Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

2 Ekim 2014 Perşembe

Berna Olgaç’tan Dumanı Üstünde Şiirler



Duman; Berna Olgaç’ın son yayımlanan şiir kitabının adı ve kuşkusuz her şair kitabına isim seçerken kendisine ilham veren bir zaman diliminden, unutamadığı bir olaydan, herhangi bir nesne, ya da ruhuyla özdeşleştirdiği başka bir argümandan yararlanır.

Şair her ne kadar “duman” başlıklı şiirin girişine “bu şiire ve kitabın adına vesile olduğu için Halil Sezai’ye” notunu düşmüş olsa da Olgaç’ın, Mühür Dergisinin 2007 yılı 12.sayısında şiire bakışını açıklarken söylediklerini hatırlayıp “duman” ın ipuçlarını sanki tâ o günlerde vermiş diye düşünmeden edemiyorsunuz.

“Günün saatlerinde doğan her şey, gerçekliğe varan her yol dikkatlice incelenen nesneler, eskimiş yüzeylere dokunan eller, ayak izleri, insanın teriyle, dumanıyla, dokusuyla yaşattığı varlığını ispata koyulduğu tüm saflığı ile düşleriyle, vuruşuyla, uyanışıyla yaşattığı aşkla, nefretle bağlandığı hayatın kesitlerinde saklı olan şiiri; hiçbir zaman ölçülememiş derinliklere dalış ve özgün bütünlük içinde bir görkemlilik olarak algılıyorum.”

Duman’ı okumaya başladığımızda şiirlerin bir ithaflar zinciri kurduğunu görüyoruz. Her şiirin başında yer alan ithaf, o şiirin bileşkesini aydınlatacak bir tür şifre çözücü gibi kullanılmış. Şairlerin genellikle iç dünyasında yalnız olduğu yaygın bir görüş olsa da gerçekte şair hayata herkesten daha fazla dahil olan, yaşamı herkesten farklı görendir. Nitekim “kendime” ithafıyla başlayan ve “pes etmeyenlere” ithafıyla biten ilk bölümdeki dizelerde nesnel gerçekliğin yani dış dünyanın insan bilincine yansıyan bireysel ve toplumsal yaşam pratikleri dokunaklı, lirik bir kadın sesiyle birlikte harmanlanarak şiire dönüşmüş.

“Şimdi tüm pencerelerim açık/zamanın kapalı beklentilerine”

“Ölüm canlanırsa insanın içinde/yaşamaya kurşunlanır”

“yenilgiler bitebilir dedi kadın/ömrünü dul bırakan yağmurlar dinebilir”

“esaslı sevmelerin vaktidir/uzun soluklu adamlar bu bir seçim değil!/kadınlara incelebilmenin mânâsı/birini düşünebilmenin rengidir”

“evet ben de o karanfile eğimliyim/senden alıp bir başkasına…/içimdeki ağırlığı yalnızca sen bil diye/yepyeni alanlara kapadım gözlerine” diyerek bir ustayı Edip Canseveri de hatırlatır okura.

Şair; duman’da ithaflar zinciri kuruyor demiştik. Kitabın tamamı ‘Masal’a ve ‘Baba’ ya ithaf edilmiş ki baba kült bir imge olarak kimi zaman yüce bir dağdır, kimi zamanda gölgesinden güç alınan ulu bir çınar. Kitabın ikinci bölümünü “Babam İçin Notlar” başlığında topladığı şiirlere ayıran Berna Olgaç, dizelerinde ölüm ve yitişin geri döndürülemezliğini kabullenirken, babanın yeri doldurulamayacak boşluğunu, eksik kalan yanlarımızın dayanılmaz sancılarını, matemi duyumsatarak hatırlatmış. 

“âh! Görünmeyenim/ses vermeyenim/kurduğum dünyanın eksik mimarı…”

“belleğimiz hiç uyumadı/sonsuz yolculuğunda/kardeşim yazgısını/annem ruhundaki çatlağı onaramadı daha/bense rotasını maziye gömmüş/ağır bir yük gemisiyim olsa olsa…”

“inandıklarımı geri getir/bir giz gibi duran ürkekliğimle/daha çok yaklaşalım tanrıya”

Ragıp Paşa: “Eğer maksut eserse mısra-i berceste kâfidir” der. Bu cümleden hareketle; “duman” okunduğunda altı çizilecek dizeleriyle bu sözü doğrular nitelikte bir şiir kitabıdır dersek, yanılmayız.

Sözümüzü şairin “gecenin şerbetini içenlere” diyerek ithaf ettiği “hesap” başlıklı şiirinden kısa bir alıntıyla bitirelim.

“dünyanın mürekkebiyle yaz sendeki beni
tüm açıklığını dilenerek
yüzümü avuçlarına alarak yaz
gizli soruları unutup
yanıtlarını mızrak gibi saplarken yüreğine
takvimleri zorlayan sabrına yaz”

fy