Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

18 Eylül 2014 Perşembe

Aslan


"Onu ilk gördüğümde elindeki çakısıyla kavak ağaçlarının kabuklarını yontuyor, eski evlerine birkaç oda daha eklemek için çatıyı onarmaya çalışan babasına yardım ediyordu. Yaşı yaşıma denk sayılırdı ama boyunun benden uzun olduğu belliydi. Boylu posluydu. Gürbüz, güçlü kuvvetli ve kendinden emin görünüyordu.  Uzaktan seyrettim bir süre. Hemen yaklaşmadım yanına. Kabuğunu soymayı bitirdiği kavağı önce bir ucundan, sonra diğer ucundan kaldırıyor, sonra yığılmış ağaçların arka tarafına kabuğundan ayırdığı kavağı yuvarlıyordu tek başına. Onu izlediğimi anlamıştı aslında. Umursamaz davranıyordu. Soymayı yeni bitirdiği bir kavağı arka tarafa yuvarlamak için hazırlanırken gidip ağacın diğer ucundan ben de tuttum. Sesini çıkarmadı. Bakışıyla yardımıma onay verdi. Ağacı, soyulan kavakların arasına birlikte yuvarladık.  Başka bir kavağa yöneldiğinde “Çakırların torunu musun?” sorusuyla sessizliğini bozdu. “Evet,” dedim. “Artık her yaz geleceğim. Benim adım Mehmet” diyerek elimi uzattım. “Ben de Aslan” dedi gözleri ışıldayarak. El sıkıştık. Kavakları soyarken ben ona yaşadığım şehri anlattım, okulumu, denizi. O bana ağaçları, kuşları, yaban çiçeklerini, yer altı mağaralarını.

İş bitmeye yakın, sert bir kabuğun arasına sıkışan çakıyı çıkarmak isterken çizilen parmağından akan kanı silmek istedi. Engelledim. “Kan kardeş olalım mı Aslan?” dedim. Başını salladı. Çakısıyla parmağımın ucunu hafifçe çizdi. Eliyle bastırıp kanın dışarı çıkmasını sağladı. Kanlı parmaklarımızı birbirine bastırdık.  Tanışıklığımız böyle başlamıştı. O gün; Aslan’la hem arkadaş, hem kan kardeş olmuştuk."

fy