"İnsanın kendi kişiliğinin tanınmasının onun en haklı talebi olduğu ne denli doğruysa, insanın bu talebi istediği an boğabileceği bir ilim geliştirmeye çalıştığı da aynı derecede doğrudur. Bireyin kişiliğini yıkmak için kullanılan yöntemlerden biri, onu tamamıyla diğerlerinden izole etmek ise, bir o kadar etkili başka bir yöntem de, onu kendi benzerleriyle yetersiz derecede dar bir mekânda yaşamaya zorlamaktır. İlk durumda delilik, merkezkaç prensibine göre devinir, kesin bir izolasyon içinde kalan bilinç havalanır ve sonsuzluğun başdöndürücülüğünde genişler; ama yine aynı bilinç, zorunlu olarak, bulunduğu sıkışık ve kargaşa dolu mekânda geleceğe yönelik olmayan, başka bir deyişle, kısa vadeli bir çözülme korkusu taşımayan ama kendi içine, bir sürü ölüm ve katlanılamayacak acıyla, onu ezen ilkel bir geçmişe dönük merkezcil bir deliliğe doğru kayarak yitip gitme eğilimindedir. İşte o zaman kişilik geriler ve içinde yalnızca her yerde sürekli var olan acıdan erir gider. Bundan farklı olarak, her şeye rağmen içine düştüğümüz bu sersemliği üzerimizden atabilecek tepkisel bir devinim varsa, o da, her ne kadar saçma gelse de, belki de aynı insani koşulların gülünçlüğünün yaratacağı bir kahkaha idi, o kahkaha ki, an be an hepimize bulaşıp, bizi, evreni bağırışlarından ve ağlamalardan daha fazla sarsacak olan bir gürültü içine çekecekti.
Fakat zamanla, acı diye bildiğimiz değiştirici güç bile azalır: Gerçekten de yalnızca duygusuzlaşarak hâlâ hayatta kalmayı umut edebiliriz; böylece bir noktadan sonra kabın içindeki su taşma noktasına ulaşınca, suyun kaynağı ne kadar güçlü olursa olsun, nasıl ki su hep aynı düzeyde kalır, işte acının artışı da bir noktadan sonra durur."
Paolo Maurensıg, Lüneburg Varyantı, syf.121