Soma Maden Ocağında meydana gelen
trafo patlamasından sonra, vefat eden 201 madenci ve ocakta mahsur kaldığı
söylenilen diğer madenciler için sözün bittiği yerdeyiz.
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Ateş, haberi duyduğu andan itibaren bu
acıyı duyumsayan her yürekte lav gibi püskürüyor. Çünkü konuyla ilgili teknik
donanıma sahip herkes biliyor ki bu saatten sonra ocakta kalanlar için artık
hiçbir umut yok.
Cenazelerin defin işleminden birkaç
hafta sonra, muhtemelen, önce Maden'in İş Güvenliği yönünden eksikleri
tespit edilecek ve ardından eksikler giderilinceye kadar "üretim
durdurma" kararı verilecektir. Üç-beş ay geçince de ocak tekrar işletmeye
açılacaktır. Başka türlü davranılır mı? Sanmıyorum.
Trajedi denilecektir belki. Oysa
ülkemizde, iş kazalarındaki yüksek oran için "trajedi" kelimesini
kullanmak hafif kalır. Çalışma Bakanlığı yasa ve yönetmelik çıkarmakla
sorunları çözebileceğini sanıyor. Ya da öyle görünmek istiyor. Hatırlayalım.
Geçtiğimiz yıl MKEK Elmadağ Barut Fabrikasında meydana gelen iş kazasından
sonra bakanlık müfettişleri yaptıkları denetimlerde "üretimi
durdurma" kararı vermişlerdi. Ne oldu? Eksikler giderildi ve üretim
yeniden başladı.
Hiç kuşkunuz olmasın, Soma Maden
Ocağı için de ilk aşamada buna benzer bir karar verilecek, olay hafızalardan
yavaş yavaş silindikten sonra işletme yeniden üretime geçecek. Burası Türkiye.
Burada hiçbir mesele 15 günden fazla gündemde kalmaz çünkü.
Peki ya sonrası...Sonrası Allah
kerim. Ulusal gündemi belirleyecek yeni bir iş kazası oluncaya kadar, kısır
döngüye devam.
Abdülkadir
Akdemir'le Poetik Haber için yaptığımız söyleşiyi anımsıyorum. Abdülkadir;
"İşçileri anlatan bir şiir neden yazılmıyor, varsa kimler yazıyor?"
diye sormuştu.
Yıllardır emekçilerle
birlikte çalışan ve İş Güvenliği sorunlarını yakından bilen, gözlemleyen,
çözümler üretmeye çalışan biri olarak şöyle yanıtlamıştım.
"Emek kutsal,
ücret haktır. Çalışanların sayısı, ülkemizin toplumsal katmanında yüksek oranda
bir yekûn oluşturuyor. Yekûn çok olunca sorunlar da ona paralel artıyor. Çözüm
süreci şöyle işliyor. İşverenler, öncelikle çalışanlarının sağlığı ve
güvenliğini sağlamakla, yönetim erki yasa hazırlamakla, çalışanlar da çıkarılan
yasaları işverenle birlikte uygulamakla mükelleftir. Yeni çıkan 6331 sayılı İş
Sağlığı Ve Güvenliği Kanunuyla birlikte artık emek sarfeden her ücretli
“çalışan” olarak adlandırıldı. Burada amaç kamu-özel, işçi-memur ayrımı
yapılmadan emek sarfeden herkesin çalışma güvenliğinin sağlanması. Buraya kadar
her şey iyi güzel ancak iş uygulamaya gelince gerek işverenler gerekse
çalışanlar bildiğini okumaya devam ediyor. Öncelik iş sağlığı ve güvenliğine
verilmesi gerekirken, çalışma hayatında ne olursa olsun “üretim, üretim,
üretim” anlayışı hâkim durumda. Bu da iş kazalarını ve ölümleri kaçınılmaz hâle
getiriyor. Sağlıksız iş ortamında üretim ısrarı, üretim verimlerini de
etkiliyor. Teknoloji ve proses yenilemesi yapmayan kurumlar zaman içerisinde
giderek üretim yeteneklerini kaybediyor ve kapanma riskiyle karşı karşıya
kalıyor. İş ortamını denetlemesi gereken yönetim erkini temsilen yapılan
denetimlerin çoğu göstermelik, günü kurtarmaya yönelik para cezası
uygulamalarından öteye geçmiyor. Kapatılan, mühürlenen çoğu işyeri merdiven
altında farklı bir şekilde ve aynı sağlıksız, güvensiz ortamda tekrar üretime
geçiyor. Kısır bir döngü böylece sürüp gidiyor.
Bu anlattıklarım
madalyonun sadece bir yüzü. Diğer yüzünde çalışanların haklarını savunmak için
kurulmuş sendikalar var. Ben; günümüzde sendikaların çalışanların haklarını
yeterince doğru ideallerle savunduğu kanaatinde değilim. Çünkü toplumun
genelini etkileyecek konularda sendikaların artık kendilerini var eden
çalışanların ve zayıfın yanında değil, gücün yanında saf tuttuğunu düşünüyorum.
Örneğin ülkemizin yaşadığı askeri darbelere ve en son yaşanan 28 Şubat
postmodern darbeye bakıldığında fotoğraf çok net görülür. Sendikalar; sivil
inisiyatif adı altında darbenin yanında saf tutarken, sendikaları var eden
çalışanlardan bu saf tutuşa karşı hiçbir tepki gelmemiştir. Böyle bir ortamda
hangi şair, çalışanlar için şiir yazmak ister? Fakat yine de çalışanların karşı
karşıya bulunduğu sorunlar ve haksızlıklar karşısında dayanamayıp çağa tanıklık
eden şairler yok değil. Tuzla tersanesindeki ölümler için Ahmet Günbaş’ın
Tersane Uğurlaması, Bülent Güldal’ın Ölüm Çarkı isimli şiirleri yazdığını
hatırlıyorum. Tütün işletme ve depolarının özelleştirme/kapanma sürecinde Ömer
Turan ve Engin Turgut’un girişimiyle 40 şair, Tekel çalışanlarının direnişini
anlatan şiiri yazmaktan geri durmadılar."
1 Mayıs Emek ve
Dayanışma gününü kutlayalı 14 gün oldu.
Sözü eğip bükmek
istemiyorum. Raporlar yazılacaktır, sendikalarla, işveren arasında karşılıklı
suçlamalar yapılacaktır. Muhalefette eleştirilerin dozu artacaktır. İktidar geçen
ay reddettiği genel görüşme önergesinden pişman olacak, iş kazalarıyla ilgili
TBMM'de genel görüşme yapılmasını sağlayacaktır. Deyim yerindeyse toplumun
biriken "gazı" böyle alınacaktır. Ancak gerçek şu ki: Çalışma
yaşamında kimse masum değil arkadaşlar. Bu süreçte kimse "benim ayranım
ekşi" demeyecektir. Zaten, bugüne değin dememiştir de.
Herkes "sütten
çıkmış ak kaşık" rolünü oynamayı bıraksın. Aslında çözüm gayet basit.
İktidarın yasa ve
yönetmelikler çıkarmak dışında, "önce insan", "önce iş
güvenliği" demesini bilen, bu bilinçle yetişmiş yöneticileri, müfettişleri
ataması gerekiyor. İş Güvenliği Uzmanları'nın, müfettişlerin, yaptıkları
denetimlerde yolunda gitmeyen, mevzuata aykırı gördükleri hususları tespit
etmeleri hâlinde gözünü kırpmadan "üretim durdurma" cezasını kesmesi
gerekiyor. İş Güvenliği Uzmanları'nın, İş Güvenliği Müfettişleri'nin tıpkı
Hakimler, Savcılar gibi bağımsız olmaları gerekiyor. Sendikaların,
çalışanların, "İş Güvenliği" eksikliğinden, yetersizliğinden kaynaklı
"üretim durdurma", "kapatma" cezalarını sükunetle
kabullenmeleri gerekiyor.
Aksi halde bu
haberleri daha çok duyar, gözyaşı dökmeye devam ederiz.
Askerlik görevimi
Kırkağaç'ta yapmıştım. Soma'yı, orada alınan nefesi gayet iyi bilirim. Çok
üzgünüm.
Vefat eden
madencilere Allah'tan rahmet, kederli ailelerine, yakınlarına, tüm ulusumuza sabr-ı cemil
niyaz ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder