Arkasında başıboş iki atla birlikte yoluna devam etti John Grady. Onlar yaklaştıkça yolların üstündeki su birikintilerinden kuşlar havalanıyor, güneş batı göklerini saran katran rengi kalın bulut katmanlarının arasında alçaldıkça havayı saran kızıllık artıyor, bu kızıllık dağlarla bulutlar arasında görünen gökyüzü şeridinde suya karışan kan gibi yayılıyor, yağmurla yıkanmış çöl altın rengini alırken bayırların ve Meksika'nın güneyine doğru uzanan sıradağların sarp kayalıklardan oluşan doğu yamaçları siyah çini mürekkebiyle boyanmış gibi kararıyordu. Gün batımıyla birlikte küçük çöl tilkileri ortaya çıkmaya başlamışlardı. Sellerin sürükleyip dağlardan bu taşkın ovasına indirdiği taş yığıntılarının önünde sessizce oturmuşlar, imparatorluklarını seyreden krallar gibi gecenin gelişini izliyorlardı. Akasyalardan guguk kuşlarının sesleri geliyor, her şeyin üstüne gece iniyordu. Bu durgunluğun ve dinginliğin içinde yalnızca atların soluk alışları ve toynaklarının taşlar üstünde çıakrdıkları sesler duyuluyordu. Redbo'nun başını kutup yıldızına çevirip yoluna devam etti John Grady. Gece oldu, ay doğdu, onlar hâlâ yol alıyorlardı ıssız ovada. Çevrelerinde çakallar uluyor, geride bıraktıkları güney bozkırlarındaki arkadaşlarının çağrılarına yanıt veriyorlardı."
Cormac McCarty/ O Güzel Atlar, Syf.307