"Şiirin hikâyesi" dediğimiz şey bir bakıma şiirin tarihidir. Yani
etkilenmelerdir, insanlığın ve şiirin
gelişimi içerisinde ortaya çıkan geçişlerdir.
Başka nedir?
-Ülkeler arasındaki kültür farkıdır
-Şiiri yaratan insanların yani şairlerin hayatı yaşarken ve
yorumlarken kullana geldikleri “yorum farkıdır”
-Şairin öznel yaşamıdır
-Şairin genetik özellikleridir. Vb.şeylerdir.
Bizde daha tanzimat şiiri bile oluşmadan Fransa’da modern şiir, yolu
yarılamıştı bile. Belki bu nedenle olacak bizim şair insanlarımız ortaya
çıkışından neredeyse yüzyıl sonra kapitalizmin doğal bir tezahürü olan modern
şiirin farkına varmışlardır ve “etkilenmeler”, “geçişler” ancak 1950’li
yıllarda başlamıştır.
Bu eylemin bir başka komik yanı vardır: Bizim adı “büyük şaire” çıkan insanlarımızın çoğu Alaysois
Bertrand’ı bilmedikleri, tanımadıkları için; başkalarına örneğin
Rimbaud’a, Mallerme’ye ve daha çok da
Baudelaira’a sarılmışlardır, oralardan şiir çıkarmaya çalışmışlardır.
Oysa sanatın her alanında özellikle de şiirde “eş zamanlılık” kuralı
işlemiyorsa; orada gerçek anlamda yaratıcılıktan da söz edilemez. Bu dediğimi sadece sanatla, sanatsal
üretimle sınırlamak doğru değildir. Aynı “eş zamanlılık” felsefede, ekonomide
de olmalı. Olmalı ki; “edebi” üretimin bütün düşünsel ve maddi koşulları
yerine gelmiş olsun. Aksi durumlarda “altı kaval, üstü şişhane” bile
denilebilecek aykırılıklar ortaya çıkar. Çünkü yazan, yazmak isteyen insanı
“yazar” yapan, ”şair” yapan toplumsal tutarlılıktır. Böyle bir durum yoksa,
sağlanmamışsa; çevremizde bir yığın kendini şair sanan insanlar olacaktır ama;
gerçek anlamda yazar ve şairler belki hiç olmayacaktır.
Her çeşit sanatın ve edebiyatın “tetikçisi” sonuçta hayattır
çünkü. Ve hayata yön veren, onu biçimlendiren insani ilişkileridir. Ve elbette
tarihtir.
“Tarih” derken elbette savaşları falan kast etmiyorum. Çok açık ve
net bir biçimde edebiyat tarihini kast ediyorum. Hem ülkemiz için geçerli olanı
hem de başka ülkelerde gelişen sanatsal eylemleri ve o hayata yön veren yaşama
biçimlerini…
Örneğin A.Hamdi Tanpınar’ın “19.Asır Türk edebiyatı Tarihi” bu
anlamda söylenebilir. Bu kitapta A.Hamdi Tanpınar benim yukardan beri
söylediklerimi kendi dünya görüşünden yola çıkarak elbette etraflıca anlatır.
Fakat A.Hamdi’nin de içinde bulunduğu birçok edebiyatçı, şair, edebiyat
tarihçisi bana göre temel bir yanlıştan kendilerini kurtaramamışlardır.
O da şudur:
Ülkeler arasında hemen her zaman görülen ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki
eşitsizlik anlaşılmadan bir ülkenin başka bir ülkenin düzeyine ulaşma çabaları
da anlaşılamaz. Ve o zaman da “batılılaşma” ve “modernleşme” derken gelinen
yerin tek bir karşılığı vardır: Taklitçilik. Bizde de hem kültürel anlamda hem
de ekonomik anlamda “batı’ya açılma” girişimleri aynı çıkmaz sokağa gelip
dayanmıştır.
“Kapitalizmin eşit olmayan yasası”nın doğal bir sonucudur bu.
O zaman ne yapmak gerekir?
Kendi ulusal kimliğimizi yitirmeden başka ülkelerde olanları büyük
bir ciddiyetle izlemek ve oralarda meydana gelen olumlu şeyleri kendimize, kendi
yaşamımıza dahil etmektir. Bu duruş sabır ve tahammül gerektirir belki ama, başka yapacak bir şey yoktur.
İngiltere’ye 19.yüzyılın başlarında kapitalizm adım atmışsa, Fransa’da Baudelaira “Kötülük Çiçekleri” ni 1857 yılında
yayımlamışsa; ve bizler henüz kapitalizmin ülke bütününde gerekliliğini, ne de
“Kötülük Çiçekleri” nin önemini kavrayamamışsak ve dürüstsek, namusluysak; tek
çıkar yolumuz budur.
Yazının başında dedim ki:
“Şiirin hikâyesi” biraz da “şiirin tarihidir”
“Şiirin tarihi” ise doğrudan doğruya insanlığın ve insan olmanın
tarihidir.
Bu “tarih” içinde insanın sevgileri de vardır, öfkeleri ve hatta
nefreti de.
İyi şair mi olmak istiyoruz?
O zaman lütfen nefretimize sahip çıkalım!
Metin Güven
Onaltıkırkbeş/Temmuz 2009