Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

27 Mart 2015 Cuma

Kırmızı Çizgiler/Öykü


Lacivertleri giymişim. Üstüm başım tiril tiril. Akşama nişanım var. Salon tutuldu. Davetiyeler bir hafta öncesinden dağıtıldı. Sözlüm kuaförde. Saçların ve porselen makyajın yapımı uzun sürer dediler. “Siz şöyle bi’dolaşın en iyisi. Ayakkabınıza cila çektirin isterseniz” dedi oradaki kızlardan birisi.

İtiraz etmedim. Hiçbir şeyin keyfimi bozmasını istemiyorum. Ne de olsa en mutlu günümdeyim. Cadde boyunca bir tur attım. Eksik var mı diye düşünüyorum bir yandan. Yüzükler alındı. İçine isimler kazındı. Kırmızı kurdelalar tamam. Takılar annemde. Sekiz kat nişan pastası hazır. Biz loş ışıklar altında salona yürürken orkestranın çalacağı müzik bile ayarlandı. Kenny Rogers’ın seslendirdiği “Lady” isimli şarkıda karar kıldık. İlk dansın ardından misket oynayacağız. Sonrasında oyuna katılan misafirlere para yapıştırılması, bahşiş isteyen görevlilerin gönlünün görülmesi âdettendir. Gıcır gıcır beşlik, onluk kâğıt banknotlar iç cebimde. Gelin arabasının süslenmesi işini sağolsun kardeşim halletti. Eh! Her şey yolunda görünüyor. Geriye eğlenmek, davul zurnayla halay çekerek kurtlarımızı dökmek kalıyor.

Ne demişti görevli kızcağız. “Ayakkabınıza cila çektirin isterseniz.” Dost başa düşman ayağa. Bakışlarından anladım. Kıskandı tabii. Bende boy pos yerinde. Fizik desen Alein Delon’dan aşağı kalmam. Ayakkabılarıma bakıyorum kusursuz ama neyse. Çektirelim bir cila, diyorum.

Lostra salonu şehrin küçük meydanında. Meydana doğru hareketleniyorum. Yürüdükçe kalabalığın arttığını görüyorum. Hoparlörden konuşma sesleri geliyor. “Faşizme geçit vermeyeceğiz” diye haykıran bir ses duyuluyor uzaktan. Muhalif bir gösteri yapıldığı elektrik direklerindeki afişlerden belli. Etraf polis kaynıyor.

Boyacıya selam verip kalabalığı izlemeye koyuldum. Boyacı orta yaşlı, kirli sakallı biri. Ayakkabısını boyadığı yurttaşı gönderince: “Buyur abi” dedi. Gösterdiği koltuğa oturur oturmaz söylediğim “cila çek” emir kipine, “iyice parlasın”ı da ekledim. Fırçayı eline alınca başıyla gösteri yapanları işaret edip konuşmaya başladı. “Faşizmmiş, özgürlükmüş. Bunların hepsini içeri alacaksın, sonra bi’güzel falakadan geçirip bırakacaksın abi. Bak o zaman hiç kimse devletin kırmızı çizgilerini aşmaya çalışıyor mu?”

Cahilin vicdanı paslanmış vidaya benzer. Eğitim dışında hiçbir anahtar o paslı vidayı saplandığı yerden söküp çıkaramaz. “Devletin kırmızı çizgileri oluyor da bireylerin niçin kırmızı çizgileri olmasın” dedim. Bir kitapta okumuştum. ‘Faşizm yalnız topla tüfekle olmaz. Haddini bilmezliğin, bırakın aydına, insana saygısızlığın her biçimi faşizmin ta kendisidir’ diyordu yazar. Kimsenin, hele hele devletin, bireylerin gösteri ve yürüyüş hürriyetini kısıtlama, yurttaşına falakayla işkence uygulamak gibi bir hakkı yok.”

Sözlerim hoşuna gitmedi. Yüzünün renginden bozulduğunu hissettim. Şapkasını indirerek saklamaya çalıştığı gözlerinde sinsi, suçüstü yakalanmaktan endişeli bir insanın karanlığı var. Ayakkabıya çektiği cilayı fırçaladıktan sonra mokasen deriyi kadifeyle parlatıp işini bitirdi. Boyacının ücretini verip lostra salonundan ayrıldım. İstikamet:  “Paris Kuaför.”

Ana cadde kalabalık. Belediye parkının bulunduğu sokaklar daha tenhâ. Bir türkü geldi aklıma. Keyiflendim. Türkünün: “Makaram sarı bağlar lo, kız söyler gelin ağlar” nakaratını mırıldanarak ilerledim. Orada, parkın içindeki havuzun etrafına tünemiş kuşları görünce onlara yem atmak için duraladım. Kuş yemi satan çocuklara yöneldiğimde arka tarafımdan koluma giren iki kişinin varlığıyla irkildim. Yüzümü dönüp: “Ne oluyoruz” demeye kalmadan birisi kimliğini çıkarıp gösterdi. “Polis!”

“Direnme! Bizimle merkez karakoluna geleceksin” dedi kızıl sakallı olanı.

“İyi de karakola gelecek ne yaptım? Beni neyle suçluyorsunuz?”

“Makul şüphelisin. Hakkında ihbar var.”

Şaşırdım. “İhbar mı? Şüpheli mi? Bi’yanlışlık olmasın memur bey?” Hemen hatıra niyetine ayırdığım nişan davetiyesini çıkarıp gösterdim. “Mutlaka bi’yanlışlık olmalı. Bakın bu akşam nişanım var. Sözlüm kuaförde beni bekliyor.”

“Yanlışlık yok. Biraz evvel lostra salonunda devletin kırmızı çizgilerini sorgulayan, faşizmden, işkenceden bahseden kişi sen değil misin?”

“Eee, ne var bunda?”

“Uzatma! Ne var ne yokmuş karakolda öğrenirsin artık.”

Uzatmadım. Parkta oturan yaşlıların, oradan geçen yurttaşlarımızın kiminin meraklı, kiminin uysal, kiminin de öfkeli bakışları arasından geçerek ekip otosuna bindik. Simitçi, büfeci, boyacı gibi sıradan yurttaş görünümlü sivil polislerin varlığını duymuştum ama boyacıyla yaptığımız kısacık sohbette sarf ettiğim sözler için karakola götürüleceğimi rüyamda görsem inanmazdım.

Araç hareket etti. Gözlerimi yumdum. Üstüm başım tiril tiril. Akşama nişanım var. Sözlüm kuaförde.

Makaram karalar bağlıyordu.

fy

4 yorum:

GülinDünyası dedi ki...

AMA BUNUN SONU KÖTÜ BİTMİŞ:(ÇOK ÜZÜLDÜM...ZATEN BİR FARKLILIK BEKLİYORDUM ,BU AĞIR OLDU ...

mabelard dedi ki...

Her öyküde biraz yaşanmışlık vardır. Bu öyküyü gerçeğin içine biraz da hayal tozu serpiştirerek kurguladım.
Nişan günü karakola düşen arkadaşım aile büyüklerinin araya girmesiyle karakoldaki nezaretten birkaç saat sonra çıkarılmış, nişanın ertelenmeyeceği bilgisi ulaşan gelin adayı sevinçten göz yaşı dökmüştü :)

GülinDünyası dedi ki...

aaa çok şaşırdım:)) benimde tüylerim ürperdi burda.en azından sizinkinin sonu güzel bitmiş:)

mabelard dedi ki...

Okuyarak kattığınız değer için teşekkürler Gülin. Selamlar