâlâ çıplak, kâh
yıkanmış mis gibi kundaklanmış, kâh ilk nefesle canı yanmış ve ama ilk çığlıkla
sevindirmiş, bazen nefesi tıkanmış kalmış. Kendi
boşluğumu doldurmaya çalışırken yepyeni boşluklara da imzasını atıyorsam
farkında olmadan. Bu yaşadığım zamanla ilgiliyse evet modern şiire daha yakın
duruyor şiirlerim.
4-Şiirlerinizde imge yoğunluğu oldukça derin ifadelerle kıvamını
bulmuş. Keza şiirlerdeki biçimsel düzenlemeler de dikkat çekiyor. Şiirde
imge, anlam, biçim uyumu konusunda düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bu görüşünüz için teşekkür ederim.
İzleğim
sadece şiir demiştim. Sadece bana verileni geri vermek.
Şu kalıp, şu şekil, şu görüntü olsun diye
hiç düşünmeden. Kendini nasıl doğduruyorsa öyle. Kendi şekliyle, kendi bedeniyle, sesiyle…
Sadece kendi olarak. Zorlama olmadan. Nasıl akıyorsa.
Elbette şiirin işçiliği de
var. Sakın yanlış anlaşılmasın. Doğumdan sonraki dinlenme süreci, dönüp dönüp
okuma süreci. Düşünceyse düşünce, duyguysa duygunun tam olarak kendini ifade
etmesini sağlayıcı dokunuşlar. Ve demlenmenin sonucunda ele avuca gelmesi.
5-Kitapta yer alan şiirlerin büyük çoğunluğunda başlığın ilk dize gibi
oluşturulduğunu görüyoruz. Başlığın şiirin ilk dizesi olduğu görüşüne katılır
mısınız?
Elbette şiir başlığı ilk
göze çarpan, sandığın
kilidini açan ilk anahtar. Kayıp Dağ'da yer almayan yeni bir şiirimde (
Vav) "Bütün anahtarları kendi kilidinde döndürür zaman" demiştim. Yanlış bir anahtar doğru bir kilidi
açamayacağına göre, sonrasında
şiirin hangi dizesini okursak okuyalım, hangi dizesini seversek, vurulursak
vurulalım, hatta pek çok kilit pek çok anahtar bulursak bulalım, ilk anahtara
dönüp bakma ihtiyacı duyarız. Bu anahtarla şiiri hafızamıza tekrar kilitleriz.
Dolayısıyla önemli bir açış dizesi olarak görüyorum şiir başlıklarını.
6-"uzaklaşan
denizdim soyunup kıyıdan, aşılmaz zaman…içerlerim…/ horonla
tepinen Karadeniz masalı/derin" diyorsunuz. Karadeniz
kültürünün derinliğindeki ana etken
nedir?
Karadeniz, pek çok
medeniyeti barındırmış
olmasının birikimiyle kültürünü de derinleştirmiştir. Rum'u Ermeni'si,
Gürcü'sü, Laz'ı bu toprakların üstünde yaşamış dolayısıyla yaşayan her halk
kendinden pek çok izler bırakmış bu topraklara.
Yaşanmış aşklar, birlikteliklerden doğanlar. Kalanlarla gidenlerin birbirine
kazandırdığı diller, dinler, tavırlar, yeme içme alışkanlıkları vs. pek çok
etkileşimi de sağlamıştır. Çok basit bir örnektir ama burada köy kadınlarının
bellerine taktıkları peştamal bile renk renktir. Bir
köyden diğer köye farklılık gösterir. Başlarına örttükleri örtünün
bile bağlama
çeşidi ayrıdır. Her
köyün, her
sınırın kendine özgü rengi, sesi ritmi ve havası vardır. Yöresel oyunlarda bile
bu fark göze çarpar.
"Bedel Derin"
şiiri; değişen zaman, değişen kültürel,
sosyolojik, yapısal yozlaşmaların neticesinde ucuz, günü kurtarma amaçlı
eylemlerin getirdiği derinliği, deryadan uzaklaşan bir kentin, deryayla bağı
kesilen bir kentin kıyılarında hamsinin tohumunun da sakıza bulanıp
ezileceğini, ezildiğini, recm edildiğini işaret eder.
7-Güldünya başlıklı şiir, kadınlara uygulanan töre
baskılarının sonuçlarını sorguluyor gibi. Kadına uygulanan şiddet ve
ayrımcılığın önlenmesinde toplumun eksikliği sizce hangi sebeplerden
kaynaklanıyor?
Elbette, öncelikle
“Güldünya”nın töre baskısıyla katledilmesinin verdiği üzüntüyle
içselleştirdiğim bir şiir bu. Bir ucu kırsala, bir ucu merkeze bağlı bir
vahşetin şiiri... Çalışan, düşünen, üreten kadınların da aynı şiddete ve
ayrımcılığa maruz kaldığını, kendini ifade aşamasında susturulmaya
çalışıldığını da sorguluyorum. Ezberi bozmak zaten başlı başına sindirilmesi
gereken eylemler olarak görülür ki toplumlarda kalıplaşmış erklerin bu
sindirmeyle, tepeledikleri şeyin aslında kendi eksiklerini, gediklerini
çıkaracak yeni düşüncelerin yere yığılmasını istemeleri olduğunu düşünüyorum.
Kendi alanlarını daraltacak ne kadar eylem, düşünce, duygu varsa bunlara baskı
yapmak iktidar sahiplerinin güçlerini koruma adına bir stratejisi sanki. Aydınlanmayan her karanlık korkutur aslında.
Karanlığı aydınlatmak yerine galiba karanlığa kurşun sıkmak da bu korkunun
sonucu oluyor. Gelmiş geçmiş tarihlere baktığımızda çok da değişen bir şey yok
gibi. Kısır bir döngü kendini yineleyip duruyor. Eksiklik giderildikçe, yeni
eksiklikler doğuyor. Sebep sonuç ilişkileri de çözülmeyen denklemler olarak
kalıyor elimizde avucumuzda. Ve başvurulan hiç bir kaynak nedense bu elleri
tutturamıyor.
8-Şiir kitaplarının okura ulaşma, dağıtım sürecinde zorluk
yaşanıyor mu? Ve "Seyir
Defteri" ne kayıtlı yeni bir dosya hazırlığınız var mı?
Zorluk
olmaz olur mu? Hele ki şiir kitapları… Bu çok uzun, bir o kadar da üzücü bir konu. Öyle ki
şiir kitabı çıkaran pek çok kişinin doğan yeni bebeğinin sevincini yaşayamadığını
da düşünüyorum.
Evet "Seyir Defteri"nde mevcut dosyalar var.
Hem şiir, hem öykü, hem de deneysel metinlerden oluşan dosyalar... Kolay kitap
çıkaran biri değilim galiba. Onlar
da sandıktan çıkacakları günü bekliyorlar.
-Ayşe Hanım söyleşi için teşekkür ediyorum
-Ben teşekkür ederim Fatih Bey. Başarılarla dolu ve uzun ömürlü bir
yazın hayatı diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder