İşim gereği zaman zaman Ankara'ya gitmek zorunda kalıyorum ve bu yüzden geçtiğimiz hafta da yine Ankara'ya gittim. Tandoğan'da işlerimi bitirdikten sonra Ankaray'ı kullanarak AŞTİ'ye geldim. Otobüsün kalkmasına epeyce vakit vardı. Ben de Emek ve Bahçelievler'i gezmek istedim. Bir dönem Emek '4 ve 8. Cadde'de çalışmıştım. Emek ve Bahçelievler'in anısı çoktur bende.
Hava soğuktu. Yerler kar ve buzlu. Bosna Hersek Caddesi boyunca ilerleyip Frederic Chopın Parkına kadar yürüdüm. Parkta kuşların dışında kimseler yoktu. Banklardan birine kısa süreli oturdum. Çamların altına bırakılan yemleri farkeden güvercinlerden birisi kursağını doldurmakla meşguldü. Ürkütmeden fotoğrafını çektim. Parkın içinde bir müddet dolaştıktan sonra 8.Caddenin sokakları arasında soğuğa rağmen uzun uzun yürüdüm. Fotoğraflar çektim "Emek" manzaralı.
Bir zamanlar eş, dost, arkadaş, sevgili, oturup şiir kitapları okuduğumuz pastaneye uğramayı, orada bir bardak çay içmeyi düşündüm fakat vakit çok daralmıştı. Geri dönüp otobüse bindim.
Yol boyunca Metin Celal'in "Gitmek Zamanı" isimli romanını okudum. Siyasi bir mahkumun Almanya'ya, başkasına ait bir kimlikle girişini, orada geçirdiği günleri, evinde kaldığı arkadaşının eşi Manuela ile aralarında gelişen yakınlaşmayı anlatıyordu Metin Celal. Bu kitabın kurgusunda çağımızın önemli hastalıklarından birisi olan "AIDS"e de yer verilmesini, HIV Virüsüne dikkat çekilmesini kitabın trajik finali için artı değer olarak gördüğümü belirtmeliyim.
Üç hafta önce blog sayfamda Aslı Erdoğan'ın "Kırmızı Pelerinli Kent" isimli kitabını okuyacağımı belirtmiştim. Okudum elbette. Açıkçası hiç beğenmedim. Klişe konular ve bana göre sürpriz olmayan bir final.
Aslı Erdoğan üç yıl Brezilya'da yaşamış. Kırmızı Pelerinli Kent'te Brezilya'yı anlatıyor yazar. Rio Karnavalını, oradaki çılgınlıkları, sokak çatışmalarını, uyuşturucu satanları, yoksulları, insanı bunaltan aşırı sıcakları ve nemi.
Bir zamanlar bizde "Öteki Türkiye" denilen bir kavram vardı hani. Türkiye'nin yoksul mahallelerinde yaşayan halkı, ışıltılı, cilalanmış merkezin dışında kalan ve suç işleme oranlarının yüksek olduğu sokakları anlatmak için kullanılırdı bu kavram. Aslı Erdoğan'da "Öteki Brezilya"yı anlatmış romanında.
İlla okuyacağım diyen varsa, okuduğunda buraya yazdıklarımdan farklı bir şey göremeyecektir o kitapta.
Dönüşümde yeni bi'öykü yazdım. Ahmed Arif'in bir dizesinden (Gün ola devran döne, gün ola umut yetişe) yola çıkarak kurguladığım öykü'de; köyde yaşayan, elma bahçesini soğuk vurunca zararını karşılamak için Fransa'ya, orada yaşayan eniştesinin yanına giderek şarap fabrikasında kaçak işçi olarak çalışmaya başlayan, sonra tekrar yurda dönüş yapan ve tavla oynamaya meraklı bir karakter oluşturdum.
Öyküler önceden yaşanmış veya gelecekte yaşanması muhtemel olayları anlatır zaten.
Düşünüyorum da aslında her insanın hayatında yazılacak bir öykü mutlaka var.
Geçtiğimiz günlerde şöyle bir cümle kurmuştum. Bu yazıyı o cümleyle bitireyim.
"İnsan en değerli öyküm dediği kızını, hangi sayfadan itibaren dosdoğru anlamaya başlar ki?"
fy
fy
4 yorum:
Yüreginize saglık
Ah, babalar ve kızları...
Lütfen kızınızdan uzaklaşmayın, hep yanında olun :))
Kızım, afrika menekşem, yeryüzü cennetimdir benim. Hep yanımdadır, hep yanındayım :)
kızınız çok şanslı o halde...
Yorum Gönder