Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

12 Aralık 2017 Salı

Yazmak mı zor yazmamak mı?


Nerede miyim? Buradayım. Hiçbir yere gitmedim. Her horoz kendi çöplüğünde. Ben de kendi çöplüğümde kendi halimde eşelenip duruyorum.

Hayatım iş ve ev arasında rutine bağlanmış bir düzen içinde sürüp gidiyor. Sosyal medyadan bilinçli bir tercihle uzak durmaya çalışıyorum. Twitter'da yokum. O küçük mavi kuş'u ve onun yarattığı ortamları sevmiyorum. Zaten oldum olası böyleyim. Bir şeyi ilk görüşte ya severim ya da sevmem. Yalnızca Twitter değil tavsiye ile hesap açtığım birçok yerden uzaklaştım. Face Mahallesine yolum düşerse oraya da şöyle bir bakınıp geçiyorum bu aralar. Toplumda yalnız kalmaktan, kara koyun olmaktan, öyle anılmaktan da korkmuyorum. Kimileri yalnızlıktan sıkılır, bunalır. Yalnızlık başkaları için belki de fobidir. Karanlık korkusu, yükseklik korkusu, asansörde kalma korkusu vs. korkular gibi ürkütücüdür. Benim ruhumsa en şiddetlisinden yalnızlığı arzuluyor. Issızlığa gömülmek istiyorum. Hayalimdeki dağ evine çekilmeyi. Orada aylarca kalmayı. Ama işte hayat. "Acı Hayat." Hayatın ritmiyle duyguların ritmi çoğu zaman birbiriyle aynı frekansta ilerlemiyor. Yüklendiğimiz sorumluluklar ıssızlığa çekilme tutkusunun önüne geçiyor. Akıl duyguları bir şekilde frenliyor.

Turgut Uyar'ın çok sevdiğim bir şiiri vardır.  "Uzak Kaderler İçin." Uyar'ın şu dizeleri var ki her okuyuşumda  zihnimin define köprüsünde mıhlanır kalırım. "Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm/her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde"

Küskedisi'nden sonra Küskedisi-II'yi yazmıştım. "sensiz, tekil ve kopuk/kendime yaklaşmaya direnmekteyim"  dizeleriyle bitirmiştim şiiri.  Bu şiiri yayımlar mıyım, bilmiyorum. Bildiğim, uzaklara yaklaşmaya/yakınlaşmaya içten içe direnerek yaşamaya devam ettiğim.


Can Öykü Gazetesinde yayımladığım "Doberman"ın ardından, "Aslan"ı yazmıştım. Yeni yılda yayımlanmasını umduğum öykülerden biri de "Aslan." Yayımlandığında buradan duyurusunu yaparım. Nerede yayımlanacağı bilgisi şimdilik bende kalsın. 

Sürekli görüştüğüm arkadaşlarımdan biri "senin şiir ve edebiyattan başka konuşacak/paylaşacak bir şeyin yok mu" diye sormuştu zamanın behrinde. Var. Hayat sadece şiir ve edebiyattan ibaret değil elbette.

Büyüme rakamları yüksek çıkmış örneğin. Burada ekonomiden konuşabilirim. Sürdürülebilir büyümeden, yatırımlardan, borsadan, döviz hareketlerinden, bitcoin çılgınlığından bahsedebilirim. Siyasetten, uluslararası ilişkilerden, diplomasiden, ülkemizin geldiği noktadan, nereye gittiğinden, nereye götürülmek istendiğinden vs. dem vurabilirim. Kudüs konusunu yazabilirim. ("Gazze, Kudüs Ve İnsanlığa" ithaf ettiğim bir şiir vardır, Edebiyat Ortamı Dergisinde yayımlamıştım, o şiiri gündeme getirebilirim.) 

Etrafta, toplumda sayıları giderek artan lümpenleşmiş insanların pürmelal hâllerini sıralayabilirim. Nihayetinde ben de insanım. Et ve kemikten ibaretim. Evet incelikleri önceleyen bir ruha sahibim ama ruhum sadece şiirden, edebiyattan da  ibaret değil. Kızdığım, öfkelendiğim, sevindiğim, üzüldüğüm zamanlarda verdiğim tepkiler insani tepkiler. Olması gerektiği kadar, olması gereken mod ve dozda.

Geçenlerde oturduğum semtte büyük marketlerden birinde alışveriş yapıyordum. İşim bitince kasaya geldim. Kasiyer kızcağız market arabalarında istiflenmiş ürünleri kasadan geçirip tahsilat yapıyordu. Kasada sırada bekleyen, orta yaşın biraz üstünde görünen teyzelerden biri kasiyer kıza çıkışmaya başladı. "Her şey ne kadar pahalı, size para yetiştiremiyorum, etiketleri sürekli değiştiriyorsunuz vs." gibilerden sitem dolu sözlerle söylendi. Kasiyer kızcağız, "teyze ben ne yapabilirim, müşterinin satın aldığı ürünleri kasada okutup, toplam tutarı müşteriden tahsil etmek benim görevim, hayat pahalıysa ben ne yapabilirim" diyerek kendini savunmaya çalıştı. Dayanamadım. Teyze dedim, kasiyer kızcağızın ne kabahati var.  Hayat pahalı diye, etiketler sürekli değişiyor diye, para yetiştiremiyorum diye şikayet edilecek yer burası değil, şikayet ettiğin konuların hesabını oy kullanırken tercihte bulunduğun siyasilerden de soruyor musun? Dedim. Şimdi sorsam seçimlerde mührü ampule basmışsındır. Kasiyere söyleneceğine yüzünü, vicdanını oy verdiklerine döndürüp "hayat pahalı, geçinemiyoruz" desene, verdiğin oyun hesabını onlardan da sorsana diye veryansın ettim.

Teyze söylediklerimi duymazlıktan geldi. Ben ısrarla konuşmamı tekrarladım. Baktı olmuyor, kasiyer kıza bakıp, bu adam kime söyleniyor dedi. Yüksek sesle (belki işitme kaybı vardır diye düşünerek) "başkasına değil sana söylüyorum teyze, sana, senin gibi düşünenlere söylüyorum, etiketlere olan kızgınlığının acısını kasiyerden çıkarmaya çalışma dedim, marketten çıktım.

Şair arkadaşlardan biriyle ziyaret etmemiz gereken başka bir arkadaşımızın yanına gidecektik. Hafta sonu okulda nöbetçiydi kendisi. Giderken yarım kilo peynirli su böreği aldık. Çay demlenmişti. Oturup çay içtik. Edebiyattan, öykülerden, şiirlerden, öğrencilerden, kaldırılan TEOG Sınavından, proje okullardan, nitelikli sıfatıyla anılan okullardan, adrese dayalı eğitim sisteminden, öğretmenlerin çabasına destek olmayan ilgisiz, her şeyi öğretmenden bekleyen velilerden konuştuk. 

Gündemin baş döndürücü bir hızla değiştiği ülkemizde aslında konuşulacak öyle çok konu vardı ki biz o girdabın/dertlerimizin içinden yine ortak ilgi alanlarımıza yönelerek çıktık.

Turgut Uyar "Uzak Kaderler İçin" isimli şiirinde ne diyordu. 


"Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden"

İyilikle kalın.

fy 

Hiç yorum yok: