Geçen haftanın son günü öğleden sonrasını şehir merkezine 30 Km.lik mesafede bulunan köyümüzde geçirdim. Otların fısıltısını dinledim. Kendi ellerimle büyüttüğüm ağaçlara dokundum. Yapraklarını okşadım cevizlerin. Gövdesinden öptüm elmayı. Hafifçe uğuldayan rüzgârın mırıldandığı şarkıyla birlikte yürüdüm. Edgar Morin, "Aşk, Şiir, Bilgelik" isimli kitabında "Şiirin amacı, bizi şiir hâline sokmasıdır." der. O sessizlikte, sessizliğin şiir hâline nasıl dönüştüğünü yaşadım. Leonard Cohen'in "Armağan" isimli şiirini zihnimde kaldığı kadarıyla okudum gözlerimle.
Bana diyorsun ki sessizlik
Huzura daha yakınmış şiirlerden
Ama armağan diye sana
Tutup sessizlik getirsem
(çünkü bilirim sessizliği)
derdin ki
sessizlik değil
bu gene şiir
ve bana geri verirdin.
Dinek dağın eteklerindeki en uzak köy çeşmesinden içme suyu doldurdum birkaç damacana. Küçük bir çocukken teknesine düştüğüm bu çeşmede balık gibi çırpınışımı anımsayıp, gülümsedim. Kuraklığın etkilediği küçük bahçemizde bulunan üzüm asmalarını bozmadım. Biri haricinde diğerlerinin üzüm salkımlarına dokunmadım. Doğadaki kuşlara, arılara, böceklere bıraktım beslenmeleri için. Bahçenin yoksul görünümü ihtiraslarına teslim olan kalplerin gerçekliğini böyle böyle yitirmeye başladığını düşündürttü bana.
Yazmaya başladığım en son öykünün finalini tasarladım dolaşırken. Şiirde olduğu gibi öykülerde de finali önemsiyorum. Günümüzde yazılan öykülerin bence en önemli eksiklerinden birisi de zayıf finalleri. Ben bir okur olarak, öncelikle okuru ters köşeye yatıran metinleri okumaktan daha fazla keyif alıyorum. Her metin okuru ters köşeye yatıracak diye bir kural yok elbette. Fakat sürprizi kim sevmez ki? Günlük hayatta bile size yapılan küçük bir sürpriz, ruhunuzun sıkı sıkıya kapatılmış pencerelerini açıp içinizi güneşlendirmeyi, birikmiş küf kokusunun havasını yaşama sevinciyle değiştirmeyi başarır.
Yazdığım en son öykünün başlığı "Aslan" olacak. Ve bu gidişle belki de şiirlerden önce öyküler kitaplaşacak.
Hayırlısı diyelim...
fy