Sular kuru bir dere yatağına can vermekle
meşguldü, kum saati değişimle
Hayatın
erime noktasında nefesini tuttum rüzgârın. Mevsim eylem zamanı.
Güneşe
inat dolu yağdır. Es, gürle. Ay’ın
ondördünü yüreğinde biriktir. Geceyi alkışla, belleği yücelt.
Ruhumun
omuzladığı üç sabır taşını dikiyorum göğsümün burçlarına. İnanç, güven, sadakat.
Bunu gör, bunu bil.
Bak, günler
korsan meleklere yakalanmış. Töz’ün yüzü kıpkırmızı. Us mahcup ve kırılgan.
Yaz! Soldan
sağa: Gelincik Ormanı
Yukarıdan
aşağı: Batı Yakası, beklemede.
Birkaç
yıl sonra… Ölüm yaşamı öpünce:
Dilimin
ucunda bir doğu türküsü, kozalaklar tutuşur cehennem kayalıklarında. Cam
kanatlı devin ayaklarında prangalı duruşma. Kıvılcımlar koşar adım infilak. Süngüsü
düşmüş kalelerin üstünde canhıraş feryatlar. Durma okyanusa koş. Denizlere,
göllere sor verdiğim tanık ifadelerini.
Gözlerimin
yeşili kimin umurunda? Avuçlarım alev alev köz. Dumanı tüten bu kızıl nar benim.
Etim, kemiğim. Nefes zenginliğim kömür karası.
Ey sağırlığın
ortasında giyindiğim zulmet. Yıllardır ses vermeyi bekleyen notalar. Varlıkla
hiçlik arası bir yolculuktan geliyorum. Dirimim koyu sisler içinde. Kendimi, evrenimi,
nereye ait olduğumu bulmaya çabalıyorum. Bana gerçeğin vefalı aynasını gösterin
ey dağlar taşlar.
Canım,
ciğerim kül. Bu mühürlü resim; kırk yıllık yangın, bu suç asıl kimin?
Artakalan
yoksulluğum.
Ve kum saati
tükenirken kelebekler.
Üç
günlük gözlerinde yaş, kanatlarında is.
Onlar;
oyuncağı kırılmış çocuklar gibi, mahzun…
fy