Lacivertleri giymişim. Üstüm başım tiril tiril. Akşama nişanım var. Salon tutuldu. Davetiyeler bir hafta öncesinden dağıtıldı. Sözlüm kuaförde. Saçların ve porselen makyajın yapımı uzun sürer dediler. “Siz şöyle bi’dolaşın en iyisi. Ayakkabınıza cila çektirin isterseniz” dedi oradaki kızlardan birisi.
İtiraz
etmedim. Hiçbir şeyin keyfimi bozmasını istemiyorum. Ne de olsa en mutlu
günümdeyim. Cadde boyunca bir tur attım. Eksik var mı diye düşünüyorum bir
yandan. Yüzükler alındı. İçine isimler kazındı. Kırmızı kurdelalar tamam.
Takılar annemde. Sekiz kat nişan pastası hazır. Biz loş ışıklar altında salona
yürürken orkestranın çalacağı müzik bile ayarlandı. Kenny Rogers’ın
seslendirdiği “Lady” isimli şarkıda karar kıldık. İlk dansın ardından misket
oynayacağız. Sonrasında oyuna katılan misafirlere para yapıştırılması, bahşiş
isteyen görevlilerin gönlünün görülmesi âdettendir. Gıcır gıcır beşlik, onluk
kâğıt banknotlar iç cebimde. Gelin arabasının süslenmesi işini sağolsun kardeşim
halletti. Eh! Her şey yolunda görünüyor. Geriye eğlenmek, davul zurnayla halay
çekerek kurtlarımızı dökmek kalıyor.
Ne
demişti görevli kızcağız. “Ayakkabınıza cila çektirin isterseniz.” Dost başa
düşman ayağa. Bakışlarından anladım. Kıskandı tabii. Bende boy pos yerinde.
Fizik desen Alein Delon’dan aşağı kalmam. Ayakkabılarıma bakıyorum kusursuz ama
neyse. Çektirelim bir cila, diyorum.
Lostra
salonu şehrin küçük meydanında. Meydana doğru hareketleniyorum. Yürüdükçe
kalabalığın arttığını görüyorum. Hoparlörden konuşma sesleri geliyor. “Faşizme
geçit vermeyeceğiz” diye haykıran bir ses duyuluyor uzaktan. Muhalif bir
gösteri yapıldığı elektrik direklerindeki afişlerden belli. Etraf polis
kaynıyor.
Boyacıya
selam verip kalabalığı izlemeye koyuldum. Boyacı orta yaşlı, kirli sakallı
biri. Ayakkabısını boyadığı yurttaşı gönderince: “Buyur abi” dedi. Gösterdiği
koltuğa oturur oturmaz söylediğim “cila çek” emir kipine, “iyice parlasın”ı da
ekledim. Fırçayı eline alınca başıyla gösteri yapanları işaret edip konuşmaya
başladı. “Faşizmmiş, özgürlükmüş. Bunların hepsini içeri alacaksın, sonra bi’güzel
falakadan geçirip bırakacaksın abi. Bak o zaman hiç kimse devletin kırmızı
çizgilerini aşmaya çalışıyor mu?”
Cahilin
vicdanı paslanmış vidaya benzer. Eğitim dışında hiçbir anahtar o paslı vidayı
saplandığı yerden söküp çıkaramaz. “Devletin kırmızı çizgileri oluyor da
bireylerin niçin kırmızı çizgileri olmasın” dedim. Bir kitapta okumuştum. ‘Faşizm yalnız topla tüfekle olmaz.
Haddini bilmezliğin, bırakın aydına, insana saygısızlığın her biçimi faşizmin
ta kendisidir’ diyordu yazar. Kimsenin, hele hele devletin, bireylerin gösteri
ve yürüyüş hürriyetini kısıtlama, yurttaşına falakayla işkence uygulamak gibi
bir hakkı yok.”
Sözlerim
hoşuna gitmedi. Yüzünün renginden bozulduğunu hissettim. Şapkasını indirerek
saklamaya çalıştığı gözlerinde sinsi, suçüstü yakalanmaktan endişeli bir
insanın karanlığı var. Ayakkabıya çektiği cilayı fırçaladıktan sonra mokasen
deriyi kadifeyle parlatıp işini bitirdi. Boyacının ücretini verip lostra
salonundan ayrıldım. İstikamet: “Paris
Kuaför.”
Ana
cadde kalabalık. Belediye parkının bulunduğu sokaklar daha tenhâ. Bir türkü
geldi aklıma. Keyiflendim. Türkünün: “Makaram
sarı bağlar lo, kız söyler gelin ağlar” nakaratını mırıldanarak ilerledim. Orada,
parkın içindeki havuzun etrafına tünemiş kuşları görünce onlara yem atmak için
duraladım. Kuş yemi satan çocuklara yöneldiğimde arka tarafımdan koluma giren
iki kişinin varlığıyla irkildim. Yüzümü dönüp: “Ne oluyoruz” demeye kalmadan
birisi kimliğini çıkarıp gösterdi. “Polis!”
“Direnme!
Bizimle merkez karakoluna geleceksin” dedi kızıl sakallı olanı.
“İyi de
karakola gelecek ne yaptım? Beni neyle suçluyorsunuz?”
“Makul
şüphelisin. Hakkında ihbar var.”
Şaşırdım.
“İhbar mı? Şüpheli mi? Bi’yanlışlık olmasın memur bey?” Hemen hatıra niyetine
ayırdığım nişan davetiyesini çıkarıp gösterdim. “Mutlaka bi’yanlışlık olmalı. Bakın
bu akşam nişanım var. Sözlüm kuaförde beni bekliyor.”
“Yanlışlık
yok. Biraz evvel lostra salonunda devletin kırmızı çizgilerini sorgulayan,
faşizmden, işkenceden bahseden kişi sen değil misin?”
“Eee,
ne var bunda?”
“Uzatma!
Ne var ne yokmuş karakolda öğrenirsin artık.”
Uzatmadım.
Parkta oturan yaşlıların, oradan geçen yurttaşlarımızın kiminin meraklı, kiminin
uysal, kiminin de öfkeli bakışları arasından geçerek ekip otosuna bindik.
Simitçi, büfeci, boyacı gibi sıradan yurttaş görünümlü sivil polislerin
varlığını duymuştum ama boyacıyla yaptığımız kısacık sohbette sarf ettiğim
sözler için karakola götürüleceğimi rüyamda görsem inanmazdım.
Araç
hareket etti. Gözlerimi yumdum. Üstüm başım tiril tiril. Akşama nişanım var.
Sözlüm kuaförde.
Makaram
karalar bağlıyordu.
fy
4 yorum:
AMA BUNUN SONU KÖTÜ BİTMİŞ:(ÇOK ÜZÜLDÜM...ZATEN BİR FARKLILIK BEKLİYORDUM ,BU AĞIR OLDU ...
Her öyküde biraz yaşanmışlık vardır. Bu öyküyü gerçeğin içine biraz da hayal tozu serpiştirerek kurguladım.
Nişan günü karakola düşen arkadaşım aile büyüklerinin araya girmesiyle karakoldaki nezaretten birkaç saat sonra çıkarılmış, nişanın ertelenmeyeceği bilgisi ulaşan gelin adayı sevinçten göz yaşı dökmüştü :)
aaa çok şaşırdım:)) benimde tüylerim ürperdi burda.en azından sizinkinin sonu güzel bitmiş:)
Okuyarak kattığınız değer için teşekkürler Gülin. Selamlar
Yorum Gönder