"Benim felaketim şu çok seven kalbim oldu. Şimdi bile, her an geberecek kadar yaşlanmış olsa da kendimi odama kapatmasam o hâlâ sevecek gücü bulur kendinde. Evet, kalbim, kendini hiç tutamadan, çok sevdi; fazla sevdi. Ve bundan büyük acı ve üzüntüler doğdu. Nasıl mümkündür, bayım? Güzel ve hoş bir meziyetin acıya ve felakete yol açması nasıl mümkündür? Bizim rahiplere sordum, günahtan söz etmekten başka bir şey yapmadılar. Ama her zaman içten olan bir kalpte -yemin ederim öyle- günah nereye saklanabilir.
En aklı başında olan insanlara fikir danıştım, bir gün Yol'dan geçecek olursa bir doktora sormamı tavsiye ettiler. Öğrenemeden öleceğimi düşünüyorum; her şeye rağmen kalbim kötü değil, hata yapsa da bunu biliyorum. Şu ellerimi görüyor musunuz? Bakın: iki kütük, solda iki parmağım kaldı. Bu çolak kollarla ancak biraz ekmek koparıp ceketimin düğmelerini ilikleyebiliyorum. Kalbim yüzünden ödemem gereken bedel bu diye düşündüm; size adil bir bedel gibi gelmiyor mu? Sizce borcumu yeterince ödedim mi, yoksa sonsuza dek sürecek bir utançtan başka bir şey değil mi bu? On sekiz yaşında ilk kez bir kadın sevdim. ne nefis bir şaşkınlık yaşadım bilseniz, efendim!
Birlikte çeşitli serüvenlere atıldığın bir arkadaşına duyduğu aşk gibi değildi, en çok sevdiğin dişi atının sana göz kırptığında duyduğun aşk gibi değildi; bir delikanlının en cesur hayallerini kurduğu, güzel kokulu otlarla kaplı, gizli, küçük bir vadiye duyduğun aşk gibi değildi.
Kalbim ansızın infilak etti, havalanır gibi oldum ve tüm dağlardan daha büyük oldum, yeni bir dirayet kapladı içimi; böylece ansızın ruhların bütün sırlarını bildiğimi sandım.
Ve bana gerçeği gösteren ve adı Cerina olan genç kızın arkasından gittim, yeni cazibemle sardım onu, kulağına o güne kadar duymadığı tatlı dilde fısıldadım, o da hayretler içinde aşkıma karşılık verdi. Genç ve deneyimsizdik, hayvan yavruları gibi şakalaşıyorduk. Gözle görülen tüm vadilerin yonca tarlalarını ve katırtırnağı kaplı bayırlarını altüst ettik, efendim. Samanlıkların gölgesinde, boğazların baş döndürcü sularının yankılarında, sonbahar mahzenlerinin dibinde güldük durduk. Gülüşmelerimiz guguk kuşlarına ve tilkiye, yaşlıların hafif uykularına, aylak aylak dolaşan şakınlara eşlik etti. Cerina güzeldi, yumuşak tenliydi, tüyleri dağsıçanı gibi ince, bakışı ballı süt gibi talıydı. Tertemiz kalplerimiz ömür boyu birlikte olmaya yemin etti; hayatta bundan bir şey arzulamadığımı sanıyordum.
Ama kalbim Cerina'dan ve bu yeminden daha büyüktü, çünkü başka bir kadın tanıdım ve aşktan öleceğimi hissettim. Gerçekten de acıdan ve utançtan neredeyse ölüyordum, çünkü güzel Costanza'yı tutkuyla seviyordum; ama kalbim Cerina'yı ve çektiği büyük acıyı da görüyordu, bu da beni perişan ediyordu. Aşk bir gübrelik efendim, içinden temiz çıkmak mümkün değil: gerçek şu ki, aşk değdiği yere zarar veriyor.
Ve Costanza'yla sınırsız bir mutluluk yaşamaya başladım, ama, bu arada, Cerina'yı terk ettiğim vicdan azabından kahroluyordum; sonunda benim yeminime inanmaktan başka bir suçu olmayan, aşk çeken tatlı bir yaratığa yaptığım haksızlığın cezasını ödemeye karar verdim. Sağ elimin işaret parmağından yoksun kalarak ödeyecektim bu cezayı, Cerina'nın ruhu sakatlanmıştı, benim de elimin sakat kalması gerekirdi.
Costanza bu hareketime saygı duyarak, beni sevmeye devam etti ve aşkımız onun sayesinde sevgiyle beslendi, artık küçük hayvan yavruları gibi oynaşmasak da, hayat her şeyiyle bize gülüyordu. Sonra Enna girdi hayatıma, sonra Giovanna, sonra Coletta ve Bernardina ve Raimonda ve Veronica ve şimdi gördüğünüz gibi, efendim, geriye kala kala iki parmağım kaldı. Ama ben her zaman dürüstçe ve çılgınca sevdim ve kadınlarımın hepsi bana inandı, çünkü yüzümde neysem o yazılı. Hiçbiri sakat ellerimi görüp gelecekte acı çekeceğini düşünmedi, bunu açık yürekliliğimin ve dürüstlüğümün bir işareti olarak gördüler. Dürüstlüğümün, efendim.
Büyük bir bağlılıkla, tatlı bir kendini beğenmişlikle ve kadınlara özgü bir cesaretle, hepsi beni bu şansızlıktan kurtarmaya çalıştı, bunu başarıp Peynirci Furna'yla ömür boyu birlikte mutlu yaşamayı hayal etti. Ben ise aşkıma her ihanet edişimde ölmeyi arzuluyordum, ama her seferinde kendimi toparlıyordum, böylece tatlı bir kadın gözyaşı döküyor, sonra da elimden kanlar akıyordu."
Maurizio Maggiani/Çöl Kitabı, syf. 167-168-169