Ramazan, gufran ayı, mağfiret
ayı, rahmet tecellilerinin sağanak sağanak, kulların üzerine yağdığı ay. Açlığı,
susuzluğu kendi nefsinde hissedenlerin fakirlere, yoksullara, hasta, dul ve
yetimlere daha merhametli davrandığı günler.
Fani nimetlerin bir gün insanın
elinden alınabileceğini de gösteren oruç ibadeti aslında bir sabır imtihanı. O
yüzden ramazan’ın bir ismi de şehr-i sabır, yani sabır ayı. Ramazan’ın kelime
manası “yanmak”. Bu ayda oruç tutup tövbe edenlerin günahları yanıyor. Günahlar
erirken kişi ruhen yüceliyor. Sabır ve iradesini kullanmaya alışan insan bir
ahlak güzelliğine erişiyor. Kendi arzusu ile sırf Allah rızası için bütün
nimetlerden uzaklaşan insan, nefsi ile çetin bir mücadele içindedir. Sabır ve
sebatını, irade ve azmini kullanan insan elbet mükafatını da görecektir.
Nitekim şair bunu şöyle anlatıyor:
“Ramazan gele, açıla cennet
kapısı”
Ramazan, dini hayatın sadece
ferdi olarak değil, toplum olarak da yaşandığı bir ay olduğu için, tesiri bütün
toplumda görülmektedir. Mukabeleler, teravihler, fitre ve zekat vermeler
insanları birbirleri ile daha çok kaynaştırır. Oruçlu orucunun sevabını
kaybetmemek için, ”ben oruçluyum” der ve münakaşayı terk eder, gıybet etmez, kalp
kırmaz, hak yemez. Nitekim istatistikler, Ramazan ayında suç oranlarının
azaldığını göstermektedir.
On bir ay daha çok madde ile
uğraşan insan, Ramazan’ın gelmesi ile kendisini bir mana ikliminin içinde
bulur. Erdiği ruhi huzur etrafına da yansır. Onu, başkalarını daha çok
düşünmeye sevk eder. Bu ayın gelmesi ile yardımlaşmalar, gözle görülür bir
şekilde artmaktadır. Herkes bir pide ile olsun oruçlu kardeşine bir şeyler
ikram etmeye çabalar.
İftar vakti, oruçlunun sevinç
zamanıdır. Bu sevinç fırsatını kaçıranlar da etrafa sinen ruhani havadan
etkilenir. Nitekim Rahmetli Yahya Kemal, bunu mısralarında itiraf etmiş. Şair,
“Üsküdar’da Ramazan” şiirinin son mısralarında duygularını şu şekilde anlatıyor:
Top gürleyip oruç bozulan
lahzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten
evleri.
Ya Rab, nasıl ferahlı bu alem, nasıl
temiz.
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve
neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak
kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet
akşamı
Bir tek düşünce oldu teselli bu
derdime
Az çok ferahladım ve dedim kendi
kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an
üzüntülüdür.
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok
şükür”
İstanbul’un “Dersaadet” olduğu günlerde Ramazan büyük
hazırlıklarla karşılanırdı. Saraydan en fakir eve, şeyhülislâmdan kadı efendiye
kadar herkes mutlu bir telâş içinde olurdu. Minarelere mahyalar, sokak
aralarında dolaşan davulcular ve onların okudukları değişik manilerle renkli
bir yaşam başlardı.
Âlem bu gece nur oldu,
Kalbimize sürur doldu
Ey benim ağam efendim
Kalkın vakt-i sahur oldu
Ramazan davulcusunun bu manisinin duyulması ile ahşap
evlerin kafeslerinden ışıklar sızmaya başlar, yer sofrasındaki kalaylı bakır
sininin etrafına ev halkı dizilir, hoşaflar, söğüşler, börek ve pilavlardan
oluşan sahur yemeği yenilirdi. Bazen bu sahur yemeğinden davulcu ve elinde
feneri ile dolaşan bekçi baba da hissesini alırdı:
Yeni cami direk ister,
Söylemeye yürek ister.
Beni karnım toktur amma,
Arkadaşım börek ister
Diye mâni okuyan bu davulcu, elbette ikramsız bırakılmaz, paketlenmiş
sahur yemekleri, kapı aralığından uzatılırdı. Ramazan’ın sonuna doğru, bahşiş
hatırlatılırdı.
Davulum sırma telli,
Arkadaşım ince belli,
Bahşişimi isterim,
Küçük hanım nazik elli.
Önceden hazırlanan çil paralar, bir mintan veya mendil ile
birlikte davulcuya hediye edilirdi.
Osmanlı saray geleneğinde, padişahlar Kadir gecesini
Ayasofya Camisinde ihya ederlerdi. Büyük alaylarla, meş’alelerle, fenerler ve
kandillerle donatılan yollardan geçen padişah ve harem arabalarını halkın
izledikleri, kaynaklarda anlatılmaktadır.
Sarayda; Ramazan’da, “huzur dersleri” yapılırdı. Büyük âlimlerin
iştiraki ile padişahın huzurunda sualli, cevaplı yapılan bu toplantılarda âyet
ve hadisler açıklanır, tam bir ilmî hava taşıyan toplantıya padişahın işareti
ile son verilir, dua edildikten sonra, gelenler Hakk-ı huzur denilen
hediyelerle taltif edilirdi.
Ramazan’ın yirmisinden sonra, Beyazıt Yangın Kulesinde, kule
iftarları verilirdi. Zengin konaklarından sini sini yemekler kuleye gider, gelenler
ışıklandırılmış minareleri, mahyalardan yüksekten seyr ederek iftar ederlerdi.
Devir değişti. Ramazan gene sevinçle karşılanıyor, ruhlara
huzur veriyor, dostlukları pekiştiriyor. İlâhi feyzin coştuğu bu günlerin
bereketinden çok kişi istifadeye çalışıyor.
Ramazanlar İman Aşısı Yaparlar
Halit Fahri Ozansoy, çocukluğunun
Ramazan’larını şöyle anlatıyor:
“Ramazan’a bir hafta kala Terazi
sokağının iki numaralı evinde bir şenlik havası esmeye başlardı. Bir taraftan
ev baştan aşağıya gıcır gıcır yıkanır, tencereler, sahanlar kalaycıya yollanır,
çatal kaşık bıçaklar ovulur, sofra bezi ve peçeteler ütülenirdi.”
Böyle hummalı bir şekilde Ramazan
beklenirken, yüksek bir yerden hilali ilk gören bir gözcü, iki şahit önünde, kadının
huzurunda hilali gördüğünü ispat eder ve ramazan davulu ile rûyet-i hilâl şehre
ilan edilirdi.
Ondan sonra iftarı, sahuru, teravihi,
hayr-u hasenatı ile yoğun bir ibadet ayı
başlardı. Cenab-ı Hakkın kullarına lûtfettiği bu mübarek ay, toplumun büyük
kesimi tarafından güzel değerlendirilirdi. Büyük camilerin minareleri arasına
“Hoş geldin ya şehr-i Ramazan” yazan mahyalar kurulurdu.
Erkekler namazlarını kalabalık
bir cemaat ile camilerde kılarlar, sonra güzel sesli hafızlardan mukabele
dinlerlerdi. Akşama doğru, renkli uçurtma kâğıtlarına sarılı pidelerini alanlar
evlerine gelir, zaten hazır olan iftar sofrasına bütün ev halkı beraber oturur,
topun atılışı beklenirdi.
Top atılır atılmaz oruç zemzem
veya hurma ile açılır, sonra da yemeğe başlamadan bir tepsiye dizilmiş
iftariyeliklerden biraz yenilirdi. Her evde akşam, iftara misafir geleceği
hesaplanarak, yemekler bolca tutulur, artanlar da fakir fukaraya dağıtılırdı.
İftardan sonra sofralar toplanır,
seccadeler serilir, bir hafız efendi ev halkına ve iftara gelenlere teravih
kıldırırdı. Tabi bu teravihten sonra sohbet faslı başlar, hizmetkârlar gelen
misafirlere, kış ise yanında leblebi ile boza, yaz ise limonata ve değişik
şerbetler ikram ederlerdi.
Ramazan Sohbetleri
Hanımlar da, evin harem bölümünde,
kendi aralarında iftarlar tertiplerdi. Küçük çocuklarını da getiren hanımlar
için oruçlar açılıp namazlar kılındıktan sonra eğlence faslı başlardı. Önce
masallar anlatılır, sonra bilmeceler sorulur, sonra yüzük oyunu oynanırdı. Bu
sohbetler, bazen sahur davulunun duyulmasına kadar sürer, davul sesi ile herkes
evine dağılırdı.
Bir de sadrazam ve şeyhülislam
konaklarında verilen iftarlar vardı. Burada bütün Ramazan boyunca büyük bir
cömertlikle kapılar herkese,bilhassa fakir fukaraya açık olurdu.
Böyle konaklara bazen padişahın
da habersiz iftara gittiği olmuştur. Ondokuzuncu Asır başlarında Şeyhülislam
Dürrüzade Abdullah Efendinin Üsküdar, Doğancılar’daki konağına devrin Padişahı
İkinci Mahmut, epey bir kalabalıkla iftara gelmişti. Dürrüzade ile iftar etmiş,
bilhassa yemeklerin getirildiği zarif tabakları pek beğenmişti. Arkadan gelen
hoşaf kâselerinde o zarafeti göremeyince, ev sahibi izah etmişti: Efendim, hoşafın
tadı bozulmasın diye buzu içine atmıyorlar, buzdan yapılmış kaselere koyuyorlar
mutfakta. “Ne zaman Dürrüzade’den bahis
edilse, İkinci Mahmut, “Zarif adamdır” dermiş.”
Ramazan gecelerinde mahyalarda
sadece yazı değil, gül, şebboy, kız kulesi, gemi resimleri görmek de
mümkündü.Adeta ışıktan çizilen bu resimleri meydana getirmek büyük ustalık
isterdi. Kadir ve arefe gecelerinde, minareler külahından şerefenin altına
kadar aydınlatılır ve buna “minareye kaftan giydirmek” denilirdi.
Ramazan ayında Müslüman Türk
ailesi büyük sahabe Eyup Sultan’ı mutlaka ziyaret ederdi. Bu ziyaretlere
götürülen çocuklar, Eyüp’ün meşhur oyuncaklarından, kuş lokumlarından alınarak
sevindirilirlerdi.
Halûk Sena Arı
Osmanlıda Aile Hayatı, Syf: 71-77