Duman; Berna Olgaç’ın son
yayımlanan şiir kitabının adı ve kuşkusuz her şair kitabına isim seçerken
kendisine ilham veren bir zaman diliminden, unutamadığı bir olaydan, herhangi
bir nesne, ya da ruhuyla özdeşleştirdiği başka bir argümandan yararlanır.
Şair her ne kadar “duman” başlıklı
şiirin girişine “bu şiire ve kitabın
adına vesile olduğu için Halil Sezai’ye” notunu düşmüş olsa da Olgaç’ın,
Mühür Dergisinin 2007 yılı 12.sayısında şiire bakışını açıklarken söylediklerini
hatırlayıp “duman” ın ipuçlarını sanki tâ o günlerde vermiş diye düşünmeden
edemiyorsunuz.
“Günün saatlerinde doğan her şey, gerçekliğe
varan her yol dikkatlice incelenen nesneler, eskimiş yüzeylere dokunan eller,
ayak izleri, insanın teriyle, dumanıyla, dokusuyla yaşattığı varlığını ispata
koyulduğu tüm saflığı ile düşleriyle, vuruşuyla, uyanışıyla yaşattığı aşkla,
nefretle bağlandığı hayatın kesitlerinde saklı olan şiiri; hiçbir zaman
ölçülememiş derinliklere dalış ve özgün bütünlük içinde bir görkemlilik olarak
algılıyorum.”
Duman’ı
okumaya başladığımızda şiirlerin bir ithaflar zinciri kurduğunu görüyoruz. Her
şiirin başında yer alan ithaf, o şiirin bileşkesini aydınlatacak bir tür şifre
çözücü gibi kullanılmış. Şairlerin genellikle iç dünyasında yalnız olduğu
yaygın bir görüş olsa da gerçekte şair hayata herkesten daha fazla dahil olan,
yaşamı herkesten farklı görendir. Nitekim “kendime”
ithafıyla başlayan ve “pes etmeyenlere”
ithafıyla biten ilk bölümdeki dizelerde nesnel gerçekliğin yani dış dünyanın
insan bilincine yansıyan bireysel ve toplumsal yaşam pratikleri dokunaklı, lirik bir kadın sesiyle birlikte harmanlanarak şiire
dönüşmüş.
“Şimdi tüm pencerelerim açık/zamanın kapalı
beklentilerine”
“Ölüm canlanırsa insanın içinde/yaşamaya
kurşunlanır”
“yenilgiler bitebilir dedi kadın/ömrünü dul
bırakan yağmurlar dinebilir”
“esaslı sevmelerin vaktidir/uzun soluklu
adamlar bu bir seçim değil!/kadınlara incelebilmenin mânâsı/birini
düşünebilmenin rengidir”
“evet ben de o karanfile eğimliyim/senden
alıp bir başkasına…/içimdeki ağırlığı yalnızca sen bil diye/yepyeni alanlara
kapadım gözlerine” diyerek bir ustayı Edip
Canseveri de hatırlatır okura.
Şair; duman’da ithaflar zinciri kuruyor demiştik. Kitabın tamamı ‘Masal’a ve ‘Baba’
ya ithaf edilmiş ki baba kült bir imge olarak kimi zaman yüce bir dağdır, kimi
zamanda gölgesinden güç alınan ulu bir çınar. Kitabın ikinci bölümünü “Babam
İçin Notlar” başlığında topladığı şiirlere ayıran Berna Olgaç, dizelerinde ölüm
ve yitişin geri döndürülemezliğini kabullenirken, babanın yeri doldurulamayacak
boşluğunu, eksik kalan yanlarımızın dayanılmaz sancılarını, matemi duyumsatarak
hatırlatmış.
“âh! Görünmeyenim/ses vermeyenim/kurduğum
dünyanın eksik mimarı…”
“belleğimiz
hiç uyumadı/sonsuz yolculuğunda/kardeşim yazgısını/annem ruhundaki çatlağı
onaramadı daha/bense rotasını maziye gömmüş/ağır bir yük gemisiyim olsa olsa…”
“inandıklarımı geri getir/bir giz gibi duran
ürkekliğimle/daha çok yaklaşalım tanrıya”
Ragıp Paşa: “Eğer maksut eserse
mısra-i berceste kâfidir” der. Bu cümleden hareketle; “duman” okunduğunda altı
çizilecek dizeleriyle bu sözü doğrular nitelikte bir şiir kitabıdır dersek,
yanılmayız.
Sözümüzü şairin “gecenin şerbetini içenlere” diyerek
ithaf ettiği “hesap” başlıklı şiirinden kısa bir alıntıyla bitirelim.
“dünyanın mürekkebiyle yaz sendeki beni
tüm açıklığını dilenerek
yüzümü avuçlarına alarak yaz
gizli soruları unutup
yanıtlarını mızrak gibi saplarken yüreğine
takvimleri zorlayan sabrına yaz”
fy