Yönetmenliğini Michael Radford'un
yaptığı Postacı filmi, Şili'nin dünyaca ünlü şairi Pablo Neruda'nın sürgüne
gönderildiği küçük bir İtalyan kasabasında kendisine gelen mektupları taşıyan
Postacı Mario ile gelişen dostluğunu anlatır. Mario hayatı rutin yaşayan
saf biridir. Adanın esmer güzeli Beatrice'ye âşıktır ve onun kalbini kazanmayı
istemektedir. Neruda, Mario'ya hayatı öğretir. Hayatın içinde keşfedilmeyi
bekleyen ve insanı mutlu kılacak, yaşamdan zevk almasına katkı yapacak küçük
ayrıntıları, incelikleri ve elbette Beatrice'nin kalbini nasıl kazanması
gerektiğini de.
Postacı filminde akıllara kazınan
bir replik vardır ki Mario'nun Neruda’ya söylediği “Şiir, yazana değil ihtiyacı
olana aittir” repliği yalnızca sinema sanatına değil, şiir sanatına da
damgasını vurmuştur ve öyle kolaylıkla unutulacak repliklerden biri değildir.
Aslında bu cümleden hareketle
sözü şuraya getirmek istiyorum. Yazmak, çizmek, görüntülemek, insanın kendi
içinde yeni bir dünya kurması ve bu düşsel dünyayı, asıl var olduğu dünyaya
kaydetmesidir. Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” isimli öyküsünü anımsayalım.
Yazma tutkusunu şöyle tarif eder: “Söz vermiştim kendi kendime. Yazı
bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada
namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet, neme gerekti? Yapamadım. Koştum
tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken
canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı
çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli
olacaktım”
Benzer bir yaklaşımı Rainer Maria
Rilke’nin “Evet, yazmak zorundaydım, yoksa çıldıracaktım!” Cümlesinde de
görürüz. Hatta yazanların yazmayı, ihtiyacı olanlarında da yazılanları
sahiplenmeyi sürdürdüğü edebiyat ortamında, şair, yazar ve eleştirmenlerince
edebiyatın işlevi, Türk şiirinin geleceğine ilişkin zaman zaman öne sürülen
savlarda vaktiyle Turgut Uyar tarafından söylenmiş şu sözü de sık sık duyarız: “Şiir çıkmazda çünkü insan çıkmazda”
Haklılık payı tartışılmaz olan bu
cümleyi söylendiği dönemin şartlarından değil de hâlihazırdaki mevcut şiir
ortamına bakarak irdelersek şiiri çıkmaza sokan faktörler hakkında daha
sağlıklı bir fikir yürütülebiliriz.
Sözü hiç eğip bükmeden, dolanıp döndürmeden belirtelim. Günümüzde şiiri çıkmaza sokan en kusurlu ve başat yaklaşım, kimilerince kendi şiirini Türk şiirinin merkezinde görüp eş, dost, yandaş birlikteliğiyle oluşturulan kanonlarda ve kendilerine ördükleri kozanın içinde bir türlü kelebek olma sürecini tamamlayamama, yakalandıkları ideolojik saplantıların etkisiyle başkalarının yazdıklarını ısrarla görmezden gelme, birbirini anlamaya dinlemeye çalışmadan, iletişimsizliği inatla sürdürme alışkanlığından başka bir şey değildir.
Nitekim Mehmet Solak Hece
Edebiyat Dergisinin Nisan 2008 136.sayısında kendisiyle yapılan söyleşide, “Genel
olarak baktığımız zaman günümüz edebiyat dünyasında bir cansızlık, bir
sessizlik, belki de tersine, bir kuru gürültü hâkim… Dağınık bir ortam var. Kim
kime, dum duma… Bütün bu manzarayı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunu yanıtlarken:
“Günümüz edebiyat ortamında bir cansızlık
olduğu kanısında değilim. Canlılık var. Ancak edebiyat gettoları oluştu. Herkes
kendi gettosunda gayet mutlu. Günün her saatinde kıpır kıpır, capcanlı bu
gettolar. İşte buralardan yükselen canlı(!) şiir okuma seansları, bilumum
türleriyle icra edilen selamlaşma seremonileri, rengârenk reklam etkinlikleri
epeyce canlılık ve ses katıyor edebiyat dünyasına. Haliyle biraz da gürültü
olmuyor değil. Kolektif çalışmaların engellenemeyen niteliği bu. Bir de diğer
gettolara yönelen salvoları düşünürsek, ses epeyce artıyor. Bu gürültüye rağmen
bir sarı sessizlik de yok değil. Müthiş bir paradoks. Kendilerinden olmadığı
halde, belki tek başına olduğu halde, görünür işler yapanlara karşı sürdürülen
sessizlik. Kimseden tık yok. Yani gettolarda ebelemece, gettolar arasında
sobelemece oynanıyor; dışarıda kalanlar da kendi başlarının derdinde sessizliğe
mahkûm yaşayıp gidiyorlar. Hâl böyle olunca, bakılan yere ve görüş alanına göre
görüntü değişiyor. Kimi canlılık kimi cansızlık, kimi çokseslilik kimi
sessizlik, kimi geri çekiliş kimi kuşak atılımı görebiliyor. Hatta sanal
görüntüler bile oluşturulabiliyor. Mesela; on yıllar önce konuşulmuş,
tartışılmış konuları, ilk kez kendi(leri) dile getiriyormuşçasına tercüme
hipotezlerle bir aura oluşturmak çabasında olanlar, doğrusu çok ataklar bu
konuda. Sözün kısası; edebiyat dünyasında işler, köylü kurnazlığı ve çeteci
mantıkla yürüyor.” diyordu.
Ne kadar haklı bir tespit öyle
değil mi?
İğneyi kendimize batırırsak,
içimiz rahat. Ayna İnsan çıktığı günden itibaren edebiyata, şiire emek veren,
derdi edebiyat olan herkese ama herkese dünyevî görüş ayrımcılığı yapmadan
sayfalarını açmaya devam edecek ve hiçbir koşulda ideolojik saplantılara sırtını
yaslamadan yoluna devam etme ilkesinden asla taviz vermeyecek.
Çünkü:
“Yetmişiki millete bir göz ile
bakmayan
Şar’ın evliyasıysa hakikate
âsidir”
İyi Okumalar
Ayna İnsan Ekim-Kasım-Aralık 2013 Sayı:9
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder