"Aynı ipin üstünde yürüyen iki cambaz gibi birbirimizin dengesine tutunarak yürüyorduk. İpin dışında var olacağımız başka bir dünya yoktu. Farkındaydık. Gösteri bittiğinde zamanı soyutlayarak sığınabileceğimiz herhangi bir ada ya da üstünde uçarak mekân ve boyut değiştirebileceğimiz sihirli bir halımız yoktu. Böyle nefes aldığımız sürece imgeler sirkine mahkûmduk. Ne hissediyordun bilmiyorum ama benim için bu gerçeği bütün çıplaklığıyla kabullenmek, bildiğim bütün keskin yanlarımı törpüleyen ve görünmeden çalışan düş öğütücü bir alete dönüşmüştü sanki. Hayat; tıpatıp, gözyaşları içinde izlediğimiz "Acı Hayat" filminin senaryosu gibi yürüyordu. Filmin sonu da bizim sonumuz da belliydi ve mevcut koşullara bakıldığında ikimizi bekleyen "acı son" gayet olağan görünüyordu. Çünkü her şeyin, herkesin bir yerlerden güç aldığı dünyada acı, insanın hayatın içine işleyen imkânsızlığından, imkânsızlığın sönmek nedir bilmeyen nârından alıyordu bütün gücünü.
Bizse zayıftık. Sürekli aynı ipin üstünde yürümekten yorgun, güçsüz, finale doğru koşar adım sürükleniyorduk.
Mutsuzduk.
Mutsuz, mutsuz, mutsuz..."
fy
Bizse zayıftık. Sürekli aynı ipin üstünde yürümekten yorgun, güçsüz, finale doğru koşar adım sürükleniyorduk.
Mutsuzduk.
Mutsuz, mutsuz, mutsuz..."
fy